‘Seçimle gelen otoriterlere karşı nasıl mücadele etmek gerektiğini henüz bilmiyoruz’

İnsan hakları akademisyeni, Harvard Üniversitesi John F. Kennedy Kamu Yönetimi Bölümü’nde uluslararası normlar ve kurumlar, uluslarötesi savunuculuk ağı, insan hakları hukukunun ve politikalarının etkisi, geçiş sürecinde adalet konularında çalışmalarını sürdüren Prof. Kathryn Sikkink, Hrant Dink Vakfı’nın organize ettiği ‘Geçmişe Bakmak, Geleceği Tasarlamak’ konferansının açılış konuşmasını yaptı ve ‘İnsan haklarının geleceğini tasarlamak’ panelinde yer aldı. Doktorasını Columbia Üniversitesi Siyaset Bilimleri Fakültesi’nden alan Sikkink, insan hakları alanındaki çalışmalarını Agos’a anlattı.

İnsan haklarıyla nasıl ilgilenmeye başladınız?

Lisans yaparken Uruguay’da bir değişim programına katılıp, orada bir yıl yaşadım. O zamanlar diktatörlüğün en kötü yıllarıydı. Okul arkadaşlarımdan diktatörlükte yaşamanın zorluklarını öğrendim. İnsan haklarına doğru giden yolum genç bir kadın olarak Uruguay’da edindiğim deneyimlerle başlıyor. Sonrasında Latin Amerika’da insan hakları alanında çalışan, Washington’da faaliyet gösteren bir STK’da bursiyer olarak çalışmaya başladım. Latin Amerika’daki insan hakları örgütleri Washington’a geldiğinde savunuculuk faaliyetleri için onlara destek olup, medya kuruluşlarıyla görüşmelerini ayarlıyor, çeviri konusunda yardımcı oluyorduk. Yaklaşık iki sene bu işi yaptım. Bunu seviyordum, çalıştığımız kişileri de… Zamanla bu konuda daha çok araştırma yapmak istediğimi anladım. İş arkadaşlarıma söylediğimde, yaptığımız işleri sürdürmemiz gerektiğini söylüyorlardı. Bunun önemini anlamakla beraber daha çok akademik çalışmalar yapmak için eğitimime devam etmeye karar verdim.

Amacım aktivistlerin sorup cevaplamaya zamanları olmadığı sorulara cevap bulmaktı. Örneğin geçiş döneminde adalet konusuyla ilgili çalışmalara başladığımda insanlar bunun tehlikeli olduğunu, demokrasiyi baltalayacağını, savaşı devam ettireceğini söylüyordu. Bunun yanlış olduğunu düşünüyordum ama bunu teyit edecek bir araştırma daha önce yapılmamıştı. Ve zamanla veri ve ekip toplamaya, niteliksel ve niceliksel araştırmalar yapmaya başladım. İnsan hakları alanındaki sorunların takibinin insan hakları alanındaki gelişimelerle ne kadar ilgili olduğunu ortaya çıkardık. Bu alanda çalışanlar için izlenebilirliğin sadece mağdurların meşru taleplerini yerine getirmek için değil, insan haklarının gelişimi için de ne kadar önemli olduğunu da anlamış olduk. 

Sadece Latin Amerika üzerine çalışmakla sınırlı kalmadınız. Başka hangi çatışma bölgelerinde çalıştınız?

Uluslararası ilişkiler okudum. Bu alanda tek bir ülke ile sınırlı kalmayıp küresel sistemi genel olarak sorgulamayı öğreniyoruz. Latin Amerika’da çalışırken bölgenin dünyayla ilişkileri üzerine düşünmeye başladım. Ulusötesi Savunuculuk Ağı adlı bir projeyi hayata geçirdik.  Dünyada insan hakları savunucuların tek başına hareket etmediğini, dünyayı dolaşıp ağlar kurduğunu görüyorduk. Bununla ilgili kitabımız 1998’de çıktı. Şimdi bu fikir artık çok doğal geliyor ama zamanında uluslararası ilişkiler uzmanları buna şüpheyle yaklaşıyordu çünkü bu alanda çalışanlar sivil toplum kuruluşlarını incelemiyorlardı. Ülkelere, uluslararası derneklere odaklı çalışıp, sivil toplumunun dünya politikasındaki rolünü görmezden geliyorlardı. Böylesi bir çalışma yapmak için dünyanın her yerinde insanlarla görüşmem gerekirdi; sadece Latin Amerika ile sınırlı kalamazdım. Bulmacanın parçalarını toplamaya başlayınca, bunlar beni başka yerlere götürdü. İnsan haklarıyla ilgili adli takibatlar ilk nerede yapıldı sorusu aklıma takıldı. Bunun ilk kez cunta döneminden sonra 1970’lerde Yunanistan’da yapıldığını öğrendim. Sonra siyasi polisin (PIDE) yargılamalarını incelemek üzere Portekiz’e gittim. Arjantin bir sonraki durak oldu. Bu konuya merak sarmamın nedeni Arjantin’di. Orada 1995’de yargılamaların başladığı dönemde yaşıyordum. Dünyada herkes Arjantin’deki askeri yargılamalara odaklanmışken, bunun köklerine inip, en erken Yunanistan’da olduğunu fark edip yola çıktım.

İnsan hakları alanında çalışmalarınızdan öğrendiğiniz en önemli şey ne?

İnsan hakları ABD’de, Avrupa’da icat edildi, sonra da dünyanın geri kalan kısmına bazen orada yaşayan insanların iradesine karşı yayılmaya başladı. Fakat bu ülkelerden gelen insan hakları savunucuları Batı’ya gelip ülkelerinde silah satışı durdurmaya çağırıyordu. Savunuculuk yapıp insan hakları ihlallerini durdurmaya çalışıyorlardı. İnsan hakları ABD’den gelip, Latin Amerika’ya dayatılmış bir fikirdir. Nisan 1948’de ‘Erkeklerin Hak ve Görevlerinin Amerikan Beyannamesi’ yayınlandı. Buradaki Amerika, Latin Amerika’dır. Dünyada ilk hükümetlerarası insan hakları beyanıydı bu. Burada yer alan haklar, sonrasında ‘Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’nde yer alıyor. Bu uluslararası düzeyde insan haklarının savunulmasını öngören bir beyanname. O zamanlar ABD, Birleşmiş Krallık ve Sovyet Birliği gibi ülkeler insan haklarını uluslararası boyutta güvenceye alacak bir beyanname istemiyordu. Bunu daha insan hakları aktivistliği yaptığım dönemde öğrendim. En tuhaf şey ise Latin Amerikalı birçok insanın bunu bilmiyor olması. Zira diktatörlük tarihin bu sayfasını silmeye özen göstermiş.

Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi çoğu zaman dünyada yapılan insanlığa karşı suçları durduramıyor; bir yerde eksik kalıyor diyebiliriz belki. Ne yapılmalı?

Bence uluslararası yasalar yeterli. Günümüzde yeni yasalar yazmaya değil, var olanları pratikte uygulamaya bakmalıyız. Son kitabım haklar çağında sorumluluklarımızı yeniden keşfetmeye dair. Trump hükümetine gelirsek, bunun oy kullanabilenlerin  yüzde 40’ının seçime gitmemesinden, bu sorumluluğu yerine getirmek zorunda hissetmemesinden kaynaklı olduğunu gözardı ediyoruz. Bilinçli, eğitimli vatandaşların büyük bir kısmı oy kullanmadı. Kullanmış olsalardı, Trump ABD Başkanı olmazdı. Trump, insan hakları konusunda sadece ABD’yi değil, dünyayı da etkiliyor. Oy kullanmanın ötesinde başka ülkelerde baskıcı hükümetlere destek vermememiz uğruna savunuculuk yapmamız lazım. Başarmamız için yapmamız gereken çok şey var, bu da onlardan biri. 

İnsan hakları alanında çalışan insanlara sözünüz var mı?

Türkiye’de insan hakları endişe verici durumda. Seçim yoluyla gelen otoriterlere karşı nasıl mücadele vermemiz gerektiğini henüz tam olarak bilmiyoruz. Sadece Türkiye’de değil bütün dünyada insanlar, seçim yapılan her ülkenin demokratik ülke olmadığını anlamalı. Bir ülkede seçimler yapılıyor olabilir ama o ülke insan hakları alanında çok kötü bir sicile sahip olabilir. Demokratik sistem için bunun anlaşılması lazım. İnsan hakları alanında değişim hep şiddet içermeyen mücadeleyle gelir ve çok yavaş elde edilir. O süreçte insanların dağılmaması önemli. İnsan hakları alanında yeni ve daha fazla taktiklere ihtiyacımız var. Ana sorunumuz seçim yoluyla hükümete gelen otoriterlere karşı uygulayacağımız taktikleri bulmak. 



Yazar Hakkında