ESRA KARADOĞAN
Polisiye edebiyat denilince akla, yazarın okura cinayete dair ipuçlarını parça parça sunduğu, okuru katilin peşine düşürdüğü romanlar gelebilir. Cenk Çalışır’ın yazdığı ‘Beria’ bir polisiye roman ama başta anlattıklarıma hiç benzemiyor. Yazarın bize polisiye romanın heyecanının sadece katili kovalamaktan ibaret olmadığını göstermek istiyormuş gibi bir hali var.
Harun önce oğlu Ayberk’in vefatı, ardından bu duruma dayanamayan eşi Derya’nın intiharıyla iyice yıkılan, acılarıyla baş edemediği için duygusal açlıktan dolayı hızla aldığı kiloları yüzünden son olarak görevinden de olan bir polis; yaşadığı kayıplarla beraber varlığının gereksizliğine ikna olur. Kardeşi ve ailesiyle vedalaştıktan sonra, intihar etmek üzereyken rastladığı Aişe onun hayatına yeni bir yön verir.
Aişe’nin arayışı
Yazar romanı iki yönlü işliyor, bir yandan Harun’un yaşadıkların, duygu durumunu bize aktarırken, öte yanda kendini savaşın ortasında bulan, kocasını kaybeden, tek derdi, tek isteği kızıyla yaşayabileceği güvenli bir hayat olan Aişe’yi anlatıyor. Savaşın kanlı yüzü kendini gösterince çaresizlikten kendini Avrupa’ya atmaya çalışan annenin başına gelenler ise ayrı iç açısı. Roman buraya kadar bana bir polisiyeden çok bir dram olduğunu hissettirdi. Bu iki karakterin karşılaşması romanı polisiye noktasına taşıyor. Harun, önce Aişe’nin anlattıklarına bir anlam veremese de Beria’nın annesinden koparıldığını anladığı anda artık polis olmasa da Beria’nın peşine düşüyor, artık hayattaki amacı Beria’yı kurtarmak. Bu arada nelerle yüzleşeceğini bilmiyor.
Mülteci sorunu
Cenk Çalışır, ‘Beria’da sadece kendini kaybetmiş bir polis ile evladını kaybetmiş bir anneyi buluşturmuyor; savaşı, mülteciliği, insan ticaretini, insan kaçakçılığını ve karakterlerin psikolojik durumlarına yaklaşımlarıyla, bir adamın nasıl çöktüğünü, bir annenin çocuğunun kaybı karşısında yapabileceklerini, insanların acımasızlığını da anlatıyor. Bunlarla beraber romanın daha çok anlatıya kaçan yönleri var ve böyle bölümlerde biraz temposunu yitiriyor. Ayrıca bazen sanırım yazar edebi anlatma kaygısıyla davranıyor ve ortaya aşağıdaki gibi bir diyalog çıkıyor:
“Gri bulutların toplandığını çok geç fark etmişler. Kendisi, kocası, abisi, babası, mahalledekiler, tüm köy ve tüm ulus. Dört bir yandan esen rüzgârların getirdiği bulutların, öfke, ihanet, kargaşa, açlık, zulüm, işkence, ölüm, taşıdığını, kararıp güneşi kapatacağını görememişler. Eli palalı, omuz silahlı adamlar yağmur olup almış sokaklara. Kocasını bu fırtınada kaybetmiş. Kızını nasıl bıraksın ayazda. Ölüm törenlerinin ilahileriyle nasıl büyütsün. Kaçacak elbet. Kızı için kaçacak.”
Bunlar Harun’un sözleri, evet anlatım etkileyici ama Harun karakterinin olanları bu kadar şiirsel anlatacağını düşünmüyorum. Neyse ki bunlar romanın çok başında oluyor, ilerleyen bölümlerde karakterler daha çok kendilerine yakışan diyaloglarla karşımıza çıkıyor.
Cesur bir roman
‘Beria’ her açıdan cesur bir roman; savaşa, insanların acımasızlığına, mültecilerin yaşamlarına, sokak çocukların hayatlarına değiniyor ama asıl onu cesur kılan çocuk fahişelere, organ mafyasına ve pedofiliye temas etmesi. Tüm bunları bir arada okumanın beni biraz zorladığını bazen kitabı bir köşeye koyup başka bir kitap okumak istediğimi düşündüğüm zamanlar da oldu. Yine de merakla okumaya devam ettim. Aişe’nin Beria’ya kavuşma umudu, bir yandan Harun’un üstlendiği bu süper kahramanlığın sonucunun pek de iyi olmayacağını hissettiğiniz, öte yandan insanların para için ya da iğrenç zevkleri için nasıl kolayca el kadar çocukları harcadığını okuyacağınız sert bir roman. Sert çünkü yazar alabildiğine gerçeklere odaklanmaya çalışmış. Benim bu yazıyı yazdığım günlerde sosyal medyada kitaplarda yer alan pedofili ile ilgili tartışmaların ortasında bu romanı okumak ilginç oldu. Sansür talebine varanlar ile edebiyatta her şey yerini almalı düşüncesini arasında kalırken bu kitap bana bu açıdan iyi geldi. Bu kitap insanların acımasızlığına edebiyatla yanıt vermeye çalışan bir yazarın eseri.
Beria
Cenk Çalışır
Oğlak Yayıncılık/
Maceraperest Kitaplar
408 sayfa.