BÜRKEM CEVHER
Birçok kitapsever gibi benim de kütüphanemin en baş köşesinde yer alan yazarlar var; onların kitaplarını her on yılda bir baştan okuyorum. Bazen de okumadığım bir kitaplarını el altında bulunduruyorum ki onları okumaya ‘ihtiyacım olduğunda’ hemen alıp okuyabileyim. ‘Lanet Olsun Zaman Nehrine’ ile tanıştığım, ‘At Çalmaya Gidiyoruz’ ile ‘benim yazarlarım’ arasına giren Per Petterson’ın yeni romanını altı seneden fazla bekledik. İtiraf ediyorum ‘Reddediyorum’u okumadım. Acil durumlar için kitaplığımda durdu bu süre boyunca, arada açıp bir iki sayfasını okudum ve tüm cazibesine karşın zor bir durumda okumak istersem diye bir kenarda tuttum. Son romanı ‘Benim Durumumdaki Erkekler’ elime geçer geçmez hemen okudum, oysa sırada ‘Reddediyorum’ vardı.
‘Benim Durumumdaki Erkekler’ hikâyesinden çok anlatım biçimi ile yine beni kendine hayran bıraktı ama ne yazık ki hemen bitti. Kitabın tadı damağımda, Arvid Jansen’in hikâyesi aklımın bir köşesinde kaldı; doyamadım Petterson okumaya. Bu durumda bu yazı bitince ‘Reddediyorum’u okumak zorundayım, acil durumlar için Per Petterson’suz kalmak pahasına.
Boşanma ve ölüm
Boşandıktan bir yıl sonra sabahın erken bir saatinde Arvid Jansen’in telefonu ısrarla çalmaya başlar. Arayan eski karısı Turid’dir. Arvid’den başka kimsesi olmadığını, bilmediği bir yerde kalakaldığını söyler. Çevresini tasvir etmeye başlayınca Arvid eski karısının nerede olduğunu anlar ve onu almaya gider. Belli ki Turid’in başına kötü bir şeyler gelmiştir ama Arvid konuyu deşmek istemez. Turid’i alıp evine bırakır, Turid’in kalması yönündeki isteğini geri çevirir ve kendi evine döner.
Bu noktada geriye dönüşlerle hikâyesini anlatmaya başlar Arvid. Karısı Turid, bir yıl önce üç kızını da alarak evi terk etmiştir. Yeni bir arkadaş grubu vardır ve artık Arvid’i sevmediğini söylemiştir. Aslında evlikleri çok daha önce dağılmıştır ancak boşanmadan bir yıl kadar önce büyük bir gemi kazasında Arvid’in iki erkek kardeşi, annesi ve babası ölmüştür. Turid, bu büyük trajedinin üzerine bir yıl daha beklemiş, Arvid’i ondan sonra terk etmiştir. Zaten karıkoca evliliklerinin son birkaç yılında birbirlerine iyice yabancılaşmışlardır. Hatta çoğu gece evde uyuyamayan Arvid, ancak otoparkta arabasının içinde uykuya dalabilmektedir.
Boşanmanın ardından ev Arvid’e bomboş gelmiştir, o yüzden de çoğu geceleri farklı kadınlarla o kadınların evlerinde geçirmeye başlamıştır. Ancak Turid’in aradığı sabah, kendi evinde uyanmıştır. “Bu ayları geride bıraktığımda, benim gibi bir erkeğin yapabileceğini önceden hiç düşünmediğim kadar çok yatak odasından, evden ve semtten geçmiştim. Ancak bu durum kendiliğinden son buldu, ateş olmak istemiştim ama ateşimde alevden fazla kül vardı artık,” der. Gerçekten de sürekli başka başka kadınlarla olmak, her seferinde farklı bir kadını baştan çıkarmak artık yormuştur Arvid’i.
Arvid önceden üç kitap yayınlamış, bilinen bir yazardır. Üniversiteyi terk edip çeşitli işlerde çalışmıştır. Boşanmanın ardından bir yazarlık bursu alıp çalıştığı fabrikadan istifa etmiştir. Ne var ki artık yazamamaktadır. Hatta kendi evinde oturup kitap bile okuyamadığı için sık sık arabasıyla uzun yolculuklara çıkar. En sık gittiği yerlerden biri, Oslo’dan çıkıp İsveç sınırının ötesinde yer alan bir kasabadaki kafedir. Orada hep aynı masaya oturur ve kitabını okur.
Arabasıyla sık sık Oslo ve çevresini gezmeye çıkar. Bu gezilerde belleğinde hep çocukluğu, gençliği, annesi ve babasının geçmişleri yer alır. Her ne kadar ailesi hayattayken birbirlerine çok düşkün bir aile değillerse de sürekli ailesini özlemektedir. Bir türlü ayrılış biçimlerini tam olarak kabul edememiştir. Hatta mezarlarını bile uzun süre ziyaret edememiş, nihayet ziyarete gittiğinde hiçbir şey hissedememek onu çok daha fazla sarsmıştır. Ancak anne ve baba özlemini, önceden babasına ait olan, şimdiyse her yere babası gibi kolunun altında götürdüğü evrak çantasında ve şimdi çalışma masasında duran, annesinin Buda heykelinde hissederiz.
Roman karakterleri çözülmesi zor, karmaşık kişilerdir. Yine de Petterson bize bu kişileri öylesine resmeder ki hiçbir tepkileri karşısında şaşırmayız. Hem Arvid hem Turid boşanma travmasını atlatamaz, yalnızlık her ikisini de sarsar ve yaşadıkları travmaya farklı şekillerde tepki verirler. Onların hüznünü anlayan, onların neler hissettiğini, mutsuzluklarını algılayan on iki yaşındaki büyük kızları Vigdis olur. Ancak Vigdis’in elinden de pek bir şey gelmez. Babasıyla çıktıkları küçük bir kamp gezisinde babasına, annesinin de çok mutsuz ve pişman olduğunu söyleyerek son kozunu oynasa da Arvid için köprünün altından çok sular akmıştır. O andan sonra Vigdis onları birleştirmek için artık bir şey yapamayacağını anlar, üstelik anne babasının da Vigdis’e faydaları olmayacağı açıktır.
Boşanma, ayrılık, yalnızlık, ölüm ve boşluk izlekleri etrafında işlenen romanda yazar, Arvid gibi boşanmış erkekleri odak almakla birlikte her insan biriciktir. Arvid’in kendine ait acıları, kendi sıkıntıları vardır. Ancak kendi durumundaki erkekler gibi bir süre hem yalnızlığın çaresizliği hem de özgürlüğün verdiği güvenle sürekli farklı kadınlarla birlikte olur. Üstelik her seferinde bu kadınların hayatının aşkı olabileceğine karşı da bir umut taşır, ancak birlikte olduğu her kadından ayrıldığında bu umut da ateşinin küllerine karışır.
Sık sık çocukluğunun geçtiği muhite gider. Her yerde babasını, annesini veya kardeşleriyle geçirdiği günleri anar. Per Petterson da ailesini bir gemi kazasında kaybetmiş. O hüznü ve acıyı böylesine içten anlatması, okuru kitap boyunca kendi hüznüne dahil etmesi belki de bundandır, diye düşünsem de Petterson’un diğer romanlarında da hüzün hep ana duygu olarak karşımıza çıkmaktadır. Yine de kendi kişisel trajedisini bu romana öylesine ustalıkla yerleştirmiş ki hem tüm duyguları çok gerçekçi yansıtıyor, hem de okuru acılara boğmadan, okurun duygularını suistimal etmeden okurlarını romanın içine dahil ediyor yazar.
Romanda Norveç’in doğasını, kış soğuğunu, karanlık Oslo gecelerini çok güzel anlatıyor yazar. Eminim Oslolu okurlar Arvid’in kent içinde sık sık çıktığı yolculukları çok daha iyi takip edebileceklerdir ancak Oslo’yu bilmeyen okurlar da her caddenin, her mekanın Arvid için anlamını hissedebilmektedir. Kenti bilenler için çok rahat göz önüne getirilebilecek bu yolculuklar kenti hiç bilmeyen okurlar için de duyguların haritası üzerinden takip edilebilmekte, hiç bilmediğimiz Oslo kentinde Arvid’in hisleri çerçevesinde rahatça dolaşabilmekteyiz.
Ortak kahraman
Hem ‘Lanet Olsun Zaman Nehrine’de hem de ‘Benim Durumumdaki Erkekler’de ana karakterin ismi Arvid Jansen’dir. ‘Lanet Olsun Zaman Nehrine’deki Arvid annesinin mide kanserine yakalandığını öğrenince onunla bir tatile çıkar. ‘Benim Durumumdaki Erkekler’in bir bölümünde ise Arvid annesinin ölümcül bir hastalığa yakalandığından bahseder; ancak annesi o hastalıktan değil gemi kazasında ölmüştür. O halde aynı Arvid Jansen’in hikâyesinin devamını okuduğumuzu düşünebiliriz. ‘Lanet Olsun Zaman Nehrine’deki Arvid’in annesinin trajik sonunun hastalık yüzünden değil bir gemi kazasına bağlı olduğunu anlarız. Petterson’un henüz Türkçeye çevrilmemiş romanlarından birinde de bu gemi kazasını anlattığını göz önüne alacak olursak her ne kadar Arvid Jansen yazarın da belirttiği gibi birebir Per Petterson değilse de yazarın kendi hayatından pek çok rol çalmıştır. Per Petterson’un da tam zamanlı yazar olmadan önce bir fabrikada çalıştığını ekleyelim. Tüm bu bilgiler ışığında gerçek hayat kurguya ne kadar sirayet ediyor, nerede kurgu başlıyor nerede bitiyor, bu sınırlar daha da belirsizleşiyor. Yine de bir otobiyografi okumadığımız, oldukça güçlü bir roman okuduğumuz hissi bizi bir an olsun bırakmıyor. Burada devreye Per Petterson’un anlatımı, yazım tekniği giriyor çünkü yazar asla kronolojik bir seyir izlemiyor romanda. Okur olarak dikkatlerimizi bir an bile dağıtmadan sadece romana odaklanarak ilerlememiz, anakronik anlatımda kronolojiyi kendimizin kurmamız gerektiğini asla unutmamamız gerekiyor. Petterson romanlarının cazibesi de okurun çabalarını roman anlatımına dahil etmesinden geliyor.
Per Petterson’un diğer üç kitabı gibi ‘Benim Durumumdaki Erkekler’ de Metis Yayınları tarafından yayınlandı. Kitabı son derece akıcı bir dille Türkçeye Banu Gürsaler Syvertsen çevirmiş. Her zamanki gibi oldukça özenli bir şekilde yayıma hazırlanan romanda göze çarpan yazım ve dil yanlışı sıfıra yakın. Emeği geçen herkese bir okur olarak teşekkür etmek istiyorum. Yeni Per Petterson romanını altı yıl bekledik ama beklediğimize değdi. Umarım Metis Yayınları en kısa zamanda Türkçeye çevrilmemiş tüm Petterson romanlarını yayınlar da biz de bir altı yıl daha beklemek zorunda kalmayız.
Benim Durumumdaki Erkekler
Per Petterson
Çeviri: Banu Gürsaler Syvertsen
Metis Yayınları
256 sayfa.