Niye tutuklu şu anda bizim Özlem? Şimdiye kadar, demokratik özgürlükleri, çoğulculuğu geliştirmeyi amaçlayan sayısız organizasyonda rol ve yer aldığı için? Hrant’ın “örtülü operasyon”la öldürülmesinden bu yana duruşma önlerinden, 19 Ocak anma toplantı ve gösterilerinin örgütlenmesinden, yürütülmesinden hiç geri kalmadığı için?
“Evet bu da oldu,” diye başladı Karin (Karakaşlı), Duvar’daki yazısına. “Yaz sıcağında yapılacak, muhtemelen de epey sıkıcı olacağı için bari katılımcılar biraz rahat etsin diye Büyükada’da bir otelde toplanılan insan hakları savunucularının eğitim atölyesinden, adı zikredilmeye gerek duyulmayan bir terör örgütüne yardım buluşması yaratıldı. Ne yapayım yani? Çıkıp şimdi iki haftalık gözaltı boyunca sosyal medyada, her ortamda bıkıp usanmadan yaptığımız üzere bu insanların kim olduklarını, görüşlerinden, siyasi duruşlarından bağımsız kimin başına ne haksızlık gelse koşup sundukları emeği mi anlatayım bir kez daha? Her koldan denedik.”
Bu sözleri şu soru takip ediyordu: “Bilgiyle ikna edilecek birileri var mı karşımızda sahi?”
Sorunun cevabıyla başlayayım: Yok. Bilgi, zaten pek izzet ikram görmediği bu topraklardan küfürler, hakaretler, tehditler eşliğinde, üzerine taşlar yağdırılarak kovuldu. Ahlâkla, merhametle, vicdanla birlikte. Kovanların kovduranların kimliğine bakınca ne tuhaf ki, Allah ve ahiret korkusuyla birlikte. Evet, vallahi bu ikisi de kovuldular.
Hak savunucusu on kişinin başına gelen, gaddarlık ve adaletsizliğin temel değer mertebesine yükselmekte olduğu memleketimizde dahi olağan karşılanabilir vaziyet değildir. “Silahlı terör örgütüne yardım” etmişler, Uluslararası Af Örgütü direktörü, bizim Özlem ve hepsi hak savunucusu dört kişi daha. Nasıl? Büyükada’da toplantı yaparak, orasını herkes biliyor. Kapıyı açık bırakarak; bak ilgili herkes burasını da biliyor. Biliyor da, fark etmiyor.
Dahası var: meselâ Özlem, İştar’la (Gözaydın) telefonda konuşmuş! Bir defa! İştar’ı da tutuklayıp onun da ömründen çalmışlardı.
Bakın, eziyet ve tutuklama süreci nasıl cereyan etti - avukatlardan Meriç Eyüboğlu, Bianet’ten Çiçek Tahaoğlu’na anlattı (seçmece aktarıyorum):
“…Açıkçası çok bir şey sormadılar, çünkü merak etmiyorlardı. (…) ne savcılık ne mahkeme aşamasında hangi sorunun cevabının eksik kaldığını, neden böyle bir sonuç çıktığını anlayabileceğimiz bir şey de yok. Delil yok, belge yok, soru yok. Böyle bir süreçle karşı karşıyayız. Âdetâ el yordamıyla, ‘acaba bundan dolayı mı’ gibi tahminlerle yaptığımız savunma sürecini geride bırakıyoruz. (…) Yeni Akit, Türkiye, A Haber, Akşam gibi yerlerde bir linç kampanyası yürütüldü. Aslında yargı sürecine de bu manipülasyonun, gazetelerdeki haberlerin yansıdığını görüyoruz. Ortada delil yok, ama hukukun geldiği aşamada kimse delil aramıyor. (…) tutuklama kararı açıklandıktan sonra net bir şekilde gördük ki, aslında daha ilk günden belli olan bir kararı, 14 gün boyunca gözaltı, savcılık, mahkeme aşamasıyla yaşamış olduk. (…) Dolayısıyla hukuki bir süreçle karşı karşıya değiliz.”
Karin’in kendini uzak tutmaya çalıştığı şeye düşüveriyoruz. Çünkü elimizde hakikat var, bunu öne sürüyoruz haliyle. Oysa muhataplarımızın bununla ilgisi yok. Hakikatle ilgilenmiyorlar.
Hakikatle ilgilenecek olsalar, eziyet çektirip tutukladıkları insanların kim olduklarına, kimler olmadıklarına, olamayacaklarına, herhangi bir silahlı terör işiyle ilgilerinin olup olamayacağına dair bilgiyi bizzat kendi çevrelerinden pekâlâ edinebilirlerdi. Hâlihazırda iktidara yakın kimseler arasında, sözkonusu hak savunucularıyla birarada bulunmuş, çeşitli organizasyonlara katılmış, birini veya ötekini tanıyan, bilen o kadar çok insan var ki! Helsinki Yurttaşlar Derneği veya Uluslararası Af Örgütü’nün geçmişi veya bugünü hangi silahlı terör örgütüyle ilişkilendirilebilir? Yapılamaz, imkânsız.
Konu hakikat değil.
O halde niye tutuklu şu anda bizim Özlem? Şimdiye kadar, demokratik özgürlükleri, çoğulculuğu geliştirmeyi amaçlayan sayısız organizasyonda rol ve yer aldığı için? Hrant’ın “örtülü operasyon”la öldürülmesinden bu yana duruşma önlerinden, 19 Ocak anma toplantı ve gösterilerinin örgütlenmesinden, yürütülmesinden hiç geri kalmadığı için?
Veya basitçe: O bizim arkadaşımız, biz onun arkadaşı olduğumuz için? Çünkü bize söylenen, “sizi sevmiyoruz”dur, “kahrolun”dur.
Özlem iyi bir insandır, uğraştığı konularda bilgili, disiplinli, şuurlu bir insandır -ki, özellikle sonuncusu topraklarımızda ender yetişir, bildiğiniz gibi.
İnsan arkadaşından ne bekler? Ne ararız da bulursak sahibine arkadaş deriz?
Güven. Sözüne güvenmek isteriz. Şunu yaparım derse yapacak, şu saatte gelirim derse gelecektir.
Dayanışma. Zorda kalırsak kendiliğinden bize yardımcı olmasını, yardıma bizzat talip olmasını, bunu özel bir kıyak değil “doğal hal” saymasını.
Paylaşma. Zamanını, mekânını, fikrini, duygusunu ve maalesef bu devirde çoğu zaman bunlardan bile önemli görülebilen şeyi, parasını pulunu, imkânlarını paylaşmasını.
Arkadaşı için zahmete girme…
Devam edemeyeceğim. Defalarca evinde toplaştığımız, bize kahvaltı masaları donatan, benim gibiler için devreye ilave demlik sokan, tepsi tepsi pişi yapan, senelerce mahkeme önlerinde, 19 Ocak’larda beraber koşturduğumuz, hepimizin paylaştığı ama hepimizin aynı ölçüde üstesinden gelemediği haklı ve içten öfkeye rağmen neşesini, enerjisini nadiren kaybeden, kendi hayat yükünü kimsenin sırtına yıkmayan, karşılıklı huyumuzu suyumuzu bildiğimiz, arkadaşımız olmasından, “etrafta bulunması”ndan, bize ulaşabilir olmasından ve ona ulaşabilir olmaktan memnun ve mesut olduğumuz bir insan, -sevdiğimiz, önemli bulduğumuz başka pek çok insan gibi- şu anda demir parmaklıklar ardında. Niye?
Birileri, hâlâ tam çözemediğimiz bir kötü niyet ve şeytanî bir planla, hayatlarını başkalarının hakları için uğraşmaya adamış on insanı kullanarak, uğursuz bir hedefe ulaşmayı kafaya koydukları için. Ve, işin kötüsü, bunu yapacak güce sahip oldukları için. Ve, daha da kötüsü, bu yüzden onlardan hesap sormaya çalışacaklar aynı güce -en azından şimdilik- sahip olmadıkları için.
Onlar Özlem’in ömründen, bizim de maneviyatımızdan yeterince çaldıklarına inanıp tatmin olduklarında arkadaşımız aramıza dönecek. O arada belki başka bazılarımızın ömründen çalmakla meşgûl olacaklar; bilemeyiz. Fakat bir şekilde kavuşacağız, ruhlarımızı zaten ayıramayacaklar.
Özlem o hapisten yine Özlem olarak çıkacak
O arada ne olmuş olacak? Dünyada eşitlik, adalet, toplum hayatında çeşitliliğe, çoğulluğa saygı, kudret sahiplerinin denetlenmesi, yoksulların yoksunların kollanması gibi taleplerimizden vaz mı geçmiş olacağız? Bunlar talep değil ki, değerler. Bunlarsız iç rahatlığıyla yaşayamadığımız için varolsun diye didindiğimiz şeyler. Özlem’i hapse tıktığınızda bunları elinin tersiyle kenara itip sizin gibi mi olacak? Elbette olmayacak. Gücü azalacak, yerine gelecek, morali bozulacak, düzelecek, Özlem o hapisten yine Özlem olarak çıkacak. Biz de onu bağrımıza basacağız.
Ama ömrümüzden çaldığınız, geri gelmeyecek; giden gitmiş olacak.
Diyen çıkabilir: şimdiye kadar neler gitti, halen neler gitmekte… Buzlukta saklanan çocuk cesedinden fazlası mı var?
Bilmiyorum, belki de öldürülen çocukların tadamadan bıraktıklarını, arkadaşlarımızın ömürlerinden çaldıklarını kendi ömürlerine ekleyebileceklerini sanıyorlar. Kimbilir, belki sahiden böyle böyle uzatılabiliyordur kötülerin, aslında hepimizinkinden daha uzun olmayan ama onların bunun böyle olduğunu fark etmedikleri ömürleri.
Girişte sözünü ettiğim yazısında Karin, dua ve bedduanın etrafında dönenip duruyordu. Demese bile hissediyorum uzaktan. Beddua çoğumuz için düzenli uğraş haline geldi. Çünkü ülke sınırları içerisinde hakikat artık geçmiyor. Geçersiz ilan edildi.
Bu yüzden, Özlem’in ve beraber haksızlığa, eziyete uğradığı hak savunucularının masumiyetini daha fazla anlatmaya çabalamaktan hicap duyuyorum.
Onun yerine, beddualar eşliğinde, kötülerin karanlık ruhlarına yaklaşmaya çalışıyorum. Görebildiklerim pek fena. İş bizim bedduamıza kalmaz, tahminim.
Hakkın, adaletin fazlasını, kimsede bulunmayanını kendimiz için istedik de bu yüzden zıpçıktılık ediyor değiliz. Derdimiz kötülerin mânâ vereceği türden değil. Arkadaşımızla bağımız da kötülerin gevşetebileceği, koparabileceği cinsten değil.
Son olarak, hakikat! Yine hakikat… Arkadaşımız hakikatimizdir; onu seviyoruz, yanımızda istiyoruz.