MURAN CANKARA
Bugün işin içine siyasetin girmediği kalburüstü bir polisiye okumak/izlemek zor; bir şekilde kabullenmiş olmalıyız: siyaset, üç aşağı beş yukarı polislik bir şey ya da polisi ilgilendiren her vaka dönüp dolaşıp siyasete ve/ya siyasetçiye bir yerinden değiyor. Bunun yanı sıra, klasik anlamda polisiyenin şehirle ilişkisi düşünüldüğünde, farklı bir yönelimin de gittikçe güç kazandığını gözlemlemek mümkün. Benim algımdaki bir seçicilikten midir bilemiyorum: Suç karşısında kolektif suskunluk, belli bir yapım kalitesinin üzerindeki polisiyeler için gittikçe daha popüler bir konu haline geliyor sanki. Mini mini dizi dünyamdan bakıldığında, büyük şehir cangılındaki bir “yabancı”nın işlediği suçtansa, kendi halinde bir kasabanın “yerli”si tarafından işlenen ve hakkında kimsenin konuşmak istemediği, dolayısıyla da herkesin ortak olduğu bir suçun -siyasete bağlansın ya da bağlanmasın- peşinden koşulması daha çok revaç buluyor gibi. Bunun bir sebebi olsa gerek. (Meraklısına: Friedrich Dürrenmatt, ‘Yaşlı Kadının Ziyareti’ oyununda mevzuyu şahane kanırtmıştı; Anthony Quinn’li filmi de mevcut). Ucundan da olsa bu konu üzerine düşünmeye vesile olacak bir kitap basıldı geçtiğimiz ay.
Ricardo Piglia (1940-2017), genellikle adı Gabriel García Márquez ve Jorge Luis Borges gibi isimlerle birlikte anılan Arjantinli müteveffa bir yazar ve akademisyen. Harvard ve Princeton gibi üniversitelerde dil ve Latin Amerika edebiyatı dersleri vermiş. ‘Suni Teneffüs’ (çev. Şen Süer Kaya, Ayrıntı Yayınları) ve ‘Son Okur’ (çev. Pınar Savaş, Delidolu Yayınları) başlıklı romanları daha önce Türkçeye tercüme edilmişti. Ayrıca, bu yazının konusu olan ‘Yok Şehir’in (çev. Pınar Savaş, Delidolu Yay., İspanyolcası 1992) çizgi romanı da ‘Yok Kent’ (illüstrasyonlar Luis Scafati, çev. Seda Ersavcı) adıyla Aylak Kitap tarafından yayınlanmıştı. 2012’den beri faaliyet gösteren İzmir kökenli yayınevi Delidolu’nun okura sunduğu ‘Yok Şehir’, kitabın arka kapağındaki kısa tanıtım yazısına bakılırsa bir ‘fütürist polisiye’. Zaten Piglia da hem Amerikan edebiyatına hem de polisiyeye pek meraklıymış ve Buenos Aires’te Raymond Chandler, Dashiell Hammett gibi yazarların metinlerini yayınlayan bir yayınevinde çalışmış.
Gazeteci ve polis
‘Yok Şehir’ gibi metinlerin olay örgüsünden bahsetmek kolay olmamakla birlikte, şunu söylemek mümkün: Ortada polisiyle, kamerasıyla gündelik yaşamı kontrol etmeye çabalayan bir baskı rejimi var ki bu, tahminimce, romanın polisiye sınıfına sokulmasına neden oluyor. Bu rejim ne kadar uğraşırsa uğraşsın, işkenceyle, toplu katliamlarla, faili meçhul cinayetlerle dolu bir yakın tarih (ki polisle ve polisiyeyle diğer bağlantıyı burada kurabiliriz) tanıklıklar, hikâyeler aracılığıyla baş gösteriyor. Bu hikâyelerin toplandığı bir kadın-makine var ki bu da metni fütürist yapıyor olmalı. Polis devletinin, hikâyelerin kontrolden çıkmasını da bahane ederek (zira hakikat ve yalan, orijinal ve kopya, ilk örnek ve ardılları birbirine karışıyormuş) bu kadın-makineyi bir müzeye kaldırmak suretiyle işlevsiz hale getirmeyi planladığı söylentileri yayılıyor. Romanı baştan sona katederek olayları birbirine bağlayan gazetecimiz de gazetelerin gerçekleri yazamadığı bu ülkede, doğal olarak, polisten önce davranmak istiyor.
Hülasa, belki roman ilk yayınlandığında pek çok insanın ciddiyetini tam kavrayamadığı ama bugün, hele bezmiş dünyamızın bazı yerlerinde, ihtimal ki çocukların bile kanıksadığı şeyler. ‘Yok Şehir’in meseleleri tanıklık, (kolektif) hafıza, dilin tanıklığı temsil etme gücü, kayıpla başa çıkma, bir direniş biçimi olarak hikâye anlatma, mültecilik, ötekilik, askerî darbe, işkence, (iç) savaş vb. (Zaten fonda da 20. yüzyıl Arjantin’i var; daha ne olsun?) Ele aldığı konularla ilgili etkileyici ve alıntılanmaya şayan bol bol parça barındırmakla birlikte kolay okunan bir kitap değil bu. Zira Joyce’tan tutun da Dante’ye kadar çok fazla göndermeyle örülü. Piglia dil ve edebiyat bilgisini biraz bol kepçe kullanmış. Postmodern metinlerin (akışkan) kimliklere, dil oyunlarına, hikâyelere, aforizmalara, çelişkilere merakı ve parçalılığa eğilimi de işi kolaylaştırmıyor. Ancak hepsinden öte, 90’lardan bu yana dünyanın savrulduğu nokta, ‘Yok Şehir’i ilginç kılıyor. Yüzleşmelerle, hakikat komisyonlarıyla filan uğraşacak hali kalmadı can derdindeki neo-liberalizmin. Bilakis, hafızanın ve onunla birlikte de şahsiyetin yitip gittiği bir yüzsüzleşme devrindeyiz. Adeta hikâyeden fütur getireceğiz. Bu füturist dünyada da insanı devletin elinden ne kurtarır, orası meçhul.
Yok Şehir
Ricardo Piglia
Çeviri: Pınar Savaş
Delidolu Yayınları
148 sayfa.