Şöyle bir sahne düşünün, bir eğlence mekanı, sahnede alaturka müziğin belli başlı tüm enstrümanları mevcut: keman, kanun, ud… Kemanı çalan bir Bulgar, Nick Doneff; udi bir Rum, Aşil Pulos; klarnette bir başka Rum, John Pappas ve kanuni ise bir Ermeni, Garbis Bakırcıyan… Okunan şarkılarsa, neredeyse hepimizin aşina olduğu Türkçe alaturka müzik. Bu müzik ziyafetini kayda alan da Arnavut Aydın. Osmanlı
SEVAG BEŞİKTAŞLIYAN
besiktasliyan@gmail.com
Şöyle bir sahne düşünün, bir eğlence mekanı, sahnede alaturka müziğin belli başlı tüm enstrümanları mevcut: keman, kanun, ud… Kemanı çalan bir Bulgar, Nick Doneff; udi bir Rum, Aşil Pulos; klarnette bir başka Rum, John Pappas ve kanuni ise bir Ermeni, Garbis Bakırcıyan… Okunan şarkılarsa, neredeyse hepimizin aşina olduğu Türkçe alaturka müzik. Bu müzik ziyafetini kayda alan da Arnavut Aydın. Osmanlı ahenginin, bir müzik sahnesine yansıması adeta. Fakat mekan yakınımızdaki coğrafyalardan birisi değil, New York, ABD. 1920’lerde başlayan bir Osmanlı eğlence hayatına, 1970’lerin başlarına kadar tanıklık eden 8. Cadde. Çoğu Osmanlı’nın giderek onlar için zorlaşan sosyal hayatından ve askerlik derdinden, tüm dünyada büyük bir cazibe yaratan Yeni Dünya’ya kaçan sanatçılar, yerleştikleri New York’ta, geldikleri imparatorluk, geçmişinden iz kalmayacak şekilde tarihten silinmeye çalışırken, çok uzak topraklarda, giderken beraberlerinde götürdükleri müziklerini icra ederler ve buralarda öğrendikleri hünerlerini sergilerler.
Her şeyiyle ABD’ye taşınan bu eğlence hayatı, özellikle 1950’lerde adeta altın çağını yaşar. 8. Cadde’nin üzerindeki 23. ve 42. Sokaklar arasında konumlanan birçok eğlence mekanı açılır. En çok bilinenleri ise Port Said, Egyptian Gardens, Britania, İstanbul, Ali Baba, Seventh Veil ve Grecian Palace Cafe. Sadece Osmanlı topraklarından gelenlerin değil, zarif New Yorkluların ve Leonard Bernstein, Melvin Douglas, Ann Sheridan, Dave Brubeck, Lennie Tristano, Tony Scott ve Herbie Mann gibi ünlülerin de uğrak mekanları haline gelirler.
Bu mekanların çoğunun giriş ücreti, dönemin en ünlü gece kulübü Copacabana’dan bile daha pahalı olmasına rağmen, neredeyse her gece dolup taşar. 1950’de meşhur Udi Hrant, hem gözlerinin tedavisi, hem de arkadaşlarının ısrarı sonucu, New York’a geldiğinde adeta yer yerinden oynar. Müziği o kadar çok sevilir ki, hemen arkadaşlarıyla çıkacağı bir ABD turnesi teklifi alır ve Boston, Los Angeles, Detroit ve Fresno’da bir dizi konser verirler.
Mekanların sergiledikleri Osmanlı mirası, sadece müzikten de ibaret değil. Elbette şiş kebap, baharatı bol yemekler, börekler, dolmalar ve görenleri hayrete düşüren mezelerle donatılmış masalar, tabii ki rakı, nargile ve Arap dansözler… Bir yanıyla bir neslin kendi topraklarındaki kültürleri yaşatması sağlanırken, bir yanda da oryantalist bir otantizmin merakı okşanır elbette.
Aynı zamanda, bu mekanlarda sahne alan sanatçılar albümler yaparlar. 1920’lerde RCA Victor ve Columbia’nın bastığı Aşil Pulos, Marko Melkon, Garabed Mircanyan ve Kemani Minas’ın kayıtları, en çok ilgi görenlerdir. Özellikle 40 ve 50’lerde, yoğun taleple birlikte artış gösterir ve sanatçılar kendi kayıt şirketlerini kurmaya başlarlar. Çok kısa yaşasa da, en ünlüleri Me-Re Records. Bu şirketi ünlü yapan, sadece 4 kayıt yapabilmiş olsa da, ortaklarının dönemin en ünlü kemanilerinden Nick Doneff ile kendine ait kayıt stüdyosu bulunan Arnavut Aydın olması. Anlaşamayarak ayrılan ortakların ikisi de daha sonra kendi şirketlerini kurarlar. Nick Doneff’in kurduğu Kalaphon büyük başarılar kazanır. Arnavut Aydın’ın 29. Sokak’taki Egyptian Gardens’ın altında bulunan stüdyosu da sanatçıların uğrak yeri olmayı sürdürür. Bu sektörün canlılığından dolayı, Marko Melkon’un 1922’de Türkiye’den çağırdığı Kanuni Garbis de, bir süre sonra kendi kayıt şirketini olan Stamboul Records’u kurar. Bunların yanı sıra Balkan ve Metropolitan da, sanatçıların albümlerini basan en ünlü şirketlerdendir.
Marko Melkon, Kanuni Garbis, Nişan Sedefyan, Şeker Mari, Madlen Araratyan, Rupen Altıparmakyan, Chick Ganimyan, Jorj Mıgırdiçyan, Aşil Pulos, John ve Dino Pappas, Lui ve Natan Matalon biraderler, Viktorya Hazan, Nick Doneff ve daha birçokları, New York’ta bir dönemin eğlence hayatına damgasını vurmuş sanatçılar… Fakat onlar için hayat o kadar da eğlenceli değil. Her şeye rağmen içlerinde kalan memleket hasretini tüm derinliğiyle yaşadılar ve geldikleri toprakların müziğini icra ederek, ABD’de adeta Osmanlı sosyal hayatıyla çerçevelenmiş bir mikrokozmos inşa ederek, bu hasreti aşmaya çabaladılar. Yine de onlardan bize yankılanan en ünlü şarkı, hissettiklerinin kısa bir özeti: “Neden geldim Amerika’ya?”
Fotoğraflar: Stacy Poulos’un arşivi