CHP’nin halleri: Ana muhalefet partisi muhalefeti dizginler mi?

CHP’yi yakından izleyen siyaset bilimci Prof. Dr. Ayşen Uysal, son siyasi gelişmeler ekseninde CHP’nin muhalefet yapma tarzını Agos okurları için yazdı.

Bir muhalefet partisi ülkedeki muhalefeti dizginler mi? Muhalefetin önüne set çeker mi? Durum bu olduğunda söz konusu parti(ler) kendini inkar etmiş olmaz mı? Böyle olabileceğini, yani her üç soruya da yanıtın “evet” olduğunu Cumhuriyet Halk Partisi referandum ertesinde alenen gösterdi. CHP tam anlamıyla muhalefetin önüne set çekti ve kendini inkar sürecinde tüm hızıyla ilerlemeye başladı. Ve şu tespiti yapmamızı kaçınılmaz hale getirdi: CHP mevcut haliyle muhalefetin önünü açan, muhalif hareketlere kaynak sağlayan bir örgüt değildir; aksine, muhalefeti dizginleyen, onun önüne set çeken bir partidir. Bu şüphesiz çok yeni bir durum değil. CHP her fırsatta muhalif kesimlere kendisiyle yürünemeyeceğini gösteriyor. 

Referandum sonrası

Oysa ana muhalefet partisi referandum sürecinde, seçmenle birebir temas ve iktidarın gündemine teslim olmama gibi bazı önemli etkiler yaratan stratejiler izleyerek kısmen de olsa olumlu bir hava yaratmayı başarmıştı. Referandumu izleyen birkaç gün içinde ise pozitif hanesinde yazılanları tamamen silmeyi başardı. Bunu esasen üç biçimde yaptı: 1. Şaibeli seçimleri bizzat meşrulaştırarak, 2. Sokak siyasetini gayrimeşrulaştırarak, 3.  Kendi iç meselelerine dönerek.

AKP ve Recep Tayyip Erdoğan seçim sonuçlarının meşruiyetini CHP’ye borçlu. Ana muhalefet partisi liderinin ve partinin diğer önde gelen bazı isimlerinin referandum sonuçlarının açıklanmasının ardından sarf ettiği sözler bizzat başkanlık sitemini, Recep Tayyip Erdoğan’ın iktidarını ve en önemlisi de gayrimeşru ve şaibeli seçim sonuçlarını meşrulaştırdı. Bu meşrulaştırmayı tek koldan yapmadı. Bir yandan Kemal Kılıçdaroğlu’nun sokak siyasetine ilişkin açıklamaları muhalefetin ivme kazanmasını engelledi. İlk başlarda “seçim sonuçlarını tanımıyoruz” biçiminde başladığı sözleri giderek silikleşti ve seçim sonuçlarını tanımayla sonuçlandı. Böylelikle “şaibe” gündemden düşürüldü. Diğer yandan Deniz Baykal’ın mücadeleyi 2019’a erteleyen sözleri “Hayır” cephesinin protesto eylemlerine adeta ket vurdu. “Hayır bitmedi, daha yeni başlıyor” şiarıyla seçim sonuçlarına itiraz eden kitlelere –ve kendi seçmen tabanına- “Hayır bitmedi, 2019’a erteledik” dedi Baykal. Adeta “birileri” küçük çocuğun kulağını çekmişti “yapma” diye ve “ufaklık” yapmadı. “Hele bir 2019 olsun!” diyerek bir tehdit savurup hesaplaşmayı belirsiz bir geleceğe bıraktı. Kısacası itiraz cephesini dağıttı.

CHP lideri yaptığı konuşmalarla önce sokak siyasetini CHP’ye dışsallaştırdı, daha sonra da gayrimeşrulaştırılmasına katkıda bulundu. Öncelikle CHP’nin sokak protestolarının örgütleyicisi olmayacağını söyleyerek iktidar diline hapsoldu. Zira iktidarlar her protesto eyleminin ardında ipleri elinde bulunduran güçler olarak bazı örgütlere yönelirler ve bunlar üzerinden protesto eylemlerinin meşruluğunu ortadan kaldırmaya çalışırlar. CHP liderinin sözleri bu anlayıştan uzak olmadıklarını açıkça ortaya koydu. Kılıçdaroğlu ayrıca şiddet vurgusu yaparak bir başka açıdan daha iktidarların diline/”devlet aklına” (raison d’état) teslim oldu. Adeta “devlet benim” dedi. Demokrasilerde sokağın, muhalefetin önemli bir mekanı ve olmazsa olmaz aracı olduğunu tamamen unuttu. Kendisini, tek meşru mücadele biçimi olarak gördüğü hukuk mücadelesi ile sınırladı. İki mücadele yönteminin birbirini dışlamadığını, aksine beslediğini göz ardı etti.

Parti içi mücadele

Sokak siyasetini gayrimeşrulaştırmanın, buna karşılık referandumu meşrulaştırmanın CHP’deki en bildik yolu işte burada devreye girdi: yüzlerini içe dönüp parti içi mücadelelere hız vermek. Bu süreçte parti içi muhalefet zaten sessizce referandumun sonuçlanmasını bekliyordu. Seçim şaibeleri ve Kılıçdaroğlu’nun bu konudaki yalpalayan tutumu muhalefetin sesinin yükselmesini kolaylaştırdı. CHP’nin parti olarak en önemli özelliklerinden biri, parti içi mücadelenin her daim parti dışında yürütülecek mücadelelerin önüne geçmesi. Öyle ki, partiyi yönetenler parti dışında elde edilecek mevzilerden ziyade parti içinde mevzi elde etmeyi her şeyin önüne geçirmekte bir sakınca görmez. Yönetim pastasından pay alan en keskin muhalif bile iktidar sevici oluverir. Şimdi de böyle oldu.

CHP, devlet ile benzer refleksler gösteren bir parti. 2013’ten beri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kullandığı söylemi de çok sevmiş gibi. Her fırsatta kendisine uyarlıyor. Parti içi muhalefetin sesi yükseldiği anda, “partiyi yıkmak isteyen iç ve dış düşmanlar söylemi” hemen dile geliyor. Bu iç ve dış düşmanlar işbirliği halinde “güçlü CHP”yi istikrarsızlaştırmak istiyorlar, zira “gücünü kıskanıyorlar”. Bu söylemleri duymak için “parti komiserleri” Engin Altay ve Bülent Tezcan’ın televizyon programlarında söylediklerine biraz kulak kabartmak yeterli (Bkz. Tarafsız Bölge, CNN, 8 Mayıs 2017).

Kısacası, bir ülkede devletin izlediği politikalar o ülkedeki muhalefetin gelişiminde ya da güdükleşmesinde, alacağı biçimlerde nasıl etkide bulunuyorsa, Türkiye’de de CHP’nin tutumu muhalefetin biçimlenmesinde etkili oluyor. Bu etki birleştirici yönde olmaktan çok dağıtıcı. Yani Türkiye’de muhalefet ana muhalefete rağmen var olmak ve varlığını sürdürmek durumunda.

Kategoriler

Güncel Gündem



Yazar Hakkında