Ortadoğu ve Kafkasya uzmanı, siyaset bilimci ve gazeteci Vicken Cheterian, Suriye’de yaşanan gelişmelerin perde arkasını anlattı: “Suriye muhalefetine ciddi bir dış destek yok. Dünya liderleri çok laf etti ama hiçbir muhalefete para veya silah vermedi.”
ROBER KOPTAŞ
rober.koptas@agos.com.tr
Vicken Cheterian, yıllardır Ortadoğu ve Kafkasya üzerine analizler yapan, haberler hazırlayan bir siyaset bilimci ve gazeteci. Kafkasya’da Savaş ve Barış, Perestroyka’dan Gökkuşağı Devrimlerine gibi kitaplarıyla tanınan Cheterian, Le Monde Diplomatique başta olmak üzere pek çok tanınmış gazete ve dergi için yazılar kaleme alıyor.
Suriye’de olan biteni de yakından takip eden Cheterian, muhalif harekete ilişkin bir çalışma için birkaç günlüğüne İstanbul’daydı. Beyrut doğumlu olan, Lübnan iç savaşı sırasında, çatışma ortamında büyüyen Cheterian, ‘çatışma çözümü’ konusunda uzmanlaşmış olmasında, kişisel tarihinin önemli rol oynadığını söylüyor.
Baba tarafı Adapazarı’na, anne tarafı ise Antep ve Maraş’a dayanan Cheterian’ın ailesi 1915’te pek çok kayıp vermiş. 1911 İstanbul doğumlu olan babası ve ailesi, babalarının Osmanlı ordusunda diş hekimi olarak görev yapması sayesinde hayatta kalabilmiş. Babasının anlattıkları sayesinde İstanbul’u adeta hiç görmeden bilen Cheterian’la sohbetimizde, yanı başımızdaki Suriye’de olan bitenleri anlamaya çalıştık.
• Suriye’de yaşananların iç dinamiklerin ve muhalefetin eseri olmadığı, Batılı ülkeler tarafından yaratılan bir senaryo olduğu iddiaları var. Bu görüşü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bütün dünyada böyle düşünenler var. Ama meseleye somut bilgiler ışığında bakmak lazım. Suriye muhalefetinin gelişimine baktığımızda, ciddi bir dış etken olmadığını görebiliriz. Hareketin başlamasından bu yana 15 ay geçti, dünya liderleri pek çok laf ettiler, ama pratikte herhangi bir adım atmadılar. Birincisi, muhalefete para veya silah vermiş değiller.
• Vermediler mi sahiden?
Hayır. Son iki haftada bu konu üzerine çok yoğun çalıştım, Hama, Humus ve İdlib’le çok görüşmeler yaptım. Muhaliflerin elinde yeni silah yok. Bunu görmek hiç zor değil.
• Eski silahların kaynağı ne?
Temelde Suriye ordusunun silahları. Küçük bir kısmı da dışarıdan, Lübnan’dan ve Irak’tan geliyor. Bunlar satın alınmış silahlar.
• Satın alındıklarını nasıl tespit ediyorsunuz?
Çok kolay. Lübnan veya Irak’ta silah fiyatları yükseliyor mu, düşüyor mu? Eğer düşüyorsa, dışarıdan yardım var, silah bol ve fiyatlar indi demektir. Ama eğer fiyatlar yükseliyorsa, o zaman elde silah az, talep bol ve fiyatların yönü yukarı doğru demektir.
• Peki şu andaki fiyatlar ne?
15 ay öncesine göre 5 kat yüksek. Lübnan sınırından eskiden mal taşınan kanallardan şimdi silah ve insan taşınıyor. Bu da, muhaliflerin elindeki silahların yardımla değil, piyasa koşullarından elde ettiğini gösteriyor. Ayrıca, eğer dışarıdan silah gelseydi, muhaliflerin elinde, dengeyi bozacak tanksavar ve uçaksavar silah ve cephane olması gerekirdi. Şimdiye kadar bu görülmedi. Ellerinde sadece çok ilkel Sovyet RPG 7 denilen tanksavar silahlar var. Mesela Hizbullah 2006’da İsrail tanklarını vurduğunda ellerinde çok daha güçlü RPG 29 silahları vardı. Muhaliflerin elinde böyle silahlar yok.
• Başka hangi kanıt gösterilebilir dış desteğin olmadığı konusunda?
Muhalefetin gelişimine baktığında, şunu görebilirsin. Hiçbir büyük planın ve paranın yapamayacağı bir gerçek var. Suriyeli muhalifler, sokaklara döküldüklerinde, kendilerini ölümün beklediğini, hem de çok vahşi, işkenceli bir ölümün beklediğini biliyorlardı. Para için kimse bunu yapmaz. Bu yüzden, sözünü ettiğin iddialar gerçeklikten çok uzak.
• Arap Baharı’nın Suriye üzerindeki etkisi ne oldu?
Arap Baharı’nın iki etkisi oldu. Biri çok geneldi; insanlara, sokağa çıkabiliriz; kalabalık olursak yönetimi devirebiliriz fikrini verdi. İkincisi ise çok özeldi, Deraa’da sokak duvarlarına Mısır’daki gibi grafiti yapan 15 çocuk tutuklanıp ağır işkence görünce, aileleri ve kentin ileri gelenleri araya girdiğinde aşağılanınca, hareket için bir kıvılcım oldu.
• Son dönemde Annan Planı gündeme geldi. Bu planın bir sonuç vermediğini söyleyebilir miyiz artık?
Annan planı iki temele oturuyordu. Birincisi ateşkes; ikincisi ise siyasi diyalog. İkisi de gerçekleşmedi. Annan Planı çok yoğun bir şiddet dalgasının, Humus’taki katliamların üzerine geldi ve bir süreliğine ritmi düşürdü, olumlu bir etki yarattı. Ama artık bu durum ortadan kalktı. Bugün artık bütün kapılar kapandı.
• Hiçbir siyasi ‘iç’ çözüm yolu yok mu?
İki olasılık var. Ya savaş bir taraf yenilene kadar devam edecek ya da dış baskıyla –özellikle de Rusların baskısıyla, bu yönde bazı işaretler var– veya Esad’a yakın olan bazı iç güçlerin etkisiyle, Esad iktidardan uzaklaşmayı, bir geçiş süreci sonucunda, devlet yapısı bütünüyle darmadağın olmadan bir yenilenmeyi kabul edecek. Ama şiddet sürdükçe bu ikinci olasılık iyice azalıyor.
• Rusya böyle bir rol oynayabilir mi? Hem Batı blokunun hem de Rusya’nın çıkarlarına uygun hem de müdahalesiz bir çözüm bulmak olası mı?
Olasılık olarak var. Rusya ve Batı bu konuda diyalog içinde gibi görünüyor. Rusya pek çok çelişkili mesaj verdi. 10 gün önce Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı, “Suriye’de çözüm ancak Esad görevde kalırsa mümkündür diye bir şeyi asla söylemedik” dedi, ancak hemen sonra bunu reddettiler. Aslında bu ilk kez Esad’sız çözümün konuşulduğunu gösteren çıkış oldu. Taraflar Esad sonrası olasılıklar hakkında diyalog halindeler. İran bile bu sürecin içinde.
• Geriye dönülmez bir noktaya gelindiğini söyleyebilir miyiz?
Yönetim bazı bölgeleri geri almak için her şeyi yaptı. 4-5 aydır yönetimin giremediği yerler var. Artık siyasi olarak da hareket alanı kalmadı. Önceden tarafsız kalan bazı bölgeler de yönetime sırt döndü. Önceleri yönetime isyan etmeyen Sünniler de giderek muhalefetin saflarına geçiyor. Hule katliamından sonra, Şam’daki Sünni tüccarlar dört gün iş bıraktı. Bu bir ilkti. Yönetimin tek metodu var. O da her sorunu güçle bastırmak. Bu da şiddetin sürmesinden başka yol bırakmıyor.
• Olan bitenin bir mezhep kavgası olduğu söylenebilir mi?
Başlangıçta öyle değildi. Yönetim, askeri planlarını gerçekleştirmek için Nusayrileri kullandı. Bugün ise Nusayrilerin bir kısmı yönetimin esiri durumuna geldi. Muhalefet saflarına geçemiyorlar, ama yönetimle birlikte kalmaları da kendilerine zarar veriyor. Sonuçta, iktidarın elinde rehine olarak kaldılar. Doğru, muhalefetin bir kısmı Nusayrilere karşı. Çünkü, iktidarın milis gücü olan Şebbiha’ların önemli bir kısmı Nusayri. Şu da bir gerçek, muhalif Hür Suriye Ordusu’nun ezici çoğunluğu Sünni. Aralarında çok az Hıristiyan veya Nusayri var.
• Sünni kitlenin Nusayrilere yönelik katliamları yaşanabilir mi?
Böyle bir tehlike var. Çünkü çeşitli yerlerde Sünnilere yönelik katliamlar yaşandı. Bu tür olaylar oldukça, ne yazık ki diğer yöndeki katliam riski de artıyor.
• Sizce muhalefetin temel niteliği ne?
Öncelikle çok yerel bir muhalefet. Çok farklı bölgelerde, farklı zamanlarda başladı. Suriye’de bir Tahrir Meydanı olamazdı. Çünkü baskı inanılmaz boyutlardaydı. Bu yüzden, daha esnek olan taşra kentlerinde gösterilerle başladı. Muhalefet silahlanmaya başladığında, yine yereldi. Birliklerinden kaçıp kendi kentlerine dönen asker ve subaylar başı çekti. Genelde bu hareketler kopuk kopuktu ama son zamanlarda, Rasdan, İdlib, Hama, Humus bölgelerinde iletişim ve birliktelik başladı.
• Muhalefetin silahsız devam etmesi mümkün değil miydi?
Muhalefet mümkün olmadığını, aylarca silahsız gösteriler yaptıklarını ve yönetimin hep silah kullandığını söylüyor. Hama’dan bir subay, bana, Hama’nın merkezinde büyük bir gösteri yaptıklarında, yönetimin meydanın iki başına birer tank gönderip ateş ettirdiğini anlattı. Gösterilerin yapılabilmesi için, Hür Suriye Ordusu’nun silahlarıyla gelip tankları uzaklaştırması gerektiğini söylüyorlar. Silah olmasaydı muhalefet devam edemezdi görüşü hâkim.
• Yine de silahsız bir şekilde mücadele verenler de yok değil.
Daha birkaç gün önce Der Zor’da binlerce insan gösteri yaptı ve üzerlerine ateş açıldı. 20 kişi öldü. Bu riski bildikleri halde sokağa çıkan insanlar var. Tüccarların grevi de bu türden bir mücadele yöntemi oldu.
• Muhalefetin orta ve uzun vadeli planları var mı?
Uzun vadeli proje yok. Bugün yaptığım bir görüşmede, bu konuda yoğun çalışma yürütecek komisyonlar kurmaya başladıklarını öğrendim. Bu önemli bir yenilik. Daha önce ciddi sorunlar vardı ama son birkaç ayda, muhalefette birlikte çalışmak konusunda bir güven oluştu. Bir İslamcı ile eski bir sosyalist aynı masada oturup sorunsuz çalışabiliyor. Bunu gözlerimle gördüm.
• Kasım ayında ABD seçimleri yapılacak ve ABD’nin müdahaleden kaçınmasının bundan kaynaklandığı görüşü var.
Kasım’dan sonra da ne olacağı belli değil. ABD müdahale için çok iştahlı değil. ‘Az’ müdahale diye bir şeyin olmadığını biliyorlar. Vietnam da öyle başlamıştı. Pentagon’un müdahale istemediğine dair çok işaret var. ABD böyle düşündüğü için de, Avrupa, Türkiye veya Körfez ülkeleri gibi aktörler de bir rol oynayamıyor. ABD şemsiyesi olsaydı, onlar müdahil olmak isteyebilirlerdi…
‘ERMENİLER KÖPRÜ ROLÜ OYNAMALI’
• Ermeniler muhalefetle ilişki kurmayan neredeyse tek etnik grup. Sizce Suriye Ermenileri ne yaparsa mevcut durumdan daha az zararla kurtulur?
Her şeyden önemlisi, gazete okumayı, olayları yorumlayabilmeyi başarmaları lazım. İkinci olarak da, biz Ermenilerin bir tarihi ve deneyimi var. Özgün bir deneyim bu. Ne yazık ki bizim diasporadaki kimliğimiz soykırımla başladı. Biz bu acıyı hâlâ taşıyoruz. Biz bu yüzden geçmişimize ve bugünkü acımıza karşı sorumsuzluk yapmamalıyız. Karşımızda eziyet gören insanlar görüyorsak, onlara karşı adil olmamız gerekir. Bu ahlaki sorumluluğu taşımamız gerekir.
• Ne yapmalılar?
Bence en güçlü tavır tarafsız olabilmek. Belli ilkeler belirlemeliler: Ülkemizde iç savaş ve cinayetler olmasını istemiyoruz, demokrasi istiyoruz diyebilmeliler. Bunun üstüne de farklı gruplar arasında bir köprü rolü oynamalılar. Bu elbette ki çok başarılı bir tutum olurdu. Ben Müslümanların yaşadığı Batı Beyrut’ta ve savaş zamanı büyümüş bir Lübnanlı Ermeni olarak, komşularımla çok pozitif deneyimlere sahibim. Bize hiçbir zaman kötü gözle bakmadılar, aksine, tarafsız olduğumuz için bize saygı duydular.
• Tarafsızlık mümkün müydü? Eğer tarafsızlık ilan etselerdi, Esad Ermeni cemaatine de çok baskı uygulamaz mıydı?
Tarafsızlığın nasıl ifade edileceği önemli. Günlük siyasetin tansiyonunu elinde tutan insanlar bunun yolunu bulabilir. Ama ben, komşunun, yanındaki köyün insanının öldürüldüğü durumda, “Ben bunları görmek istemiyorum” demeyi şahsen kabullenemiyorum. Benim için çok zor…
• Muhalefet Ermenilere nasıl bakıyor?
Kimsenin Ermenilere dair kötü bir yorumda bulunduğuna tanık olmadım. Ama Ermeniler için iki tehlike var. Sorun uzun sürerse, ekonomik durumun kötüleşmesi nedeniyle insanlar göç edebilirler. Ve biz biliyoruz ki, Ermeni kimliğinin önemli merkezleri, Halep, Beyrut, İstanbul, Tahran’dır. Bu şehirlerde Ermeniler azalırsa, standartlar gerilerse, bundan bütün Ermeni kimliği zarar görür. İkinci tehlike ise, iç savaş ilerlerse, akacak kan, radikal Sünni hareketin güçlenmesine yol açabilir. Bu da tüm Hıristiyanlar gibi Ermeniler için de tehlike yaratır. Ama ben yine de Ermenilerin doğrudan hedef olacağını sanmıyorum.