"60. yılında 1964 Sürgünleri ve İstanbullu Rumlar" konferansı 20 Kasım'da

istos yayın ve Hrant Dink Vakfı ‘60. yılında 1964 Sürgünleri ve İstanbullu Rumlar’ başlıklı bir konferans düzenliyor. Bilindiği gibi günümüzde İstanbul'un en kadim yerlilerinden olan Rumların şehirlerindeki nüfusunun bu denli azalmış olmasının başlıca nedeni, 1964 yılında alınmış olan sürgün kararı. Bu kararla İstanbul'da ikamet etmekte olan Yunan uyruklu Rumlar birkaç hafta içinde sınırdışı edilmiş, aralarında TC vatandaşlarının da bulunduğu onbinlerce İstanbullu Rum doğup büyüdükleri ve onların kimliklerini biçimlendiren şehirden koparılmıştı. 20 Kasım’da yapılacak bir günlük konferansla bu konu bizzat sürgünü yaşamış olan tanıkların da katılımı ile ele alınacak. Fener’deki Maraşlı Okulu’nda gerçekleşecek konferansa çok sayıda uzman ve akademisyenin sunumları ile katkıda bulunacak. Konferansa katılacak isimlerden Yorgos Katsanos ve konferansın açılış konuşmasını yapacak İlay Romain Örs ile 1964 Sürgünlerini ve konunun günümüzde taşıdığı önemi konuştuk.

İlay Romain Örs: Bu sorunların üzeri  ‘Bir zamanlar Rumlar vardı’ nostaljisiyle kapanamaz

1964 yılında ne oldu? 

1964’te Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin aldığı ani bir kararla, İstanbullu Rum toplumunun takriben üçte biri sınır dışı edilmiştir.  Resmi rakamlara göre 12764 kişi bu karardan etkilenmiş, ancak aile fertleri ile birlikte sayıları 30 bini bulan bir topluluk ani bir şekilde göçmek zorunda kalmıştır. Bu zorunlu göç, İstanbullu Rumların şehirdeki nüfusunu ve nüfuzunu hatırı sayılır şekilde azaltmış olmaktan başka, İstanbul’un da demografik yüzünü dönüştüren bir tarihi kırılma noktası olduğu için çok önemlidir. Varlık Vergisi veya 6-7 Eylül 1955 olayları gibi birçok travma yaşamalarına rağmen İstanbul’u terk etmemekte direnen Rumlar, bu en büyük göç dalgasını ancak devlet tarafından zorunlu bırakıldıkları için ve istemeyerek sınır dışı edilmiş oldukları için yaşamışlardır. İstanbul’dan 1964 yılında ayrılmak zorunda kalanlar halen kendilerine “kovulan/sürülen” anlamına gelen “apelathis” derler.

Yüzyılın başında neredeyse şehir nüfusunun çeyreğini oluştururken, yüzyıl önce de sayıları yüz bini geçerken, aradan geçen 60 senede süregelen baskıların da etkisiyle azalmaya devam eden İstanbul’daki Rum nüfusunun bugün 1500-2000 civarında olduğu tahmin edilmektedir. İstanbullu Rumların 20. yüzyıldaki bu radikal dönüşümü, hem bir kentli topluluğun azınlıklaştırılmasının, hem de bir şehrin ve bir ülkenin kültürel homojenleşmesinin hikayesidir. 1964 sürgünleri de bu ikili hikayede donum noktası oluşturan çok önemli bir süreçtir.

Bu sürgünlerin gerekçesi neydi?

1964 sınır dışı edilmelerinin gerekçesi bu kişilerin Yunanistan vatandaşlıklarının bulunmasıydı. İstanbul’da Yunan vatandaşı Rumların bulunmasının arka planı ise şudur: Ulus-devletlerden çok daha eski bir tarihe sahip olan İstanbullu Rumlar, milletleşme sürecinde farklı vatandaşlıklar edinmişlerdi; bazen aynı ailenin içinde bile Türk, Yunan, hatta Fransız, Alman, İtalyan gibi farklı tebalara mensup bireyler olabiliyordu. Rumların kozmopolit bir topluluk olmasından kaynaklanan bu durum, devletler tarafından da hem bilinip kabul edilmekte, hem de hukuki bir çerçeve ile garanti altına alınmaktaydı. 1923 Lozan Antlaşması'na göre İstanbul Rum nüfusu, vatandaşlık statüsünden bağımsız olarak mübadeleden muaf tutulmuştu. 30 Ekim 1918 tarihinin öncesinden itibaren İstanbul’a yerleşik olan Rumların ‘etabli’ denilen bir statü ile bir yerli halkın sahip olması gereken tüm hakları onanmıştı. Daha sonra, 1930 yılında Atatürk ve Venizelos arasında imzalanan ve dostluk anlaşmaları diye bilinen bir dizi düzenleme ile bu haklar tekrar garanti altına alınmıştı.

16 Mart 1964 tarihinde Türkiye, bu anlaşmalardan biri olan “İkamet, Ticaret ve Seyrisefain Mukavelenamesi”ni tek taraflı olarak feshetti. Buna göre yaklaşık bin kişi “zararlı faaliyet” sürdürdüğü iddiasına göre derhal sınır dışı edildi. Bir diğer madde ise “ülke savunması ve genel güvenliği ilgilendiren konular” diye bir ibare içeriyordu. Binlerce Yunan uyruklu Rum o sırada alevlenmiş olan Kıbrıs çatışmalarında taraf oldukları öne sürülerek ve zorla bu konuda bir itirafname mektubu imzalatılarak mahsurlu ilan edildi. Sınırdışı edilenlerin isimleri günlük gazetelerde yayınlanarak herkese ilan edildi. Bu uygulamadan yaklaşık 13 bin Rum etkilendi. Bunların yarısı, o zamana kadar otomatik olarak yenilenen oturma izinlerinin uzatılmaması ile illegal duruma düşürülenlerdi. Sınır dışı uygulamaları, sınır dışı edilenlerin tüm mallarına el konulması anlamına gelecek bir takım uygulamalarla birlikte yürütülüyordu. Rumların yurtlarını bırakıp gitmeleri için sadece iki hafta verildi, yanlarında sadece 200 TL yani 20 dolar ve 20 kilo eşya almalarına izin verildi.

1964 Olayı’na neden sürgün denir? Sürgünlerle ilgili bir yüzleşme oldu mu?

1964-65 yıllarında gerçekleşen ve Yunan uyruklu Rumların Türkiye’den tek taraflı bir hükümet kararıyla zorunlu göçe maruz bırakılarak sınır dışı edilmelerini içeren bu uygulamalara 1964 sürgünleri diyoruz. Sürgün diyoruz çünkü yerli ve yerleşik bir halkın herhangi bir suçu olmadan ve hem ülkenin kanunlarını hem de uluslararası anlaşmaları hiçe sayarak, istekleri dışında ve itiraz hakları olmadan, sözleri dinlenmeden apar topar sınır dışı edilmelerine ancak sürgün denebilir.

Bu sürgün sözcüğü önemli, çünkü tarih sözlerle yazılıyor ama bazı sözcükler tabulaştırılıyor ve tarihle yüzleşmek böylece zorlaştırılıyor. Halbuki sürgüne sürgün diyebilmek gerek ki böyle utanç verici uygulamalar tekrarlanmaya başlarsa insanlar en azından eski acıları hatırlayabilsin ve bunları durduramasa da karşı durabilsin. ‘Bir daha asla’ demekle pek olmuyor, çünkü dünya ve ülke tarihinde maalesef tekrar tekrar bu olayların benzerlerini yaşadık, yaşıyoruz, yine yaşayacağız. Önemli olan, ne olduğunun farkına varmak, nedenlerini anlamak, sonuçlarının boyutlarını görmek ve sözümüzü sakınmamak.

İlay Romain Örs

1964 sürgünleri gibi travmatik bir tarihi dönüm noktasının sonuçları çoğunlukla tamir ve telafi edilemez, geri döndürülemez niteliktedir denebilir ne yazık ki. Ancak bu kesinlikle “Olmuş, bitmiş, ne yapalım, inşallah da bir daha olmaz” demekle geçiştirilecek anlamına da gelmemelidir. Böyle ağır sonuçları olan, bu kadar acıya sebep olmuş bir olay söz konusu olduğunda yapılması gereken, öncelikle ve ivedilikle, yüzleşme olmalıdır. Bu da konunun kamuoyuna şeffaflıkla duyurulması, halkın açıklıkla bilgilendirilmesi, bilinmeyen konuların araştırılması ve tartışılmasını gerektirir. Bununla birlikte, olaylardan direk etkilenenlerin, konunun muhatabı, hatta eylemlerin kurbanı olan topluluğun dikkatle dinlenmesi gerekir. Aradan uzun zaman geçmesine rağmen, sürgün edilen nesil büyük ölçüde hala aramızda yaşıyor. Onların deneyimleri, anıları ve hatta ileriye yönelik dilekleri öncelik taşımalıdır. Bu yüzleşme, karşılıklı görüşme, tedavi ve telafinin nasıl gerçekleştirileceğini belirleme konusu hem direk bireylerle hem de kurumsal olarak yapılabilir. Rumların haklarını savunmak üzere kurdukları dernekler, dayanışma çevreleri, bulundukları çeşitli girişimler bu kurumlar arasında sayılabilir. Gerek bireysel, gerekse de kurumsal olarak yapılacak bu girişimler sivil toplum düzeyinde olduğu kadar ulusal yani hükümet nezdinde, ve aynı zamanda uluslararası örgütler düzeyinde de yapılmalıdır. Yoksa bu sorunların üzeri ‘Bir daha asla’ demekle, ‘Bir zamanlar Rumlar vardı’ nostaljisiyle pek kapanamaz. İyimserlik iyi ama meselenin köküne inmek, araştırmak, derin analizlerle irdelemek, anlamak gerek.

Bu konuda bugüne kadar neler yapıldı?

1964’ten bu yana altmış yıl geçti, ama aradan geçen bu uzun zaman maalesef olayların idrakinden çok unutulmasına yaradı. Çok önemli olmasına rağmen çok az bilinen bir mesele bu maalesef, ve gündemde tutmak için çok az girişimde bulunuldu. Ufak tefek bireysel araştırmaları ve girişimleri bir yana bırakırsak, 1964 sürgünleri ile direk ilgili olarak yapılan en önemli etkinlikler sürgünün 50. yılına denk gelen 2014 yılında gerçekleşmiştir. O sene benim de aralarında bulunduğum bir grup olarak İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde geniş katılımlı bir konferans düzenlenmesine vesile olduk. Daha sonra buradaki sunumların bir kısmı kitaplaştırıldı ve İletişim Yayınları’ndan çıktı. Paralel olarak Babil Derneği tarafından ’20 Dolar 20 Kilo’ adlı sergi düzenlendi. Daha küçük çaplı toplantılar ve sunumlar bunu izleyen senelerde de sürdü, ama bu sene tekrar iyice hareketlendi. 

1964  yılında Rumlar Yunanistan sınırını geçerken. 20 Dolar 20 Kilo sergisinden

Konferans hazırlıkları nasıl başladı?

Bu yılın Nisan ayında Atina’da İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu ile düzenlediğimiz bir etkinliği takiben benzer bir toplantıyı İstanbul’da düzenlemek üzere Rum Vakıfları Derneği ile görüşmelere başladık. istos Yayınevi ve Hrant Dink Vakfı’nın destekleriyle 20 Kasım’da Fener Maraşlı Okulu’nda gerçekleşecek bir konferansla 1964 sürgünlerini çeşitli boyutlarıyla kamuoyunun gündeminde tutmayı amaçlıyoruz. Öğleden önceki panellerde konunun uzmanı olan akademisyenler ve yeni araştırmacılar 1964 olaylarını sosyal, hukuki, kültürel boyutlarıyla ele alacak. Öğleden sonra bir sohbet oturumu gerçekleştireceğiz ve  sürgünlerin insani boyutunu, 1964 olaylarının kişisel tanığı olan İstanbullu Rumların kendilerinden dinleyeceğiz. Aynı zamanda 1964 sürgünlerini konu alan iki film yönetmenlerinin de katılımıyla gösterilecek. Amacımız, siyasi ayrımlardan ve önyargılardan uzak bir şekilde, ortak insani duyguları ve İstanbul şehrinin kapsayıcı kültürünü ve yaşam pratiğini önce çıkaran bir ortamda hepimizi etkileyen bu önemli tarihi olayın daha iyi anlaşılmasını sağlamak. Hepinizi bekliyoruz.

Yorgos Katsanos: Yunanistan’da yaşayanlar hâlâ kendilerine ‘Polites’ yani ‘Şehirli’ diyor

1964 Sürgünleri konusu sizce Türkiye'de yeterince biliniyor mu? Bununla bağlantılı olarak  Yunanistan'da hala üzerine tartışılan, çalışmalar üretilen bir konu mudur?

1964 sürgünü, yani İstanbul’da kimi on yıllardır kimisiyse kuşaklar boyunca yaşamış Yunan tebalı Rumların ülkeden sürülmesi, Türkiye’de, Varlık Vergisi ya da 6-7 Eylül Pogromu gibi başka azınlık karşıtı uygulamalar kadar tartışılmış, Türkiye’nin ve Yunanistan’ın kolektif hafızasında yer etmiş bir konu değil. Bu olay İstanbul Rum toplumun birkaç yıl içerisinde ve üyelerinin uyruğundan bağımsız olarak demografik açıdan erimesine yol açmıştır. Tıpkı diğer azınlık karşıtı uygulamalarda olduğu gibi 64 Rum sürgününde hem gidenler hem geride kalanlar bakımından zihinsel bir ‘önce ve sonra’ ayrımı var. 1964’ten sonra, Rum toplumun mensupları ve Patrikhane nüfus göçünü engellemeye çalışırken, burada yaşamaya devam eden Rumlar mahalli referans noktaların sönmesini izlemek; kiliselerin, okulların boşalması nedeniyle yeni bir ‘normalite’ ile karşı karşıya gelmek zorunda kaldılar. Diğer yandan zorla yerinden edilmiş bu Rum kitlesi yeni hayat kurmak üzere çabalar içerisinde bulunuyor başka memleketlerde.

Yorgos Katsanos

Yunanistan’ da 2000’lerin başında ‘Bir Tutam Baharat’ filmi çıktığında bir yankı yaratmıştı elbette. Yunanistan için, İstanbul Rumların anma etkinlikleri düzenlemeye devam ettiğini ve bu bağlamda İstanbul kökenli olanlarca 1964 sürgününün hatırlandığını söyleyebiliriz. Ancak araştırma ve nihayetinde akademik boyutun bazen daha etkileşimli olduğunu söyleyebilirim. Yunanistan'da 64 konusuna yönelik araştırma ilgisinin yokluğu, Türkiye'deki araştırma ilgisinin yokluğuyla bağlantılı. Yani araştırmaların çevirisiyle her iki dilde daha geniş bir kitleye ulaşılabilir. Fakat uzun yıllar Yunanistan'da kitapçı olarak çalıştığım için ve kişisel tecrübelerime dayanarak söyleyebilirim ki, edebiyat okurlarının gözünden İstanbul'a olan ilgi hâlâ çok yüksek.

Sürgünün üzerinden 60 yıl geçti. Yunanistan'da olayın canlı tanıkları ile yapılan sözlü tarih görüşmelerinde sizin dikkatinizi çeken ortak bir tema var mı? Bir yüzleşme beklentisi mesela? Zorla gönderildiler çünkü. Ya da bir özlem.

Öncelikle, sürgün edilenlerden Yunan uyrukluların 1988 yılına kadar kararname nedeniyle İstanbul’a geri dönemediklerini söylemek gerekir. Bunu hesaba katacak olursak İstanbullu Rumların anavatanlarıyla uzaktan geliştirdikleri ilişkiye dair homojen olmayan algılar var. Her halükarda, 1960’lı ve 1970’lı yıllarda Yunanistan'da derneklerin kurulması ve uyruğu ne olursa olsun Rumların bu derneklere üyeliklerinin artması, birçok insanın şehirleriyle en azından zihinsel bir bağ kurma çabasını da göstermektedir. 1990’lardan itibaren ziyaretçi olarak gelmeye devam edenlerin ortak özelliği, ortak referans mekânları ve İstanbul’la ilgili olan kimlik ‘icrası’nı günümüze taşıma biçimleri gibi. Yani mahallelerini, İstanbul’da yaşadığı dönemde gittikleri kiliseyi, okullarını, atalarının gömülü olduğu mezarlıkları ziyaret ediyorlar. Bu, Rumların sevdiği şehrin deneyimlerinin yeniden haritalanması olarak yorumlanabilir. Sonuçta halen Yunanistan’da yaşayanların kendilerine ‘Polites’, yani Şehirli/ İstanbullu olarak hitap etmeleri çoğu insanın Şehir’den bağlarını koparmadığını gösteriyor. 

Bir Tutam Baharat filminin Yunanistan'daki afişi

Konferansın programına yer veriyoruz bu sayımızda ama belki siz de bir iki cümle söylemek istersiniz.

Konferansa değinmeden önce bir şey eklemek istiyorum. istos yayın açısından da bu olay önemli çünkü dolaylı bir şekilde kendisi de bir ‘64 ürünü’ sayılabilir. 1964’ten sonra kalanlar için kamusal alanı iyice daralmış durumdayken, Yunanca kitap yayımı da dondu, kitapçı kalmadı. Bu bağlama bakıldığında istos yayın, ’64 sürgün pratiklerine’ gecikmiş bir yanıt gibi okunabilir. Sürgünün 60. yıldönümü vesilesiyle kamusal alanında Rum sürgününün duyurulması, hatırlatılması ve sonuçta şehir tarihine not düşülmesi istos ekibin hedeflerinden biri. Hafıza Merkezi işbirliğiyle bir podcast serisi hazırladık ve yakında yayımlamak üzereyiz. Bu podcast serisinin ana konusu 1964 Sürgünü.Bu olaydan hareketle farklı disiplinlerden gelen araştırmacılar olayın çeşitli yönlerini irdeleyecekler.  Ayrıca daha mahalli düzeyde Tarih Vakfı işbirliğiyle Adalar Müzesi’nde konuya dair bir etkinlik düzenledik. Hrant Dink Vakfı’yla ile beraber düzenlediğimiz konferans da bu denklem içerisinde değerlendirilebilir. Maraşlı Rum Okulu'nda 20 Kasım'da düzenlenecek olan konferans, 1964 dönemini yaşamış ve konu hakkında konuşacak olan sınırdışı edilen kişilerin tanıkları olacak. Akademik dünyadan isimlerin kavramsal tartışmalarına da ev sahipliği yapacak olan konferansta genç araştırmacılar da konuyla ilgili katkılarını sunacak. Melike Çapan'ın imza attığı belgesel Yeniden Buluşacağız: İmroz’un 1964 Belleği ve İstanbullu Tasos Boulmetis'in filmi Bir Tutam Baharat konferans kapsamında gösterilecek. O günün gelmesi için sabırsızlanıyoruz!

Konferans Programı

9.30 Kayıtlar ve Açılış
9.45 Karşılama Konuşması: Patrik Hazretleri Bartholomeos
10.00 Açılış Konuşması: İlay Romain Örs
10.30 Panel 1: 1964 Sürgünleri: Kavramsal Tartışmalar
Oturum Başkanı: Ayhan Aktar
Hakan Yücel-Süheyla Yıldız, Ioannis Grigoriadis, Nikos Uzunoğlu, Rıdvan Akar
11.30 Kahve Arası
11.45 Yönetmenin Sunumuyla Film Gösterimi 1: Melike Çapan
Yeniden Buluşacağız: İmroz’un 1964 Belleği (2022)
12.45 Yemek Arası
13.30 Panel 2: 1964 Sürgünleri Çalışmalarında Yeni Yönelimler
Oturum Başkanı: Seçkin Erdi
Yorgos Katsanos, George Mavroudis, Elif Kevser Özer, Buket Cengiz
14.45 Kahve Arası
15.00 Panel 3: 1964 Sürgünlerinden Tanıklıklar ve Anılar
Oturum Başkanı: Manolis Kostidis (Rumvader)
16.30 Kahve Arası
16.45 Yönetmenin Sunumuyla Film Gösterimi 2: Tassos Boulmetis
Politiki Kouzina (2004)
19.00 Kapanış

Konferansa katılmak için kayıt olmak gerekiyor. Konferans Rumca ve Türkçe olarak gerçekleşecek, simultane çeviri imkanı olacak. 













Kategoriler

Dosya


Yazar Hakkında

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE