Çalışmasında, ‘dolma’ tarifi üzerinden Doğu Ermenicesi ile Batı Ermenicesi arasındaki ilişkiyi ele alan Açıkgöz’le konuştuk.
Yerevan’da faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşu Norarar Pordzaragan Arvesdi Kentron (Deneysel Çağdaş Sanat Merkezi, NPAK), geçen ay ‘Turıt Pats’ [Kapını Aç] başlıklı bir projeye imza attı. Batı Ermenicesi ile Doğu Ermenicesi arasındaki farklılıklara ve ortaklıklara odaklanan laboratuvar projesine İstanbul’dan multidisipliner sanatçı Anet Sandra Açıkgöz de katıldı. Açıkgöz, görsel sanatlar, video, edebiyat ve performans alanlarında eserler üreten, farklı ülkelerden 11 sanatçının yer aldığı projenin video art bölümünün küratörlüğünü üstlendi. Uzun bir araştırma sürecinin ardından 27 Eylül’de NPAK’ta kapılarını açan sergi büyük ilgi görürken, projenin kamusal etkinlikleri 12 Ekim’e kadar sürdü. Çalışmasında, ‘dolma’ tarifi üzerinden Doğu Ermenicesi ile Batı Ermenicesi arasındaki ilişkiyi ele alan Açıkgöz’le konuştuk.
‘Turıt Pats’ projesinden başlayalım. Projeyi anlatır mısın?
Proje, Gulbenkian Vakfı’nın desteğiyle hayata geçti. Batı ve Doğu Ermenicenin farklılıklarına ve ortaklıklarına odaklanan, sanatçıların Batı Ermenicesini araştırdıkları ve sanat eserlerini geliştirdikleri araştırma projesi olarak başladı, daha sonra sergi ve kamusal etkinliklerle devam etti. Sanatçılar görsel sanatlar, video, edebiyat ve performans alanından NPAK tarafından duyurulan bir açık çağrı ile seçildi. Bu süre zarfında alanında uzman kişiler ile röportajlar ve Yerevan’da çeşitli müze ziyaretleri gerçekleştirilerek saha araştırması yapıldı. Araştırmalar sonucu sanatçıların çeşitli disiplinlerde ürettiği eserlerden bir sergi açıldı.
Siz bu projeye nasıl dahil oldunuz?
2024 Haziran sonunda ‘Hangardz’ bağımsız tiyatro topluluğunun Ermenistan turnesinde yaklaşık 10 gün Yerevan’da kalma fırsatım oldu. Bu süre zarfında topluluğun ‘Yüreğim Dağlardadır’ oyununu NPAK’ta Ermenice sahneledi. Burada ben NPAK ekibi ile, onlar da işlerim ile tanıştı. Bir sonraki proje için kendileriyle anlaştık ve beraber bir şeyler yapabileceğimizi konuştuk.
Bunun cevabı aslında üretmiş olduğum işin ta kendisi. “Diyaloğu tarif ile sınırlandırırsak elbette pek mümkün olmayabilir” gibi ezber bir cevap verebiliriz. Ancak, ötekini, ‘bizden olmayanı’ anlamak, tanımak yalnızca kelimeleri ve dili anlamaktan çok daha öte. İletişimin kendisi, kelimelerden çok daha fazlası. Deneyim ile doğrudan alakalı. Diğerini deneyimlemek, kâğıt üzerinde tanımaktan fazlası demek.
Bu yüzden doğrudan tarif ile olmasa da tat, lezzet ve deneyim yoluyla ötekine giden diyalog kapısını aralamanın mümkün olmasından yola çıkarak ürettiğim bir işti.
Ermenistan’da dolmanın ve sarmanın tüm çeşitlerine ‘dolma’ denir. Sergide ziyaretçiler ile bunu konuştuğumuzu hatırlıyorum. Dolma, Türkçedeki doldurmak fiil kökünden türemiş bir kelime. Yemekte de biberi, patlıcanı doldurduğunuzda dolma dersiniz. Oysa bizim yediğimiz sarmaydı. İsmi biraz da bu yüzden ‘Dolma tarifi üzerinden diyalog durmak’…
Bize projeni tanıtır mısın?
İki kısımdan oluşan bir video-performans işi aslında. Birinci kısmı yaklaşık beş buçuk dakikalık bir video. Bu kısım İstanbul’da yapıldı. İki kanallı videoda her iki kültürde bulunan ancak içeriği farklı olan, yayalarımızdan kalma dolma tarifi yazan iki kişi görülüyor. Videonun ilerleyen süreçlerinde yazarlar kâğıtları birbirleriyle değiştirerek diğer lehçeyi anlamaya ve kendi lehçesine uyarlamaya çalışırken görülüyor.
İşin ikinci aşaması ise Yerevan’da oldu. Sergi açılışından bir gece önce Brezilya, Ermenistan ve Rusya’dan sanatçı ve küratörlerin katılımıyla İstanbullu Ermenilere özgü olan ve videoda Batı Ermenicesi tarifiyle yazılan yaprak dolması tarifine uygun sarmalar sarıldı. Böylece bir masa etrafında ‘doymak’ gibi basit temel ihtiyaçtan fazlası için buluşma fırsatı yakaladık. Sarılan bu dolmalar, sergi açılışında, belki de ilk defa ‘batılı’ bir tarif tadımı yapacak olan sergi ziyaretçilerine sunuldu. Az önce bahsettiğim iletişimin yalnızca harfler, kelimeler ve cümlelere sıkışmadığı alternatif bir diyalog kurma çabası işte burada amaçlanmıştı.
Bu projenin bu diyalog kapısını araladığını düşünüyor musunuz?
Umuyorum… Gözlemlediğim kadarıyla bir kapı araladık, evet. Ancak bu kapının kesinlikle içeriye veya dışarıya davet içermediğini söylemem gerekir. Bu kapının aralanması, kapının ardının duyumsama alanına girmesiyle alakalı.
Bu, dolmaların sarıldığı, çeşitli coğrafyalardan insanların bir araya geldiği gece başladı. Kimisi yayasını anımsadı, kimisi mamasının kalın sardığını ve böyle öğrendiğini söyleyerek başladı. O gece dolma nerede nasıl sarılıyor, lezzeti nasıl gibi konuların yanı sıra farklı coğrafyalarda büyüyen kadınların ‘kadınlık’ deneyimleri de konuşuldu... Hesaplamadığım, kendiliğinden gelişen bir durumdu bu.
Sergi açılışında ziyaretçilerle dolmanın kelime köküne dair uzun uzun konuştuğumuzu hatırlıyorum. Tarih boyunca milliyetçi değerler çerçevesinde araçsallaştırılan yemeğin, ortak kültürel bir değer olarak insanları bir araya getirme ve ‘biz’ kavramını yeniden şekillenme gücünü birlikte izledik. O an konuştuğumuz dilin farklılığı da ortaklığı da tam ortamızda konumlanmıyordu artık.
Ziyaretçilerin yaptığınız işe ilgisi nasıldı? Siz ne hissettiniz?
Sanırım dolmaların yenmesi değil, ziyaretçilerin dolmaları yedikten sonra bunun üzerine konuşmak istemeleri beni etkileyen noktaydı. Ermenistan’da dolmalar çöpe gitmez, yenileceğinden kuşkum yoktu. Ancak daha sonra üzerine konuşmayı bu kadar beklemiyordum. O âna kadar sanırım kimilerine yabancıydım, ki tadım, beraberinde İstanbullu Ermenileri de tanımaya dair soruları beraberinde getirdi. Misafirdim ama kendi coğrafyamı da lezzet ile misafir ettirmiştim. Bu da zaten ürettiğim işin asıl hedefiydi.
Biraz da daha önceki projelerinizden bahsedebilir misiniz?
Daha önce bu projedeki gibi bir performansım olmadığını söylemeliyim. İşlerimde genellikle iz, boşluk ve temsili sorunsallaştırıyorum ya da buna alternatif yollar arayan işler üretiyorum diyebilirim. Çalıştığım konular genellikle devlet şiddeti, görünür ile duyulur olanın kesişim alanı gibi sınırlarda dolaşıyor. Kavramlar ve kelimeler aracılığı ile gerçeklikten kopmadan bir oyun alanı yaratmaya çalışıyorum.
Ne demek istediğimi iki örnek ile açıklayabilirim: 2023 yılında ürettiğim ‘Füg’ adlı video işimde yakar top oynayanları izliyorduk örneğin. Top, Türkiye’nin yüzleşemediği ve sorumluluk almayı reddettiği travmatik olayların metaforik bir biçimiydi. Oyunda da gerçekte de topa dokunan yanıyor. Bizler de toptan kaçan yahut topa dokunsa da oyunda kalmaya devam eden oyuncuları/failleri izliyorduk. 2022 yılında ürettiğim ‘Finder’s Keepers’ (Bulanındır) adlı işim ise internetten hazır bulunan bir videonun teliften alındırılmış halinden oluşuyordu. Define avcılarının hazıra konması ile benim videoyu kullanma biçimim arasında bir paralellik vardı.