Hrant Dink Vakfı’nın DVV International ve Friedrich-Ebert Stiftung işbirliğiyle düzenlediği ‘Başka Bir Gelecek İçin Hafıza Mekanları, Hafıza Yolları’ konferansı 22- 23 Mart tarihlerinde İstanbul’da gerçekleşti. Galatasaray’daki Yapı Kredi Kültür Sanat Merkezi’nde düzenlenen uluslararası konferansa geniş katılım oldu.
Konferansın açılış konuşmasını Rakel Dink yaparken açılış tebliğini ise Columbia Üniversitesi’ndan Karşılaştırmalı Edebiyat ve Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları profesörü Marianne Hirsch yaptı. Açılışın ardından ‘Zor Geçmişleri Sergilemek’ başlıklı oturuma geçildi. Ayfer Bartu Candan’ın oturum başkanı olduğu oturumda Atina Üniversitesi’nden Marlen Mouliou, District Six Müzesi Direktörü Bonita Bennet, Beyrut Amerikan Üniversitesi’nden Mona El Hallak, Apartheid Müzesi Sergi ve Eğitim Küratörü Emilia Piotenza konuşmacı olarak yer aldı.
‘Sanat ve Hafıza’ başlıklı ikinci oturumu Özalp Birol yönetti. Bu oturumun konuşmacıları Auschwitz Birkenau Anıtı ve Müzesi Sanat Koleksiyonları Müdürü Agniezska Sieradzka, sanatçı Adreas Knitz ve Dublin Şehir Konseyi Kültürel Miras Uzmanı Charles Duggan idi.
Şehir müzeleri
‘Şehir Müzeleri: Yerel Tarihler ve Hafıza’ başlıklı oturumun başkanı Asena Günal’dı. Oturumda New York Şehir Müzesi Direktör Vekili Sarah Henry, BELLvue Müzesi Direktörü An Lavens ve Amsterdam Müzesi’nden Küratör Annamarie de Wildt konuşmacı olarak yer aldı. Henry, New York Şehir Müzesi’nin bir şehir müzesi olmakla beraber yerlilerin katledilmesi gibi travmatik tarihlere de yer verildiğini söyledi. Henry, 11 Eylül gibi gelişen travma örneklerinin yanısıra Amerikan tarihi boyunca ayrımcılığa uğramış kişilerin de sergilendiğini bazı halkların kendi seslerinden örneklere yer verildiğini kaydetti. De Wildt de Amsterdam Müzesi’nde kentin tartışmalı tarihine de yer verildiğini kentin 400 yıllık genelev tarihinden örneklere yer verirken hayat kadınlarının bakış açısından sergilemeler yaptıklarını ve LGBTİ mücadelesinden örneklere de yer verdiklerini söyledi.
Günün dördüncü ve son oturumunun başlığı ‘Hafıza Mekanlarında Yaşam ve Umut’tu. Ayşe Gül Altınay’ın başkanlığını yaptığı oturumun konuşmacıları Uluslararası Vicdan Mekanları Koalisyonu Küresel Ağlar Programı Direktörü Linda Norris, Polin Polonya Yahudileri Tarihi Müzesi Sergi Departmanı Müdürü Joanna Fikus ve Castrum Peregrini Programı Direktörü Lars Ebert idi.
Norris, koalisyonun 66 ülkede 250 üyesi olduğunu hatırlattı ve koalisyona 2016'da katılan Hrant Dink Vakfı’nı selamladı. Norris hafızanın artık mekanlarla birlikte düşünüldüğü fikrinin üzerinde durdu ve geçiş dönemi adaletine odaklanan ülkelere yardımcı olduklarını söyledi. Norris travma mekanlarının vicdan mekanı olarak ele alınacak tek yer olmadığını ve simgesel öneme sahip işyerleri ve fabrikaların da böyle değerlendirilebileceğini söyledi.
‘Başlangıçta Bir Düş vardı’ başlıklı bir konuşma yapan Joanna Fikus da Polonya Yahudileri Müzesi’nde sadece Holokost’u değil Polonya Yahudileri’nin bin yıllık tarihini anlatmak istediklerini söyledi. Fikus müzenin Varşova Getto Ayaklanması Anıtı’nın hemen yanına kurulduğunu belirterek “Müze benzersiz, çünkü olayın geliştiği yerde bulunuyoruz” dedi. Holokost’tan ve ayaklanmadan sonra bölgedeki Yahudilerin yüzde 90’ının yok olduğunu kalanının da artık orada yaşamak istemediğini söyleyen Fikus “Anıtı burada oluşturarak bu hissi nasıl verebileceğimiz üzerinde durduk” dedi.
(Polonya Yahudileri Müzesi'nden bir görünüm)
Hafıza biçimleri
Konferansın ikinci gününde açılış konuşmasını New York Üniversitesi Performans Çalışmaları ve İspanyolca Profesörü Diana Taylor yaptı. Taylor’ın konuşması “Hafıza Biçimleri” başlığını taşıyordu. Taylor “Zorla kayıplar bireye karşı şiddetin de ötesine geçiyor toplumu da etkiliyor” dedi. Taylor konuşmasında Meksika’da 43 gencin topluca kaybedilmesi vakasına da değindi ve toplumun bundan devleti sorumlu tuttuğunu hatırlattı. “Fuel el Estedo” sloganının bu duruma vurgu yaptığını kaydeden Taylor 43 sayısının ülkede artık bir sembol haline geldiğini söyledi. Taylor “43 herkesin rakamı oldu, tekrarın nedeni devletin bunu kabul etmemesi, kabul edilirse belki travma katlanılabilir olacak” dedi.
Daha sonra ikinci günün ilk oturumuna geçildi. “Hafızalaştırmada Yeni Boyutlar ve Zorluklar” başlıklı oturumu Hülya Adak yöneti. Oturumda Central Euroean Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet çalışmaları Profesörü Andrea Petö, Ermeni Soykırımı Anıtı ve Müzesi Direktörü Harutyun Marutyan ve Tuol Sleng Soykırım Müzesi Direktörü Visoth Chhay konuşmacıydı.
Petö Holokost’un eskiden sorgulanmadağını ancak yeni dönemde sorgulahır hale geldiğine dikkat çekerek yeni teknikler gerektiğini söyledi. Yeni dönemin popülist yönetim biçimleri üzerinde de duran Petö, “İlliberal (liberal-dışı) devletlerin ideolojisi yoktur” dedi ve bu rejimlerin devraldıkları yöntemlerden de beslendiklerini, hegemonik hatırlayış biçimleri kullandıklarını söyledi.
Marutyan’ın konuşması
İkinci sözü alan Harutyun Marutyan, Ermeni Soykırımı Anıtı ve Müzesi’nin tarih içindeki gelişimini özetledi. Anıtın 1965-67 yılları arasında kurulduğunu hatırlatan Marutyan anıtın isminin Tsitsernagaberd yani Kırlangıç Kalesi adını taşıdığını söyledi. Ilk yıllarda anıtın 0.5 hektar üzerine kurulduğunu hatırlatan Marutyan, artık 99 hektarlık bir alanda anıt, duvar ve müze kompleksinin yer aldığını söyledi. Marutyan 2002 yılında anma duvarına soykırım sırasında meşru müdafa yürüten 52 şehrin isminin yazıldığını da kaydetti.
Marutyan Ermeni soykırımı ile ilgili olarak sadece mağdurların anıldığını belirterek “Bu hafızayı bir yük olarak görmemize sebep oluyor” dedi ve yeni dönemde meşru müdafa savaşlarına ve bunların kahramanlarına da yer vermek istediklerini söyledi. “Ermeniler kendini savunmuştu” diyen Marutyan “Bu direniş hakettiği değer görmedi” diye konuştu.
Visot Chhay da Tuol Sleng Soykırım Müzesi’nin tarihi hakkında bilgi verdi ve müzenin eskiden bir okul olduğunu Kamboçya’daki Khmer rejimi döneminde 1975-79 yılları arasında hapishane olarak kullanıldığını, Khmer rejiminde ölenlerin hafızasını canlı tutmak için müze haline getirildiğini söyledi.
İkinci günün ikinci oturumu “Eğitim ve Alternatif Pedagojiler” başlığını taşıyordu. Ayşe Soysal’ın yönettiği oturumda Kigali Soykırım Anıtı Digital İçerik Geliştirme Programı Yöneticisi Paul Rukesha ve Birleşik Devletler Holokost Anma Müzesi’nden Jennifer Ciardelli konuşmacı olarak yer aldı.
Rukesha Ruanda’da Tutsilere yönelik soykırıma dair sitenin 2012 yılında açıldığını söyledi ve sitede hayatta kalanlar, kurtaranlar ve tanıklar üzerine belgelerin yer aldığını kaydetti. Rukesha soykırım tarihi ve birlikte yaşama eğitim alanında yaptıkları çalışmaları içeren videolardan örnekler sergiledi.
Cardelli de aynı daha önceki konuşmacı Petö gibi Holokost bilincinin değişmeye başladığını vurguladı ve “Naziler kötüdür” konseptinin bile tartışıldığını söyledi. Eli Wiesel’in “Holokost Müzesi bir cevap değildir, bir sorudur” sözünü hatırlatan Ciardelli “Biz de pek çok soru sormaya çalışıyoruz, Holokost’la ilgili sorulara odaklanıyoruz” ” dedi. Holokost döneminde ABD’de yayınlanan gazeteleri tarayarak Amerikalıların bu konuda ne bildiklerini araştırdıklarını ve bunları veri haline getirdiklerini söyleyen Ciardelli, ABD’lilerin yapılanları onaylamadıklarını ama daha fazla göçmen gelmesine sağlayacak yasa değişikliğine de taraftar olmadıklarını hatırlattı.
Günün üçüncü oturumu ‘Tanıklıkların, kişisel anlatıların ve hikayelerinin gücü’ başlığını taşıyordu. Aylin Vartanyan’ın yönettiği oturumun konuşmacıları Memory Map, Herstroies kurucusu Radhika Hettiararchchi, Act for Disappeared kurucusu Justine di Mayo ve Savaşta Çocukluk Müzesi Direktörü Amina Krvacac idi.
Radhika Hettiararchchi Sri Lanka’da nesiller arası aktarımın zayfı olduğunu vurguladı. Hettiararchchi “Anıtlaştırma en iyi yöntem değil, geleneksel proje şekilleri etkili olmayabiliyor” dedi ve “Hafıza çalışmalarına esneklik katmamız gerekiyor” şeklinde konuştu.
Lübnan İç Savaşı
Lübnan’da iç savaş kayıpları için biraraya gelen bir hareketin kurucusu olan Justin di Mayo, 1990’da sona eren 15 yıllık çatışma sonrası bir sessizlik dönemi olduğunu hatırlattı. “Binlerce kişi kayboldu” diyen di Mayo mağdurların anısın canlı tutmak gerektiği noktasından hareket ettiklerini söyledi. Mağdur grupların farklı toplumlardan geldiğini hatırlatan di Mayo, “Kırılgan bir birliktelik var, diyalog zor oluyor” dedi. Fushat Amal (Umut için yer) adlı digital bir anıt oluşturduklarını kaydeden di Mayo burada tanıklıklara yer verdiklerini söyledi. “Neden sanal?” sorusunu da soran di Mayo “Çünkü Lübnan’da tarafsız bir mekan yok” diye konuştu. “Aileleri ziyaret ediyoruz, hikayelerini dinliyoruz, anlatmak onlar için çok önemli” diyen di Mayo “Süreç sonuçtan çok daha önemli” diyerek sözlerini noktaladı.
Bosna’daki Savaşta Çocukluk Müzesi Müdürü Amina Krvacac ise müzenin Bosna ile yola çıktığını ama çocukluklarını savaşta geçirmiş herkes için bir platform haline geldiğini söyledi. İlk olarak “Saraybosna kuşatmasında çocuk olmak nasıldı?” kitabıyla işe başladıklarını söyleyen Krvacac müzenin şimdi 4 bin obje ve hikayeye ulaştığını 200 saatten fazla sözlü hikaye kaydı içerdiklerini ifade etti.
Faillerle yüzleşmek
Konferansın son oturumu ‘Faillerle Yüzleşmek’ başlığını taşıyordu. Oturum başkanı Ayhan Aktar 2005’teki “Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeniler” konferansının ne zorluklarla yapıldığını hatırlattı ve bindiği bir taksinin şoförünün meraklı ve öğrenmek isteyen sorularını döneme dair bir örnek anı olarak anlattı.
Oturumda Wannsee Konferansı Evi Direktörü Dr. Hans Christian Jasch, Nuremberg Mahkemeleri Anma Merkezi Direktörü Henrike Claussen ve Irvine California Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Profesörü Gabriele Schwab konuşmacı olarak yer aldı.
Jasch Berlin yakınlarındaki Wannsee evinin tarihine değindi ve buranın 1942’de Nazi yöneticilerinin Yahudiler konusunda “nihai çözüm” konusunda karara vardıkları toplantının yapıldığı yer olduğunu anlattı. Jasch binanın bahçesinin bakımının zorla çalıştırılan Yahudilere yaptırıldığını da hatırlattı. Toplantında üzerinde durulan belgelerin daha sonra ele geçirildiğini kaydeden Jasch bunlardan birinde Avrupa’daki Yahudilerin ülkelere göre nüfus olarak listelendiğini ve listede Türkiye’nin Avrupa kıtasındaki Yahudilerin de yer aldığını hatırlattı.
(Wannsee Evi'nden bir görünüm. Duvarda toplantıya katılanlar görülüyor)
Nüremberg duruşmaları
Henrike Claussen de Nüremberg duruşmalarını yapıldığı binanın müzeye dönüşme sürecini anlattı ve Nazi yöneticilerinin yargılandığı Uluslararası Askeri Mahkeme’nin ilk uluslararası ceza mahkemesi olduğunu söyledi. Claussen müzeyi yılda 100 bin kişinin ziyaret ettiğini 600 no’lu mahkeme salonunun en çok ziyaret edilen yer olduğunu söyledi. Classen bu salonun hala zaman zaman mahkeme olarak kullanıldığını da kaydetti. Oturum sırasında Ayhan Aktar 1915 Ermeni soykırımı nedeniyle İttihat ve Terakki yöneticilerinin 1919’da yargılandığını dolayısıyla Nüremberg’in aslında ilk ‘uluslararası yargılama’ olmadığını da hatırlattı.
Claussen konuşmasını “Burada neyi anıyoruz?” sorusuna yanıtını vererek sonlandırdı. Claussen “Yapmak istediğimiz şey hukukun üstünlüğünün altını çizmek, Nüremberg bunu yaptı, hukukun üstünlüğünün mahkemesiydi” dedi.
Oturumun ve konferansın son konuşmacısı Gabriella Scwab ise ‘Hayaletvari Aktarımlar’ (Haunting Legacies) kitabından yola çıkan bir sunum yaptı. Schwab “Kitabımın odaklandığı alan ikinci nesil anlatımlar, hem faillerin hem de mağdurların ikinci kuşakları” dedi. Bir anti-Nazi olan anneannesinin kendisine bıraktığı mirası ve onun hayat hikayesini de anlatan Scwabb “Yaşadığı iki dünya savaşı onu paramparça etmişti” dedi. Şiddet geçmişiyle yüzleşmenin ikinci kuşakların yapması gereken bir şey olduğunu söyleyen Schwabb “Faillerin torunlarının bizimle birlik olması mümkün mü?” sorusunu dile getirdi.