Hakikat Adalet ve Hafıza Merkezi, ‘Hatırlayan Şehir: Taksim’den Sultanahmet’e Mekân ve Hafıza’ adlı bir kitap yayımladı. Anadolu Kültür’den Asena Günal tarafından yapılan şehir turu, Hafıza Merkezi’nden Murat Çelikkan’ın önerisiyle ortak bir yazma süreciyle kitaplaştırıldı. Heinrich Böll Stiftung Derneği tarafından desteklenen çalışmada sırasıyla Taksim Meydanı, Gezi Parkı, İstiklal Caddesi, Emek Sineması, Galatasaray Meydanı, Hazzopulo Pasajı, Mısır Apartmanı, Karşı Sanat, Aras Yayıncılık, Narmanlı Han, Neve Şalom Sinagogu, Salt Galata, Kamondo Merdivenleri, San(a)saryan Han, Belediyeler Birliği Binası, Türk İslam Eserleri Müzesi ve Four Seasons Hotel İstanbul’un tarihi anlatılırken bu mekânlar etrafında yaşanan hak ihlalleri ve toplumsal mücadeleler de aktarılıyor. Çalışmanın yürütücüleri Günal ve Çelikkan ile mekân ve hafıza ilişkisini konuştuk.
Bu çalışmaya ne zaman başladınız ve ne kadar sürede tamamladınız?
Asena Günal (A.G.): Kitabın çıkış noktası, Hafıza Merkezi’nin 2015 ve 2016’da Tarihsel Diyalog ve Geçmişle Yüzleşme Yaz Okulu kapsamında cumartesi etkinliği olarak düzenlenen hafıza turuydu. Murat Çelikan’ın da benim de daha önce katıldığımız Columbia Üniversitesi AHDA programında yer alan Harlem turundan esinlendim. Rehber bize Harlem’i gezdirip oradaki dönüşümü anlatırken arşiv fotoğrafları da gösteriyordu. Ben de mekânları çalışırken, hem tarihlerine dair kısa notlar aldım hem de arşiv görüntüleri ve kişisel anlatımlar toparladım. Yaz Okulu’na katılanların çoğu komşu ülkelerdendi, birkaç Türkiyeli vardı. Dolayısıyla turda kullandığım metinler giriş niteliğindeydi. Kitap için ayrıca daha kapsamlı bir çalışma gerekiyordu.
Murat Çelikkan (M.Ç.): Kitap çalışması 2017 başında başladı; sekiz ayda bitmesini planlamıştık. Fakat Türkiye’de işler hep planlandığı gibi gitmiyor. Araya benim üç aya yaklaşan hapisliğim, Osman Kavala’nın tutukluluğuyla Asena’nın artan sorumluluğu ve sonra da gözaltına alınması girdi. Kitap iki hapis ve bir gözaltına rağmen çıktı!
Çalışma kapsamında nasıl bir arşiv çalışması yürüttünüz?
M.Ç.: Arkadaşımız Deniz İnal maddeler için bir ön arşiv çalışması yaptı. Meslek olarak gazetecilikten geliyorum. Dolayısıyla önce kendi arşiv çalışmamı yapıp sonra Deniz’in toparladıklarına baktım, büyük oranda örtüşüyordu zaten kaynaklar. Yine de tabii epey bir kaynak var; tarihçilerin yazdıkları yanı sıra çok sayıda anı ve biyografi var. Dergiler ve gazetelerde, özellikle de azınlık gazetelerinde çıkmış çok sayıda kaynak var. Onları toparlamak, incelemek ve bir şeyler atlamamaya çalışmak vakit aldı tabii.
Bu çalışma ile seslenmek ve ulaşmak istediğiniz bir kesim var mı?
A.G.: Aslında bu şehirde yaşayan ve dolaştığı, yanından geçtiği mekânlara dair merak duyan herkes olabilir. Yakın çevremdekiler “Bize de bu turu yapsana” diyordu, ben de “Siz zaten biliyorsunuz” diyordum ama o kadar bilmiyorlar, biz de bilmiyoruz. Kitabı yazarken pek çok şey öğrendik. Bu çalışma, toplumsal hafıza meseleleriyle ilgili, yaşadığı yerin resmî tarihte anlatılanın dışında bir tarihi olabileceğini düşünen, dönüşüme uğramış mekânın önceki halini ve bunun etrafındaki hak ihlal ve mücadelelerini merak eden herkese hitap ediyor.
M.Ç.: Adı üzerinde Hafıza Merkezi’nin ana çalışma alanı hafıza. Hafızalaştırmaya ilişkin çalışmalarımız ve bir web sitemiz var. Türkiye’de toplumsal mücadeleler sonucu oluşmuş geçici veya kalıcı anma mekânlarına yönelik bir araştırma yaptık ama kent bağlamında böyle bir çalışma yapmamıştık. Mekân, özellikle toplumsal hafıza konusunda çok belirleyici ve çok önemli. Buradan hareket etmenin de bir kolaylığı var. Referanslarınız belli ve insanların her gün gördükleri çok somut bir şeyin üzerinde tarih yardımıyla bir tülü kaldırıyorsunuz. Dolayısıyla ben tarih, kent ve İstanbul konusuyla; toplumsal mücadeleler ve insan hakları konusuyla ilgili herkese kitabın hitap edeceğini düşünüyorum.
Taksim’den Sultanahmet’e kadar yapılan çalışmanın üzerine mekân eklemeleri olacak mı ya da başka şehirleri kapsayacak turlar yapma fikriniz var mı?
M.Ç.: Somutlaşmış bir proje henüz yok ama kitabın dışında bir de internet sitesi var. O site bu tür müdahalelerle gelişmeye çok açık. Web sitesini yaygınlaştırdığımız vakit çok sayıda öneri ve katkı geleceğine inanıyorum. Onları kitaba değil ama siteye katmak zorundayız. Bu bitmeyecek bir çalışma çünkü. Sayfada bulunan harita ile mekânları akıllı telefon yardımıyla gezebilirsiniz. Bizim amacımız, somut bir örnekle bu tür çalışmaların önünü açmak.
A.G.: Alternatif rotalar da çıkarılabilir. Benim yaptığım tur da bir ilk değil. Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Mükemmeliyet Merkezi de, ‘Karakutu’ da böyle turlar yaptı, yapıyor. Karaköy civarında Yahudi kültürüne dair turlar yapıldı. Bu çok ucu açık bir şey. Yakın dönemde mesela Ankara’da da böyle turlar yapılmaya başlandı. Türkiye’de hafıza mekânı olarak açılan pek mekân yok. Kitapta anlattığımız hiçbir yer müzeye veya bellek mekânına dönüştürülmüş değil. Bir tek Hrant Dink’le ilgili maddede Sebat Apartmanı’ndan ve oranın hafıza mekânına dönüşeceğinden söz ediyoruz, rotada olmamasına rağmen.
Kitabın girişinde yer alan “Bu mekânlar, hafıza mekânları olarak kabul edilmiş değil” sözü dikkatimi çekti. Bunu biraz açar mısınız?
M.Ç.: Özellikle anıtlar ve müzeler açısından 20. yüzyılın ilk yarısı uluslaşma süreçlerine denk geldiği için, devlet oluşumlarına dair şeyler; düşmanları yenmiş kahramanların anıtları ya da kuruluşa ilişkin müzeler gibi. İkinci Dünya Savaşı sonrasında özellikle 1970’lerden sonra ağırlıkla bu tür mekânların mağdurlar üzerinden tanımlanması gibi bir eğilim ortaya çıktı. Dünyanın bir sürü yerinde bu var, özellikle diktatörlükten demokrasiye geçmiş ülkelerde ya da savaştan uzlaşmaya, barışa geçmiş ülkelerde (Şili ve Arjantin’de eski işkence merkezleri, Rusya’da toplama kampları gibi) müzeye dönüştürülmüş yerler var. Mesela bir evi alıp onu göçmenlerin anısına müzeye dönüştürmek (Tenement Müzesi, New York) gibi pratikler var. Türkiye’nin ihlal tarihi mağdurlar açısından çok zengin olmakla birlikte, resmî olarak bu mağduriyetleri ve ihlalleri tanıma tarihi oldukça zayıf. Dolayısıyla bu tür kalıcı şeylerin oluşması resmî tanımayı gerektirir. Olmadığı yerlerde hep geçici çabalar görüyoruz. Bazı alanlar, parklar birbirini anmak isteyenler için anma mekânları haline getiriliyor, kayyım atanıp o levhalar kaldırılıyor. Böyle bir resmî tanıma, dolayısıyla bir vicdan anıtı, vicdan ve hafıza mekânı olarak tanımlama yok ama toplumsal mücadelelerin çabasıyla -örnek olarak Cumartesi Anneleri- oluşmuş yerler var.
Azınlıkların geçmiş yıllarda uğradığı saldırılar, nefret söylemleri ve mülklerine el konma hikâyeleri de kitabın içerisinde yer alıyor. Kitaptaki örneklerden yola çıkarsak bugün azınlıkların uğradığı nefret söyleminde artış var mı?
M.Ç.: Bu mukayeseler zor. Bir kere şunu unutmamak lazım ki, nefret suçu ve nefret söylemi tanımları yeni tanımlar. Dolayısıyla eskiden çok başka suçlar altında tanımlanmış olan uygulamalar bugün bu kapsama girebilir. Varlık Vergisi’nin bu kapsamda okunması zaman almıştır. Burası soykırım yaşamış bir ülke. Türkiye’de egemen olan ve ulusun oluşumunun en önemli harmanlarından biri azınlık düşmanlığı ve ırkçılık. Bu farklı dönemlerde uygulanan politikalarla kabarabiliyor veya azalabiliyor. Yakın dönemden şöyle bir örnek vereyim: İki yıllık Çözüm Süreci’nde, politikacılar ve devlet kurum mensupları nezdinde nefret söylemi pek karşımıza çıkmadı. Ama Çözüm Süreci’nin bitirilmesi ve yeniden güvenlikçi ve milliyetçi politikalara dönülmesiyle nefret söylemi ciddi biçimde arttı. Ama bundan bağımsız olarak, Türkiye’de her zaman burada yaşayan azınlıkları bir rehin olarak görme ve mesela Türkiye’de yaşayan Yahudileri İsrail’in yaptığı her şeyden sorumlu tutma gibi politika ve eğilim de var. Bu da kabul edilebilir bir şey değil.
A.G.: Kitapta da var; 6-7 Eylül 1955 pogromunda veya 1964 Rumların zorunlu göçünde gördüğümüz de, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Rumların Yunanistan’la yaşanan sorunların rehini olması. Ya da mesela yakın dönemde 2017’de, Alperenlerin İsrail’i protesto etmek için Neve Şalom Sinagogu’na tekme ve taş atması. Bu tavır, burada yaşayan Yahudi vatandaşları eşit vatandaş olarak görmemek ve onları İsrail’in temsilcisi olarak değerlendirmek anlamına geliyor.
Kitapta Sebat Apartmanı da yer alıyor. 19 Ocak’ta Hrant Dink’i andık. Sebat Apartmanı dendiğinde artık insanların aklına ne gelmesi gerekiyor?
M.Ç.: Umuyorum, ’23,5 Hrant Dink Hafıza Mekanı’, Türkiye’de hafıza mekânlarının iyi bir örneği olacak. Çünkü çalışan arkadaşlar çok uğraştılar, çok çalıştılar. Bundan 10 yıl sonra Hrant Dink dediğimizde yeni kuşaklar için “Kim, ne?” diye bir şey canlanması daha zor olacak. Birincisi bunu ve anıyı canlı tutabilir. İkincisi yapılış şekliyle hem Hrant’ın hem hayatına hem mücadelesine hem de neden öldüğüne ilişkin isteyen herkesin bilgi alabileceği ve hafızasını tazeleyebileceği bir mekân olacak. Hafıza mekânı dediğimiz budur. Gönül istiyor ki bunu devlet politikası edinmiş bazı ülkelerde olduğu gibi, bu mekân da bir daha asla böyle bir şey yaşanmaması için yaygın bir şekilde kullanılsın. İlkokullardan başlayarak, okul çocuklarına turlar düzenlensin ve bu konuda bilinçlenmeleri sağlansın. Bu mekânlar, bunun için önemli. Devlet politikası olmasa da, bir sivil mekân olarak özellikle toplumun bilgilenmesi açısından çok önemli bir hafıza işlevi göreceğini inanıyorum.
İnsanlar çalışmayı nasıl takip edebilecekler?
M.Ç.: Kitap şu an satışta değil. Kitabı çeşitli kesimlere dağıtmaya devam ediyoruz. Kitabın aktif olarak ulaşılabileceği yer hatirlayansehir.hakikatadalethafiza.org adlı internet sitesi. Kısa süre içerisinde kitabı satışa sunmayı hedefliyoruz.