‘Ága’: Yok olan bir yaşamın hikâyesi

Bosna’ya gidip Sarajevo Film Festivali’ne denk gelmek, üstelik de festivalin ‘En İyi Film Ödülü’nü kazanan filmi izleme fırsatı bulmak büyük bir şanstı benim için. Fakat o kadar hevesle girdiğim gösterişli tiyatro binasından büyülenmiş bir şekilde çıkacağımı işin doğrusu tahmin etmiyordum. Yönetmen Milko Lazarov’un dünyasıyla daha önce tanışmamış bir seyirci olarak, Yakutistan’da kendi geleneklerine uygun yaşayan yerli bir çiftin -aslında hepimizin hayatının da- hikâyesini anlatan ‘Ága’ filminin bu kadar etkileyici olacağı aklımdan geçmiyordu.

Filmin daha ilk saniyelerinden geniş kadrajla buz ve kar kaplı yeryüzü ile orada kürklerden yapılmış bir yurt görebiliyoruz. Devamlı seyirciye geniş kadrajla sunduğu manzaralar gibi film, bizi hayata daha geniş perpektiften bakmaya alıştırıyor. Kızak köpeği ve bir yurdu dışında hiçbir şeyi ve kimsesi olmayan yerli bir çifti anlatan ‘Ága’ küresel ısınma, yabancılaşma, asimilasyon, yozlaşma gibi konulara dikkat çekiyor.

Nanook ve Sedna isimli iki insanın sürdürülebilir yaşamlarının döngüsüne, sabahtan buzda çukur açıp balık avlamaya çalışmalarına, sıkça avdan eli boş dönmelerine, çıkan fırtınadan ortak çabalarla yurtlarını korumalarına ve hayat yolculuklarına şahit oluyoruz.

Sistem tarafından yıkılan aile resmi

Bulgaristanlı yönetmen, baharın daha erken gelişiyle günlük yiyeceğin, balığın daha zor tutulduğunu, iklim değişikliğinden dolayı artık görünmeyen ren geyiğini avlamak için Nanook’un boşa harcadığı günlerini beyazperdeye taşımış. Birbirine benzeyen günlerde geleneksel yaşamlarını sürdüren bu çiftin hep geçmişten bahsettiklerini, arasıra açıp bir siyah beyaz aile fotoğraflarına baktıklarını, ne kadar mutlu bir aile olduklarını konuşurken bulabiliyoruz. Geleceği büyük soru işaretlerine bağlı bu çiftin geçmişe bu kadar tutunuyor olmasının nedeni, fotoğrafta gördüğümüz kızları Ága.

Peki kızları nerede? Diğerleri gibi onun da şehre indiğini ve orada hayat kurduğunu, bunu ihanet olarak gören Nanook’un da onunla bağının kestiğini öğreniyoruz. Kızlarından haber almanın tek yolu arasıra yanlarına uğrayıp ışık için kerasin bırakan bir genç. Kızalrı Ága, şehirde elmas madeninde çalışıyor, bunu öğrenen ve Ága’nın gönderdiği ‘değeli’ elmaslarını umursamazcasına kutuya koyan Sedna, kocasından gizli kızı için diktiği tilki kürklü şapkasına dönüyor.

Şehre inme kararı alanlara, dişlerini yaptırmış, parlatmış gence alaylı bir gözle bakan Nanook’un kendi dilini unutmaya yüz tuttuğunu, o kadar direnmesine rağmen kendisinin bile asimilasyondan kaçamadığını görmek biraz acı biraz da ironik. Geçmişe dair bazı olayları sıkça unutmaya başlayan Nanook, Sedna’nın ölümüne neden olan yarasını da farketmiyor. Kaybettiği hayat arkadaşının yaptığı şapkayı alıp yollara düşen Nanook’un dünyasının dış dünya ile çarpışmalarını sonraki sahnelerde görüyoruz.

Çarpışan dünyalar

Köpeğini ve yurdunu arkasına alıp belirsizliğe doğru yola çıkan adamı yoldan bir tır alıyor. Hasat olmadığından belki günlerce yemek yemeyip tuttuğu tek balığı eşiyle ortadan bölüşüp yemeye alışık Nanook’un yanında bisküvi yeyip ikram etmeyi akıl etmeyen şehirli bir tır şoförü görüyoruz. Nanook yurdunu fırtınalardan korumak, soğuktan korunmak için tilkileri avlayan fakat tilkinin öldüğünü gördüğünde ağlayan, ren geyiklerinin büyülü, zeki olduklarını düşünen, onlarla ilgili efsaneler uyduran biri. Karanlıkta ilerleyen tırdan bir ses geliyor, tır duruyor ve sonraki sahnede ren geyiğini kanlar içinde yerde yatarken ama bir yandan da nefes alırken görüyoruz. Umursamadan vinçle geyiği tıra atan şoför bir şey olmamış gibi yoluna devam ediyor. Bir süre sonra sessizliğini bozan Nanook, “Yaşıyor mu?” diye soruyor, cevap “Bilmiyorum. Ren geyiği aptal bir hayvandır. Ne işi vardı yolda?” oluyor. Bütün bu olaylara, aynı zamanda şehirlinin “Hıristiyan’sın, tanrıya inanıyorsun değil mi?” gibi kendisine yabancı sorularına Nanook’un tepkisiz kalması dikkat çekiyor.

Kara delik

Sonraki sahnede tıpkı Nanook’un buzda açtığı deliğe benzeyen fakat etrafı tozla kaplı çöle benzeyen, her şeyi kuraklığa dönüştürmüş, dünyayı yutacak kadar dehşet verici bir delik, yukarıdan aşağıya inen tırlar ve sağa-sola giden insanlar görüyoruz. Nanook maden ocağında. Modern kıyafetleriyle duran kızının, Ága’nın karşısında tilki kürkünden yapılmış beyaz şapkayı sıkı sıkı tutarak duruyor. Baba-kızın karşılıklı göğe bakarak ağlayışı insanı körerten, çıkar için doğayı yok eden sisteme, sistemin dayattığı yabancılaşma ve asimilasyona karşı haykırışlarıydı, haykırışımızdı. Kurmaca bu film boyunca izlediğimizin belgesel olduğundan emin oluşumuz ise güçlü bir film izlediğimizin yanı sıra, anlatılanlarla ne kadar iç içe olduğumuzun da göstergesidir belki...



Yazar Hakkında