ESRA KARADOĞAN
Bugün hâlâ özlediğim şey bu: Daimi bir aidiyet hissi; bir yerin, onu ne kadar hak ettiğime bakmaksızın benim olduğunu bilmek. Talep edilmemiş, bir talebi de bulunmayan o sevgiyi elde edecektim; insanlara değil, sahip oldukları mekânlara bağlı bir sevgi –anne, kız gibi. Ne ki artık o yere sahip olmadığımdan bu durumun nasıl olduğunu hayal edemiyorum; çünkü artık bir annenizin olmaması, onun kızı olmayı da unutmanız anlamına gelir.”
Wilhem Röntgen’in X ışınlarını keşfiyle başlayan bir romanın nasıl olacağını düşünürdünüz? Bilimsel detaylar ve bazen de bilim adamlarının hayatlarında kesitler sunan bir romanı hangi kategoriye koyardınız? Evet ‘Bakış’, birkaç buluşa değinerek ilerleyen, ilginç bir yapısı olan bir roman. Fakat tüm detaylar iktisatlı ve yerinde bir şekilde kullanılmış, metaforlarla dolu bir kitap Bakış. Röntgen cihazından, isimsiz anlatıcının annesiyle olan ilişkisine, annesinin son günlerine, aralarındaki acı verici sessizliğe değinen sonrasında ise anne olmak ve evlat olmak, arasında gidip gelerek akan bir roman.
Ne yapacağız?
Daha ilk satırlarda altını çizme ihtiyacı ve merak ile doluyorsunuz, yalnız merak duygusu kurgudan çok yazarın sonraki adımının ne olacağına dair. Çünkü anlatıcının sesi kulaklarınızda ve ister istemez yazara soruyorsunuz: Tüm bunlarla ne yapacağız? Nerede tam olarak birleşecek bütün bunlar? Halbuki yazar sadece kısa bir süreliğine sizi kendi dünyasının biraz ötesinde tutuyor ve sayfa sayfa, ağır ama emin adımlarla kurgusunun içine davet ediyor.
Annesinin yanında, ona destek olan, bir evlattan, annesi için endişelenen bir kadından daha çok bir hasta bakıcı edasıyla ilgilenen anlatıcının, annesiyle olan ilişkisini gözden geçirmesi ve annesinin kaybıyla, artık evlat olmadığını fark etmesiyle ilerlerken, bir süre sonra anlatıcı anne oluyor ve anneliğin çetrefilli, ikilemli yollarından geçiyor. Bakış, bebek sahibi olmanın zorluklarından bahseden bir roman değil, buranın altını çizeyim, bakış ilişkileri, rolleri, aile dinamiklerini, insanlar arasındaki mesafenin ne kadar acı verebileceğini anlatan bir roman.
“Hastalığının ilk evreleri boyunca ölümünün, bir noktada aramızdaki duvarları kaldıracağını, bunların artık gerekli olmayacağını sanmıştım ve böylelikle bizi sarsmak ve yıkayıp temizlemek için bir çeşit hakikatin, bir damla veya tufan gibi gelip akacağını zannetmiştim. Hiç değilse annemin hayatında, çocukluğum boyunca benden titizlikle uzak tutulan kısımlara ulaşabilme lütfuna ereceğimi düşünüyordum; bu adı geçmeyen kısımların varlığını hissediyordum bir tek, odalarının yarısı görünmeyen bir eve konuk olmuşum gibi çevreliyorlardır beni.”
Aslında anlatıcı pek çok kadının geçtiği bir yolu tarif ediyor, ya da en azından benimkine benzer bir yolu; kadınlarının anneleriyle ve kızlarıyla ilişkilerini, özlemini çekse bile aslında anneliğin bir özgürlük kaybı olduğunu, aynı hissiyat içerisindeki anneler için vicdan azabı çektirmeden, ama bu durumu uzun boylu analiz ederek ilerliyor. Zaten anlatıcının ananesinin bir psikanalist olması ve konunun Sigmund Freud’a varmasıyla anlatıcıyla beraber çocukluk ve anneliğin analizi ile doluyor roman. Tüm bunları okumak, bir yandan ilerlemek bir yandan da zihninin arka tarafında yazılanları düşünmek beni çok mutlu etti.
“Merak ediyorum, sevgiyi yalnızca eksikliğinde hissetmem, acaba benim hakkımda ne söylüyor? Oysa sevgi yanı başımdayken duyumsadığım sadece rahatsızlık, bir dizi huzursuz edici şey, günlük yıkamalar ve çocuk çayları, bakım işinin monotonluğu ve bunun ötesinde, önceki hayatıma dair, özgürlüğün ne kadar güzel olduğuna dair anılar… Ne ki o zamanlar özgürlüğümün farkında değildim, çünkü özgürlük sadece kısıtlama durumu olduğunda geçerlidir. Başka şeyler de vardı o vakit; şimdi başka bir seçeneğin beni daha memnun kılacağını nasıl söyleyebilirim? Ve şu an başka bir hayatı yitirdiğimi hissederken, bu hayatı yitirme hissini yaşamayacağımı nasıl düşünürüm?
Kadın romanları diyerek bir kategoriye konulan ve küçümsenen bir dünyada ‘Bakış’, tahmin edemeyeceğiniz şekilde ilerliyor. Şaşırtıcı demek doğru olmaz, ama inanılmaz güzellikte bir roman. Her sayfada altını çizdiklerim, yazarın diline olan hayranlığım daimi olacak. Başucu kitapları fikrini sevmiyorum; insan değişiyor, okudukları değişiyor ve haliyle okuduklarına bakış açısı da değişiyor ama biliyorum, ben ne kadar değişsem de Bakış başucu kitaplarım arasında yer alacak. Jessie Greengrass’ın kaleminde kendimi buldum, anlatmak istediklerimi, hayal ettiğimin ötesinde ve benim yapabileceğimden çok daha kuvvetli bir dille anlatmış. Okumaktan çok zevk aldım ve uzun bir süre düşündüm, bu kesinlikle anlatıcıyla özdeşlik kurmamdan değil, yazarın anlatım biçimi, dili bu romanın sevmemin ilk sebebi. Ayrıca belirtmek isterim ki romandan bu kadar yoğun bir keyif almamın bir sebebi de temiz çevirisi, Rabia Elif Özcan’a bu konuda hakkını verelim.
Bakış
Jessie Greengrass
Çeviri: Rabia Elif Özcan
TİMAŞ
208 sayfa.