ZEBERCET KATİP
Mehmet Mahsum Oral, bir ‘barbar anlatısı’ olan ‘Barbarlarla Beklerken’de Kontantin Kavafis’le aynı barbarları mı beklediğini sorgulayarak metnine giriyor. Sonra da kendisini barbarlarla beklerken bulduğunu, bu barbarların Kavafis’in barbarları olmadığını, bunların onlarla beraber beklenilen ‘yeni barbarlar’ olduğunu belirtiyor. Bu ‘yeni barbarlar’, aslında çoktan gelmiş, belki de hep burada olan, üstelik tenhalarda değil, her yerde çarşıda pazarda olan barbarlar. Aslında her gün gördüğümüz, konuştuğumuz, selamlaştığımız, kavga ettiğimiz, nefret ettiğimiz, sevdiğimiz nesneler mi bunlar? İşte bunu cevabını okuyucu verecek.
Çokeşlilik deyince…
Oral’ın anlatısı dilin uçlarında (belki de burada Ahmet Soysal’ın ‘Üç Uç-Artaud, Beckett, Blanchot’ kitabı hatırlanabilir. Kısaca Soysal, bu metninde Artaud, Beckett ve Blanchot’nun dilin ötesine geçip farklı uçları yayılıp sınır-aşan bir tavır içinde olduğunu söylemişti), sınır aşan, belki de sınırı tanımayan, belirli ile belirsiz’in, burada olan ile burada olmayan’ın, gündelik ile düş’ün, uzak ile yakın’ın tüm farklarına, birbirini dışlayan özelliklerine rağmen yan yana durabildiği güçlü bir anlatı. Bunu ustalıkla becerirken yazar, güncele dair eleştiriden de kendini sakınmıyor: “Bir başka şehre varıyorum ve buranın özelliği taştan yapılmış olması değil. Çokeşliliğin olduğu bir yer burası. Bütün barbarlar burada çokeşli yaşıyor. Tuttukları takımla, partiyle, liderle, birer davayla evliler. Burada barbarlar savaşmadıkları zamanlarda akmayan kanlarını savaş filmleri yapan yapımcılara bağışlıyorlar. Böylece izledikleri filmlerin çatışma sahnelerinde kendilerinden bir şey sıçrıyormuş oyunculardan. Bu aidiyet onları mutlu ediyor, sen sevdikleri oyuncular yaralı olanlar, çünkü onlara o kadar çok kan vermişler ki hiçbiri ölmüyormuşkan kaybından. Ve bu filmlere “Ne yazık ki barış zamanlarında çekilmiş filmler” adını verdiklerinin duyuyorum.” ya da barbarlığı kutsayan, ölümün yüceltilen topluluğun alatıldığı şu pasaja bakmakta fayda var: “Bir hastanenin önünden geçtiğimi fark edince klasik müzik eşliğinde yapılan bir anonsa kulak vermeye başlıyorum. Anonsu yapan barbar, bütün kan gruplarının döküldüğünü ve kimsenin gözünün arkada kalmaması gerektiğini bağırıyor. Anonsu dinleyen kalabalıklar birbirlerini tebrik ettikten sonra tüm kuşakların siyah kuşak olmalarını kutluyorlar. Kürsüye en yaşlı barbarı çıkarıyor kalabalıklar, boynundaki büyük kolyede ‘yaşayan ulu çınar’ yazılı bir etiket olduğunu görüyorum...”
Dilin olanaklarını çokça soyuta kaçmadan zorlayan, bunu yaparken insana, doğaya, çevreye dair duyarlılığını koruyan, yeraltına, kargaşaya yer açan ve hala belirsizliğini kaybetmeyen bir ‘özne’nin iç çekişi, sayıklaması ya da monoloğu olarak da düşünebileceğimiz ‘Barbarlarla Beklerken’, fail’in deneyimlediklerini ironik bir anlatıya da dönüştürdüğü Türkçe edebiyat açısındna sevindirici bir gelişme.
Mardin, Kızıltepe’de 1982’de doğan Mehmet Mahsum Oral, ilk kitabı ‘Qûte Salê’yi 2015 yılında Ava Yayınlarından Kürtçe olarak yayımladı. Dil konusunun irdelendiği nehir söyleşi kitabı olan ikinci çalışması Mustafa Aydoğan’la Söze Dair ise 2018 yılında Lis Yayınları tarafından okuyucuya sunuldu. Halen Eleştirel Kültür dergisinde yazıları yayımlanan Mehmet Mahsum Oral, merkezi Mardin’de bulunan ve 2016 yılından beri çağdaş sanat alanında kaydadeğer seminerler ve atölyeler düzenleyen ‘Mişar Art’ inisiyatifinin de kurucuları arasında yer almaktadır.
Barbarlarla Beklerken
Mehmet Mahsum Oral
Everest Yayınları
80 sayfa.