Los Angeles’ta yaşayan, İstanbul doğumlu deneyimli avukat Edvin Minassian, Patriklik seçim sürecinde yaşananların ABD’den bakıldığında nasıl göründüğüne dair 3 Mart 2017 tarihli Agos’ta yayımlanan bir yazı yazmıştı. Minassian, o günden bu yana seçim sürecinde yaşanan gelişmeleri yorumladı.
Türkiye Ermenileri Patriklik makamı bir yılı aşkın bir süredir resmen boş, fakat Türkiye Ermenileri halen Patriklerini seçme haklarını kullanabilecekleri bir seçim tarihini bekliyorlar. Tarih bir yana, adaylar ve seçim koşulları bile henüz resmi olarak belli değil.
‘Patrik seçimi süreci ABD’den nasıl görülüyor’ başlıklı son yazımın üzerinden 6 aydan uzun bir süre geçti. Bu süreçte Patrik Kaymakamı ve Müteşebbis Heyet seçimi oldu, fakat ‘Taht Oyunları’, entrikalar, ithamlar, zorlu çekişmeler devam ediyor. Seçim ne zaman ve nasıl olacak? Devlet bu konuda gerçekten bir öncelik görmediği için mi ilgisiz? Yoksa stratejik olarak sunî bir ilgisizlik tablosu mu çiziyor?
İlgi artıyor
ABD’den Patrik seçimine bakışa dönecek olursak, en ilginç olan gözlemim bu muhtemel seçime olan ilginin devamlı olarak artması. Eskiden İstanbul Patrikhanesi hakkında fazla bir ilgi yoktu. Patrik II. Mesrob’un bazen ‘sert’ olarak algılanan söylem ve demeçlerinden ötürü eleştirilere ugradığına, ‘boyundan büyük işlere kalkışma’ ile itham edildiğine defalarca şahit olduk. Diaspora’da bu tutumu edinenler, İstanbul Patrikliği’nin önemsiz bir kuruma dönüştüğünü savunurlardı. Günümüzde ise bu tür eleştiri ve yorumlarda bulunan kesimler dahil, her gittiğim ortamda o günün gündemi ne olursa olsun, öncelikli olarak “Patriklik seçimleri ne olacak?” “Tahmininiz nedir?” “Kim Patrik olacak?” gibi sorularla karşılaşıyorum.
Birdenbire, İstanbul Ermeni Patrikliği, Kilise hiyerarşisinin en önemli kurumlarından birine dönüştü. Genelde sadece Türkiye doğumlu adayların arasından hangisinin Patrik olacağı tahminleri yapılırken, yavaş yavaş her Episkoposun, yeter ki dedeleri Türkiye kökenli olsun, aday olabilecekleri konuşulmaya başlandı. Gayet tabii ki bunun nedeni Lozan Antlaşması’nın kanun hükmünde olan maddelerinin içerisinde Ermeni azınlığın dini yönden tüm haklarının garanti edilmesinin de bulunduğu unutulup, her seçim için ‘bir defaya mahsus’ olan yönetmeliklerin yürürlüğe konulması. 1863 Nizamnamesi’nin kesin çizgileri geçerli olmadığı sürece bu seçim muamması ve istikrarsızlık sürecek gibi görünüyor. Rüzgar Batı’dan mi yoksa Kuzey ve Dogu’dan mı esiyor? Kendisi Türkiye doğumlu olmayan, fakat dedeleri Anadolu ve Osmanlı toprakları kökenli olanlar sahiden aday olabilecekler mi? Bu sadece kendi gündem yaratma spekülasyonları mı yoksa bazılarına yeşil ışık mı yakıldı?
Avrupa Ermenilerine yakın görünen bir müstakbel adayın bazı kesimler tarafından kabul edilmemesi, günümüzdeki jeopolitik konjonktür ile mi ilgili? Şayet öyleyse Rusya ve Ermenistan’ın bunda nasıl bir rolü var? Bu sorular soruluyor, ancak öte yandan da Ermeniler olarak kendimizi sorgulayarak; kendimizi dev aynasında görüp görmediğimizi, büyük güçler için kimin Patrik seçileceğinin ne kadar önemli olduğununu da gerçekçi bir şekilde kendimize sormalıyız.
Önemli sorular
İşin özüne dönecek olursak, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Ermeniler bu konuda ağırlıklı olarak sadece ve sadece kendilerinin soz sahibi olmaları gerektiğinin farkındalar mı? Halen saygı görmeyen, hakaretlere maruz kalan adaylar, Patrik seçilince ne kadar etkili olabilir ve ne kadar saygınlık kazanabilirler? Patriklik makamı yeniden önemsizleşmez mi? Bu yıpratma politikaları, belli güçlerin işine gelebilir, fakat sürecin sonunda Türkiye Ermenileri seçimlerini, ABD, Avrupa, Rusya veya Ermenistan’a güdümlü olacak değil. Bu yüksek makama en yakışan, diplomatik deneyim sahibi ama aynı zamanda dinî açıdan ‘pederane’; kilisenin geleceği açısından güven veren, devlet tarafından sakıncalı görülmeyen, fakat aynı zamanda temsil ettiği Ermeni cemaatinin mensuplarının haklarını, bu kadim milletin onurunu, saygın ve cesur bir şekilde savunabilecek yeni bir Patrik lehinde yapabilmeliler.
Bu meselenin maddi ve finansal yanını da unutmamalıyız. ABD’den tam olarak anlaşılamasa da Cemaat Vakıflarının idare şekli ve ellerindeki mal ve mülklerin denetim sorunu, Patriğin bu konudaki ve halen Ermeni kurumlarına ait olup, haksız olarak gasp edilmiş fakat geri verilmemiş mal ve mülklerinin iadesinde oynayacağı rolün önemi; seçim sürecindeki gerilim ve sorunların gerekçelerinden biri gibi görünüyor. Kişisel menfaatleri birbirleriyle çakışan belli kesimler bu konuda anlaşamayacaklardır. Bu nedenle, iyi niyetli çoğunluğa düşen sorumluluk, Cemaat içindeki kurumsal konumlarını suistimal eden, adil bir çözüme doğru gidişatı baltalayan şahılsarın provakosyonlarına kapılmayıp; seçilebileek (devlet tarafindan tayin veya veto edilmeyen) çoğunluğun güvenini kazanmış bir Patrik adayı etrafında birleşmek olmalıdır.