LEVENT ÖZYILDIRIM
Teknoloji, insanlığı kapitalizm sonrasına taşıma yolunda bize yardımcı olan biricik müttefikimiz mi, yoksa hayatlarımızı alt üst ederek bu yola taş koyan baş düşmanımız mı? Bu çağda devrimleri sosyal medyanın yeni kitlesel meydanlarında mı gerçekleştireceğiz, yoksa bizzat bu meydanlar düzeni bozmayalım diye hapsedildiğimiz kum havuzlarımız mı? Robotlar, işlerimizi kolaylaştırarak sırtımızdaki yükü azaltan sevimli dostlarımız mı, yoksa mesleklerimizi elimizden alarak bizi köle haline getiren yeni sahiplerimiz mi?
Nick Dyer-Witheford, ‘Siber Proletarya’ isimli çalışmasında, okuyucuya bu sorular etrafında ‘adeta bir hortum gibi dönüp duran’ işçi sınıfının yakın tarihi ve mevcut durumu hakkında etraflı bir analiz sunuyor. Otonomcu Marksizm geleneği içinden yazılmış kitap, bu düşünce okulunun popüler yazarları Michael Hardt ve Antonio Negri’nin aksine salt teknoloji olumlayıcı değil, sınıf vurgusunda ısrar eden, daha işçici (operaismo) bir hattı tercih ediyor.
‘Kaliforniya ideolojisi’
Yazar, Karl Marx’ın makineler ve işçilerin üretimde oynadıkları rolleri inceleyerek kapitalist kriz mekaniğini çözümlediği meşhur ‘kâr oranlarının düşme eğilimi yasası’ndan yola çıkıyor ve buradan hareketle hem üretimin, hem de mücadelenin küresel düzeyde kendini gösteren yeni bileşimlerini takip ediyor. Bugün bir harabe haline gelmiş Detroit’in otomobil fabrikalarındaki Fordist dönemden ‘kaynak robotlarının ritimlerini çocuk emeğinin hünerli ellerine göre ayarlamaya girişen’ Toyotizme geçişi, Amerika’da torna tezgâhında çalışan işçi sayısının kumarhanelerde krupiye olarak çalışandan az hale gelişini, Asya’da devasa kır nüfusunun mega şehirlere dünya-tarihsel göçünü, ‘kitlesel kolektif işçinin düşüşü’ ile yükselişe geçen hizmet sektörünü ve nihayet zirvede milyarder girişimci, ortada proleterliği hacker kültürüyle gizlenen kod işçisi ve en altta zehirli ve ağır işi yapması için sınırötesine gönderilmiş köleden oluşan ‘Kaliforniya ideolojisi’ni tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor.
Dyer-Witheford, mobil teknolojilerin yaygınlaşmasıyla Afrika’da oluşan yeni proleterleşme dalgalarını, Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde elektronik cihazlarda kullanılan elementleri çıkarmak için açıkça köle emeği kullanan madenleri, sosyal medyanın ‘içerik denetleyicisi’ ordularını ve kullanıcıların ücretlendirilmemiş emeğini ve yapay zekâ teknolojilerinin gerektirdiği ‘eğitim fabrikalarını’, köylülüğün sonu, göçler, güvencesizlik ve çalışmanın kadınlaşması gibi eksenlerden inceliyor. Kitap boyunca bu dönüşümlerin birbirlerini sarmal bir şekilde besleyerek ‘gitgide hızlanan bir siklon fırtınası gibi döndüğü’ analojisini kuran yazar, bu girdapsal karşılıklı beslenme süreci sekteye uğradığında kapitalizmin de tıpkı sönen bir hortum gibi kendi içine çökme olasılığı olduğuna işaret ediyor.
Bu fırtınanın kaçınılmaz olarak doğurduğu mücadeleler ve bu mücadelelerin birbirleriyle olan ilişkilerine otonomcu ‘mücadelelerin dolaşımı’ teorisiyle yaklaşan eser, Google kampüsünde beyaz yakalı otobüsünü yuhalayan temizlik ve inşaat işçilerinin isyanından, Tunus’ta kendini yakarak Arap Baharı’nın fitilini ateşleyen Muhammed Buazizi’ye, ‘Occupy’ (İşgal Et) hareketlerinden Tahrir’e ve Gezi’ye yeni mücadelelerin yükseliş, geri çekiliş ve ileride tekrar etme olasılıklarının kapsamlı bir analizini sunuyor. Robot ve mobil aplikasyon ekonomisi üzerinde yükselen bu çağda, WikiLeaks benzeri hack kültürlerinin yarattığı potansiyeli ve bu yöntemlerin olası limitlerini ortaya koyuyor.
‘Siber Proletarya’, teknolojik gelişmelere karşı ‘makine kırıcı’ sabotaj yöntemlerini veya teknolojinin topyekûn reddini öneren anarşist fikirleri, tepkisel bir özcülük yaptıkları ve teknoloji dışı güya sahici bir insan portresi çizdikleri için eleştiriyor. Öte yandan, teknolojiyi devrimin gelişini hızlandıracağı iddiasıyla koşulsuz destekleyen ‘ivmecilik (accelerationism)’ ve bu doğrultuda yer yer sol tarafından da sahiplenilen nihilist ve fütürist ‘tekillik’ fikirlerini de kapitalizmin değer yasalarını görmezden gelmekle suçluyor. Sibernetiğin hem ‘anarşist reddiyesi’, hem de ‘ivmeci kucaklaması’ ile tartışan Dyer-Witheford analizini ‘ne siborg, ne de Luddist’ bir hat önerisiyle tamamlıyor.
İklim, savaş, istihdam ve varlık problemlerinin sibernetik kapitalizmi genel bir krize götürdüğü çıkarımını yapan yazar, böylesi bir krizde proleter direnişin teknolojinin komünist tahayyülünü de gerçekleştirebileceğini savunuyor: Sermayenin değil, insanların istekleri doğrultusunda değişen bir teknoloji.
Z Yayınları tarafından çevrilerek yayınlanan ‘Siber Proletarya’, yapay zekâ ve robot çağında kapitalizmin doğasını anlamak ve onu değiştirmek isteyen herkesin çok faydalanacağı bir başucu eseri.
Siber Proletarya
Nick Dyer-Witheford
Çeviri: Eylem Akçay
Z Yayınları
288 sayfa.