Netflix’in ilk Türkiye yapımı olma özelliğini taşıyan ‘Hakan: Muhafız’ dizisi, yayınlanmaya başladığı günden beri hem iyi, hem kötü eleştiriler alıyor. Geçmişle günümüz arasında gidip gelen dizide, Çağatay Ulusoy’un canlandırdığı Hakan karakterinin İstanbul’u ‘Ölümsüzler’den kurtarması anlatılıyor.
İkinci sezonu Netflix tarafından onaylanan ancak yayın tarihi henüz belirlenmeyen dizide, son olarak Nuri Bilge Ceylan’ın ‘Ahlat Ağacı’ filminde oynayan Hazar Ergüçlü de rol alıyor. Zeynep karakterini canlandıran Ergüçlü’yle hem ‘Hakan: Muhafız’ı, hem Netflix üzerine konuştuk.
Bir Netflix dizisinden oyunculuk teklifi aldığınızda ne düşündünüz?
Diziden magazin haberlerinden haber olmuştum; birçok kadın arkadaşım oyuncu seçmelerine katılmış ve hatta seçilmişti. Benim için çok uzak bir ihtimaldi; “Başkalarıyla ilgileniyorlar, benlik bir şey yok orada” diye düşünüyordum. Sonra bir şekilde bana ulaştılar ve tabii ki çok sevindim. Benimle iletişime geçtiklerinde dahi bir Netflix dizisinde oynamanın benim için hâlâ uzak bir ihtimal olduğunu düşünüyordum. Kendime “Sakın beklentiye girme, bu büyük bir iş, beklentiyi yükseltip işi batırırsan olmaz” diyordum sürekli, “Hazırlan, üzerine düşenin en iyisini fazlasıyla yap, o kadar...”
Seçmelere hazırlandım, gittik, çektik. Çok heyecanlandım, herkesin gözünün önünde tansiyonum çıktı, kast direktörü benim o halimi görünce dehşete kapıldı. Bir süre sonra yönetmen görüşmesine çağırdılar. ‘Show runner’ (Türkiye’de olmayan bir görevli, ‘dizi sorumlusu’ diyebiliriz) Can Evrenol’la ilk kez o görüşmede karşılaştım. Yönetmen görüşmesine gittik; benimle ve Çağatay’la deneme çekimi yaptılar, sonra Can “Oldu bu iş” dedi. O öyle dedi ama ben yine kendimi fazla kaptırmamaya çalıştım.
İşin sonunda hayal kırıklığına uğramamak için...
İstemeden kapılıyorsunuz, ufak hayaller kurmaya başlıyorsunuz. Bir de, bu dizi için rol teklifi aldığımda, kendimi kötü hissettiğim, taçlandırılmaya, onaylanmaya, başarılı olmaya ihtiyaç duyduğum bir dönemdeydim. Aslında hiçbir zaman “Öf, çok başarısızım” gibi bir duyguya kapılmamışımdır ama o dönemde kendimi haksızlığa uğramış gibi hissediyordum. Diziler bitiyor, bir şekilde yarım kalıyor... O yüzden, dizinin seçmelerine katılmak bile çok motive ediciydi benim için. Kabul edildiğimde sevinçten çıldırdım. Çekimler Mart’ta başladı. Bu proje aslında neredeyse bir yıldır konuşuluyordu. Ben diziye katılan son isimlerden biriyim. İkinci sezonu da çekildi ve onaylandı ama ne zaman yayınlanacağı henüz belli değil.
Türkiye’de üretilen diziler Ortadoğu’da yoğun ilgi görüyordu ama Netflix’le, artık tüm dünyada izlenebiliyor. ‘Hakan: Muhafız’, özellikle İspanya’da çok izleniyor, yani artık Batı’da da tanınıyorsunuz. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Elbette çok heyecan verici. Türkiye’de bir dizi çekildiğinde kimler tarafından, hangi bölgelerde izleneceği artık o kadar belli değil, çünkü dizi satışları çok arttı. İnanılmaz bir dizi piyasası var Türkiye’de, çok büyük bir pazar. Türkiye’de dizi süreleri çok uzun; 150 dakikaya kadar çıkıyor. Netflix yapımı dizilerde ise bu süre 45 dakika; 190’dan fazla ülkede, 130 milyon insanın bir tıkla diziyi izleme imkânı olması da cabası. Bu platformun bir işinde oynayacak olduğum için, başlarda aklımı kaçırıyordum. O yüzden, “Nasıl yapacağım?” kaygısıyla, setlerde çok zorlandım. Ama bir noktadan sonra alışıyor, işe hizmet etmek için uğraşıyorsun.
Heyecanınızı nasıl bastırdınız?
Çok çalıştım. Sürekli, “Madem bu kadar korkuyorsun, bir şey yap” dedim kendime. Bir şey yapmam lazımdı. Ben de çalıştım, kendimi işe verdim. Böyle bir fırsat geldi madem, bütün eforumu bunun için kullanacağım dedim. Bunu iyi değerlendirmem, çalışkan olmam gerekiyordu. Diziye çalışmaya başladıktan sonra, başta uyku düzenim olmak üzere bütün alışkanlıklarım değişti.
Uzun uzun dövüş dersleri aldım, provalar yaptım. Keşke daha çok vaktim olsaydı. Ekibe son katılanlardan olduğum için bir anda sıkışık bir ders programında buldum kendimi. Sette sürekli senaryo üzerine konuşuyorduk; böyle bir vaktimiz vardı. Netflix’te çalışmanın avantajlarından biri de bu. Kaliteli içerik üretebilmeniz için gereken ortamı sunuyor. Dövüş hocamız sete de geliyordu. Dizide onun denetlemediği hiçbir sahne yok. Dövüş hocası, yönetmene “Bu iyi” diyordu, yönetmen de o sahneyi kullanıyordu. Böyle bir imkân vardı yani.
Sizi en son Cannes’da gördük, şimdi de Netflix’tesiniz. Son bir yılınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Müteşekkirim. Tüm bu süreçten kendim geçtiğim için, tam olarak anlayamıyorum da. Kendi halinde bir kızcağız olarak biraz oradayım, biraz buradayım. Yaşım göz önünde bulundurulursa, epey geniş bir tecrübem var aslında. 30 yaşımdayken Nuri Bilge Ceylan’ın filminde oynasaydım veya Cannes’a gitseydim başka bir şey olacaktı. Tüm bu fırsatların hakkını vermeye çalışıyorum. Bu basamaklar bir bir çıkılmıyor. Kendimi övmek gibi anlaşılmasın bu sakın, bir tespitten bahsediyorum. Hatta biraz da endişeliyim bu konuda. Basamakları beşer beşer çıkmak biraz ürkütüyor beni. Bu bir fırsat, bir şans. Çalıştım, didindim, doğru zamanda doğru yerdeydim, ama benim bunun altını hemen doldurmam lazım. Bu yüzden çok çalışıyorum.
Dijital platformlarda henüz sansür yok. Bu açıdan, televizyon dizilerinde rol almakla Netflix dizisinde oynamak arasında nasıl bir fark var?
Benim oynadığım dizinin içeriğinde pek ‘sansürlük’ bir şey olmadığı için sansürle henüz doğrudan muhatap olmadım. Sigara içebiliyor olmak enteresan tabii. Benim karakterim bir sahnede tütün sarıyor. Rahatlatan, başka bir kanal açan bir platform. “Bunu yapabiliyorsam demek ki bunu da yapabilirim” demeni sağlayan bir ortam oluşuyor.
Henüz kanun çıkmadı ama dijital platformların da RTÜK tarafından denetleneceği söyleniyor. Bu kanallar da denetlenirse özgün platformlar, özgün içerikler nasıl var olacak?
Bence hepimiz dijital platformların yükselişte olduğunun farkındayız. Artık dijitale geçiş söz konusu ve o ve ne olursa olsun, orada kontrol pek de kanunlarda olmayacak. Kanun çıksa dahi pratikte işleyeceğini sanmıyorum. Tutulabilen bir yer değil dijital platformlar, internet dediğin engin bir deniz. Ne olursa olsun, onun bir alternatifi olacaktır. Televizyon artık eskimeye ve kenarda kalmaya başladı.
‘Ahlat Ağacı’ndan ‘The Mallorca Files’a
Ergüçlü, ‘Ahlat Ağacı’nda oynadıktan sonra, İrlanda’daki Subtitle Film Festivali’ne davet edildiğini, ayrıca BBC’de yayınlanan ‘The Mallorca Files’ dizisinden konuk oyuncu olarak teklif aldığını söylüyor:
“BBC’de yayınlanan ‘The Mallorca Files’ adlı dizide bir bölüm konuk oyuncu olarak yer alacağım. Bana e-mail’le ulaştılar. Tahminim, beni IMDB’den buldukları yönünde. Geçen yıl, konuk oyuncu davetini aldığımda İrlanda’daydım. Orada yapılan Subtitle Film Festivali’ne davet edilmiştim. Bu festivalde Avrupa ve ABD’den kast direktörleri bir araya geliyor, o yıl uluslararası bir iş yapmış ve başarılı olmuş oyuncularla buluşuyorlar. Ben de ‘Ahlat Ağacı’nda oynadığım için davet edilmiştim. Festivalin yapıldığı kasabanın çeşitli yerlerinde, kafelerde, 10’ar dakikalık randevuların oluyor kast direktörleriyle, masa masa dolaşıp onlarla sohbet ediyorsun, hem havadan sudan konuşuyor, hem de tavsiyeler alıyorsun. Kast direktörleri böylece, oyuncuya dair fikir edinmiş oluyorlar. Nasıl birisin, nasıl görünüyorsun, aptal mısın, hasbelkader mi buraya geldin yoksa gerçekten kayda değer bir şeyler mi yapıyorsun, zeki misin... ‘The Mallorca Files’ın seçmeleri sırasında ben de bu yoğunluğun içindeyim zaten, “Ne seçmesi ya” diyordum. Kast direktörleriyle buluşmadan bir gün önce bir atölyeye katılmıştım. Orada bir kast direktörü, ‘self tape’ten yani kendinizi iPhone’la nasıl çekersiniz, ondan bahsetmişti. Seçmelere katılmadım, atölyede öğrendiklerimi deneyeyim dedim. Sahne teknede geçiyor ama ben bir otel odasındayım. Elimdekilerle neler yapabilirim diye düşünüp bir denedim, yaptığım çekimi yolladım ve kabul edildim.”