Prof. Taner Akçam, yeni kitabında, Ermeni soykırımının tarihyazımında önemli bir rol oynayan ve bugüne dek inkâr edilen Naim Bey’in hatıratlarını yayımlayarak hem iddialara yanıt veriyor, hem de soykırımın tarihyazımında yeni bir çığır açıyor.
Ermeni soykırımının tarihyazımında önemli bir rol oynayan Naim Bey’in hatıratları, bugüne dek inkâr edilmişti. İnkarcıların, dayandırdıkları en önemli gerekçeler ise hem Osmanlı’da Naim Bey isimli bir memur olmadığı, dolayısıyla bir hatıratının olamayacağı, hem de hatıratta yer alan belgelerin şifreleme kodlarının Osmanlı’daki şifreleme teknikleriyle örtüşmemesi. Clark Üniversitesi Holokost ve Soykırım Araştırmaları Merkezi’nden Prof. Taner Akçam, yeni kitabında Naim Bey’in hatıratlarını yayımlayarak hem bu iddialara yanıt veriyor, hem de soykırımın tarihyazımında yeni bir çığır açıyor. ‘Naim Efendi’nin Hatıratı ve Talat Paşa Telgrafları’ adlı kitap, ilk kez tam olarak ve belgeleriyle birlikte sadece Türkçede. Kitap, İletişim Yayınları etiketiyle 7 Ekim’de raflardaki yerini alacak. Prof. Akçam’la son kitabı vesilesiyle Naim Bey ve hatıratı üzerine konuştuk.
Aram Andonyan’ın, Naim Bey’in belgelerinden daha önce kitabında bahsettiğini biliyoruz. Kitapta bu belgeler nasıl ele alınıyordu?
Aram Andonyan, Naim Efendi’nin hatıratı ve Talat Paşa telgraflarını ’Büyük Cinayet’ adlı bir kitapta topladı, kitap 1921’de Ermenice yayınladı. Kitap daha sonra Fransızcaya ve çok kötü bir İngilizceyle özet olarak ‘Naim Bey’in Anıları’ başlığı ile 1920’de basıldı. ‘Büyük Cinayet’ kitabı, Naim Efendi adlı bir Osmanlı memuruna ait bir hatıratı ve yine onun verdiği bazı gizli belgeleri içeriyor. Andonyan, bu anıyı ve belgeleri para karşılığında satın aldığını söylüyor. Aslında klasik bir anı kitabı değil bu. Naim Efendi 50 civarında Osmanlı Belgesi’ni, kendi el yazısı ile kopya etmiş ve bunların arasına kendi hatırladıklarını, bildiklerini eklemiş. Naim Efendi, Andonyan’a ayrıca 20 civarında da belgenin orijinal hallerini vermiş. Belgelerin 14 tanesinin resimleri Ermenice kitapta yayımlandı. Andonyan’ın tuttuğu bir nottan, bu belge alışverişlerinin Kasım 1918 başında olduğunu biliyoruz, ben de kitabımda bunun belgesini yayımladım.
Bu telgraflarda neler yazıyor?
Özellikle Talat Paşa’ya ait olduğu söylenen bazı telgraflarda, açıktan Ermenilerin öldürülmeleri emri verildiğini görüyoruz. Bunlara bazı örnekler vermem gerekirse, 22 Eylül 1915 tarihli bir telgrafta Talat Paşa şöyle bir emir vermiş: “Ermeniler için Türkiye arazisinde yaşamak, çalışmak gibi haklar tamamıyla kaldırılmış ve bu bâbda hükümet bütün mesuliyeti kabul ederek beşikteki çocuklarına varıncaya kadar bırakılmaması emrini.”
29 Eylül 1915’te Halep Vilayetine çektiği bir telgrafta ise şu ifadeler yer alıyor: “Türkiye’de mevcut bütün Ermenilerin tamamen mahv ve imha edilmelerinin Cemiyetin emriyle Hükümetçe kararlaştırıldığı evvelce de bildirilmişti.... Kadın, çocuk, sakat diye düşünülmeyerek imha önlemleri ne kadar feci olursa olsun, vicdani duygulara kapılmadan varlıklarına son verilecektir.”
Eklemem gerekir ki, Andonyan’ın kitabında resimleri de basılan bu telgrafların orijinal görüntüleri sadece rakamlardan ibarettir. Belgelerin çözümleri Naim Efendi hatıratında verilmiştir.
Bunların gerçeği yansıtmadığı ve telgrafların aslen varolmadığı iddia ediliyordu, değil mi?
Telgrafların inkâr edilmesinin sebebi, 1983’te Şinasi Orel ve Süreyya Yuca’nın yayımladıkları ‘Ermenilerce Talat Paşa’ya Atfedilen Telgrafların Gerçek Yüzü’ adlı kitaptır. Orel ve Yuca, bu kitapta Andonyan’ın yayımladığı hatırat ve belgelerin sahte olduğunu iddia ettiler.
Neye dayanarak bu iddiada bulundular?
Orel ve Yuca, ana tezlerini üç temel iddiaya dayandırdılar: 1) Naim Efendi adında bir Osmanlı memuru yoktur. 2) Olmayan adamın hatıratı da olamaz. 3) Gerek Talat Paşa’ya ait olduğu iddia edilen, gerek diğer telgraflar sahtedir. Tüm bunları Andonyan ve Ermeniler uydurmuşlardır. Üçüncü noktaya, yani telgrafların sahteliğine ilişkin ise 12 ayrı tez ileri sürdüler. Bunların en önemlileri şunlardı: Belgelerin üzerindeki tarihler yanlıştır, belgelerin üzerindeki evrak numaraları, Dahiliye Nezareti gelen-giden evrak defterlerindeki numaralar ile aynı değildir, belgelerdeki özellikle Vali Mustafa Abdülhalik’in imzaları sahtedir, çizgili kağıt kullanılmış, Osmanlı bürokrasisi çizgili kağıt kullanmazdı, bu belgenin sahteliğinin bir kanıtıdır, ikili ve üçlü rakam grupları ile şifrelenmiş belgeler tamamıyla uydurmadır, çünkü o yıllarda dörtlü ve beşli rakam gruplu şifreleme tekniği kullanılıyordu.
Orel ve Yuca’nın kitabındaki tezler görünüşte çok kuvvetli ve iddialıydılar. Özellikle o yıllarda, yazarların kullandığı kaynaklar, örneğin Başbakanlık Osmanlı Arşivi ve Genelkurmay Başkanlığı (ATASE) arşivi erişilmez kaynaklardı. Osmanlı arşivi şüphesiz açıktı ama ilgili döneme ilişkin belgeler tasnif edilmemişti ve yoktu; ATASE arşivi ise kapalıyıdı -ki hâlâ kapalı sayılır.
Ayrıca eklemem gerekir ki, Naim Efendi’den aldığı belgeleri, Andonyan daha sonra yerleştiği Paris’e götürmüş ve Boğos Nubar Paşa Kütüphanesi’ne bırakmıştı ama bu belgeler muhtemel 1950 sonrası kayboldu. Bugün bu belgelerin nerede oldukları bilinmiyor.
Oral ve Yuca’nın kitabına kadar önemli bir kaynak olarak kullanılan Andonyan kitabı ve içindekiler -Naim Efendi anıları ve Talat Paşa telgrafları- güvenilmez ve sahte bilgiler içerdiği iddiası ile kullanılmamaya başlandı. Daha da fazlası, Orel ve Yuca, Aram Andonyan’ı ve Ermenileri sahtekârlık yapmakla, belge düzmekle ve bir nevi ‘cinayet işlemekle’ suçladı. Sonraki yıllarda kitap, Ermenilere yönelik nefret söyleminin en önemli araçlarından birisi oldu. Yoğun bir karalama ve aşağılama kampanyası için kullanıldı. Hâlâ da kullanılıyor.
Kitabınızda Orel ve Yuca’nın söylediklerinin yanlış olduğunu, hatıratın ve telgrafın gerçek olduklarını mı söylüyorsunuz?
Evet, Orel ve Yuca’nın, Naim Efendi ve Hatıratı konusunda söyledikleri kesin olarak yanlıştır. Konu hakkında üzerine çalışmam boyunca son derece ciddi yeni bilgi ve belgelere ulaştım. Bunları özetlemem gerekirse: 1) Naim Efendi isimli bir Osmanlı memuru vardır; bunu gösteren orijinal Osmanlı belgeleri mevcuttur, kitabımda bu belgeleri yayımlıyorum. Hatta çok ilginizi çekecek bir detay vereyim. Naim Efendi adlı bir memurun olduğunu gösteren Osmanlı belgelerinden birisini yayımlayan Genelkurmay Başkanlığı’dır. Genelkurmay ATASE arşivi Ermeni sorunu üzerine yayımladığı kitapların birisinde, belki farkında olmadan, Naim Efendi’ye ait, onun orijinal imzasının da yer aldığı bir belgeyi yayımlamıştır. Bu belge kitabımda okunabilir. 2) Naim Efendi’ye ait bir hatırat vardır; kendi el yazısı ile Osmanlıca yazılmış bu hatıratın filmleri şu anda elimde ve kitapta bu anıları olduğu gibi yayımlıyorum. Burada da verebileceğim ek ve çok önemli bir bilgi daha var: Andonyan, Naim Efendi’nin anılarının hepsini yayımlamamış. Sadece bir kısmını kullanmış. Kitabımda hatıratın daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış kısımları ilk defa gün ışığına çıkmakta ve okuyucu ile buluşmaktadır.
“Naim Efendi adlı bir memurun olduğunu gösteren Osmanlı belgelerinden birisini yayımlayan Genelkurmay Başkanlığı’dır. Genelkurmay ATASE arşivi Ermeni sorunu üzerine yayımladığı kitapların birisinde, belki farkında olmadan, Naim Efendi’ye ait, onun orijinal imzasının da yer aldığı bir belgeyi yayımlamıştır. Bu belge kitabımda okunabilir.”
İlginç olan bir başka husus ise, hatıratın Andonyan tarafından yayımlanan bazı kısımlarının şu anda kayıp olduğudur. Yani elimdeki Naim Efendi Hatıratı’nda, Andonyan’ın yayımladığı bazı sayfalar yoktur. Bu niçin böyledir, bunun cevabını kitabımda ayrıntılı olarak anlatıyorum. Hatıratın kayıp sayfaları Genelkurmay ATASE arşivinde olmalı… 3) Naim Efendi’nin hatıratı sahicidir ve verdiği bilgiler doğrudur. Hatıratında bahsettiği olay ve kişilere ilişkin belgeleri Osmanlı arşivinde bulmak mümkündür. Bir örnek vereyim: Naim Efendi, hatıratın benim ilk defa yayımladığım kısmında, birkaç tane Ermeni sürgünün ismini sayar ve “Bunlar hakkında İstanbul’dan bize emir geldi, bunları Halep’te tutun, sürmeyin, deniyordu. Ama Vali bunları ölüme yolladı” gibi bir bilgi verir. Naim Efendi, gelen emre ilişkin hiçbir belge yayımlamamakta, sadece aklında kalanı söylemektedir. Ben, Osmanlı Arşivi’nde, Ermenilere ilişkin gönderilen bu telgrafı buldum. Bunun gibi 10’a yakın olay üzerinde çalışma yaptım ve Naim Efendi’nin sözünü ettiği olaylar hakkında, Osmanlı arşivinde bolca belge buldum. Bu durum bize, Naim Efendi’nin hatıratının sahici ve dile getirdiği hususların uydurma değil, hakikati yansıttığını gösteriyor. 4) Oral ve Yuca tarafından, Talat Paşa telgraflarının sahteliği üzerine ileri sürdükleri temel tezler, örneğin çizgili kağıt meselesi veya özellikle şifreleme teknikleri konusunda söyledikleri doğru değildir. Orel ve Yuca’nın söyledikleri tamamen yanlış ve uydurma şeylerdir. Bu nedenle telgrafları, Şifre Anahtarı Defterleri yayınlanıncaya kadar doğru kabul etmek gerekmektedir. Sahte olup olmadıkları, ancak bu anahtar deferlerine bakarak anlaşılabilir.
‘Çizgili kağıt’ meselesi nedir?
Andoyan’ın kitabında, sevkiyat daire müdürü Abdülahad Nuri’ye ait, 20 Mart 1916’da Dahiliye Nezareti’ne çekilmiş ve ikili rakam grubu ile şifrelenmiş bir telgraf görüntüsü vardır. Bu belgede, rakamlar çizgili bir kağıda yazılmıştır. Orel ve Yuca, bu çizgili kağıdı, belgenin sahte olduğunun bir kanıtı olarak ileri sürerler. Çünkü onlara göre, Osmanlı bürokrasisi çizgili kağıt kullanmamaktadır. Dolayısıyla bu belge sahtedir.
Bu son derece saçma bir tezdir. Çünkü, ilgili dönemde çizgili kâğıtlar Osmanlı bürokrasisinde bolca kullanılmıştır ve Osmanlı arşivi, Dahiliye Nezareti’nin çeşitli dairelerinde kullanılmak üzere çizgili kâğıt ısmarladığına ilişkin belgelerle doludur. Bu belgelerin içinde en önemlisi, 2 Kasım 1913 tarihinde tüm bölgelere yollanan bir emirdir. Bu emirde, özellikle şifre telgrafların çizgili kâğıtlara yazılması istenir. Telgrafta, “Bazı bölgelerde şifre telgrafların satırları gayet sık tutuluyor; bu durum yazım sırasında satırların karışmasına ve yanlışlıklara yol açıyor; bu tür yanlışlara ve düzeltme için lüzumsuz yazışmalara yol açmamak için bundan böyle şifreleri çizgili kâğıtlara yazın ve telgrafhaneye öyle verin” mealinde şeyler söyleniyor. Yani gerçek, Orel ve Yuca’nın söylediğinin tam aksi yöndedir ve belgenin çizgili kağıda yazılması, onun hakiki olduğunun bir kanıtıdır.
Şifremele tekniği ile kast ettiğiniz nedir, açar mısınız?
Osmanlı Hükümeti, bölgelere telgraf emirlerini, değişik rakam gruplarından oluşan şifreli metinler olarak yolluyordu. Metinler ikili, üçlü, dörtlü ve beşli rakam gruplarından oluşuyordu. Naim Efendi’nin, Andonyan’a sattığı telgraflar ikili ve üçlü rakam grupludur. Orel ve Yuca, Osmanlı Hükümetinin savaş yıllarında sadece dörtlü ve beşli rakam gruplarından oluşmuş şifreleme tekniği kullandığını iddia ettiler. Bu nedenle de Naim Efendi’nin telgraflarının sahte olduğunu belirttiler. Ayrıca Orel ve Yuca’ya göre, bir şifreleme tekniği altı ayı geçmeyen bir zaman süresinde yürürlükte kalıyor ve sonra değiştiriliyordu. Bu zaman süresinde sadece tek bir rakam grubu kullanılıyor, başka rakam grubu kullanılmıyordu. Örneğin onlara göre, 26 Ağustos 1915 ile 11 Aralık 1915 arasında sadece beş rakam gruplu, Mart 1916 civarında sadece dört rakam gruplu şifreleme kullanılmıştı. Bu söylediklerinin hiçbirisi doğru değil.
Ben Osmanlı arşivinde, söz konusu zaman dilimine ait 20 binin üzerinde belgeye tek tek baktım. Gerçek, Orel ve Yuca’nın iddialarının tam aksi yönde… Tüm 1914-18 arası boyunca ikili, üçlü, dörtlü ve beşli rakam grupları karmakarışık kullanılmış… Böylece yazarların, ‘son derece sınırlı zaman süreleri ve her zaman süresi için sadece tek bir rakam grubu’ tezinin gerçek bir uydurmadan ibaret olduğunu görüyoruz.
Peki bu söylediğiniz Orel ve Yuca’nın tezlerinin yanlış olduğunu gösterse bile Talat Paşa’nın telgraflarının gerçek olduklarını ispatlar mı?
Söylediğiniz hem yanlış hem de doğru: Birincisi, açık olarak gösteriyorum ki Naim Efendi’nin ikili ve üçlü rakam gruplu telgrafları Osmanlı şifreleme tekniğine uygun. Ortada bu anlamda bir sahtekârlık yok. Arşivde bu telgraflarla aynı dönemlerde gönderilmiş ikili ve üçlü rakam gruplu telgraflar buldum ve bunların örneklerini kitabımda yayımlıyorum. Şimdi elbette akla gelen soru şu: Naim Efendi’nin telgrafları, dönemin şifreleme tekniğine uygun olsalar bile, sahte olamazlar mı? Bunu nasıl anlayacağız? Gayet kolay. İlgili ‘Şifre Anahtar Deftlerleri’ni yayımlarsınız, olur biter.
Osmanlı Hükümeti, her rakam grubundan oluşan şifreleme tekniği için ayrı bir anahtar kitap hazırlamış ve bunları zamanı geldiğinde, önceden bölgelere yollamıştı. Bunun yazışmaları var, ‘yolladık, aldınız mı’, ‘hayır almadık’, ‘evet geldi’ falan gibi… Bölgelerdeki sorumlular, İstanbul’dan şifreli (rakamlarla dolu) telgraf geldiğinde, telgraf hangi rakam grubundan ise ilgili deftere bakarak çözüyorlardı. Bu Şifre Anahtar Defterlerinin şu arşivde mevcut olduklarını biliyoruz. Örneğin, benim elimde 1914 yılına ait üçlü rakam gruplarının çözümünü ihtiva eden böyle bir defter var. Ama 1915-17 arası yılların anahtar defterleri araştırmacılara verilmiyor. Naim Efendi’nin verdiği belgelerin sahte olduğunu iddia edenler, bu defterleri yayımlarlar, olur biter ve böylece konu da kapanır. O zaman bunların sahte olduklarını anlarız.
Bu defterler yayımlanıncaya kadar, kitaptaki belgelerin orijinal olduklarını kabul etmemiz gerekir. Çünkü sahtelikleri konusunda söylenenler yanlış. Şifre Anahtar Defterlerinin arşivde hâlâ araştırmacılara verilmiyor olmasının bir nedeni de belki budur. Defterler, belgelerin sahte olmadıklarını gösterecektir ve bu nedenle saklı tutuluyordur, kim bilir? Yani Şifre Anahtar Defterleri yayımlanmadan söylenecek her şey spekülasyondur. Yanlış olduğuna inanan, defteri yayımlar…
Peki diğer iddialar? İmzalar, tarihler…
Talat Paşa’ya ait, imha emrini içeren telgrafların sahteliği ile Halep Valisi Mustafa Abdülhalik’e ait imzanın sahte olup olmadığı meselesi iki ayrı meseledir… Ayrı ayrı belgelerdir bunlar. Yani Talat Paşa belgesi hakikat, imzalı belge sahte; veya imzalı belge hakikat, Talat Paşa belgesi sahte olabilir. Sahtelik tartışmasını her bir belge için ayrı ayrı yapmak zorundasınız. Elbette Talat Paşa’nın Ermenilerin imhası emirleriyle alakası olmayan, diğer sıradan bazı belgelerdeki tarih hataları ve imzalar gibi hususlar da tartışılır, tartışılacaktır. Ama bence bu kadar heyecan yeter, onları da başka bir zamana bırakalım… Öncelikle buraya kadar söylediklerimin hazmedilmesi gerekir, diye düşünüyorum!
Kitabın yayımlanmasının ardından soykırım tarihi yazımında değişiklikler olabilir mi?
Naim Efendi diye bir şahsın olmadığı, hatıratının olmadığı, Talat Paşa’ya ait telgrafların sahte olduğu, 1915’de yaşananların inkar edilmesinin en önemli kanıtlardan birisiydi. Bu kitabımla bu bina esas olarak çökmektedir. Elbette, 1915 gerçekliğini inkar etmek sona ermeyecektir ama bu gibi çevreler ve insanlar kendilerine, yeni başka yalanlar bulmak zorundalar. Fakat unutmayalım, 1915’in inkâr edilmesi, eldeki belge ve bilgilerin eksik ve yetersiz olmasından kaynaklanmıyor. Geçmişi inkar etmek, politik bir tercihtir. Bu nedenle tarihte yaşanan tarihi hakikatlara ilişkin ne kadar çok belge ortaya çıkartırsanız çıkartın, inkarcılar, yeni şeyler bularak inkar etmeye devam edeceklerdir. Sonu olmayan bir oyundur bu…
Bu nedenle, resmi devlet tezlerini savunanların, bildiklerini okumaya devam edeceklerini tahmin ediyorum. Ama bu kitap tarihe ilişkin oluşturulmuş yalan duvarının en önemli tuğlasını al aşağı etmektedir. Resmi tezleri savunanların, artık Naim Efendi’nin Hatıratı ve Talat Paşa telgrafları dışında, kendilerine başka bahaneler aramalarında fayda var diye düşünürüm.
Benim asıl beklentim başka bir hususta. Ermenilerden özür dilenmesini bekliyorum. Bugüne kadar, bu hatıratı ve telgrafları bahane ederek, Ermenilere yönelik nefreti örgütleyenlerin, onlara olmadık hakareti, suçlamayı yapanların Ermenilerden özür dilemesini bekliyorum. Bunu istemek hakkımız diye düşünüyorum.
Kitabımda gösterdiğim gibi, ortada ne Andonyan tarafından ne de herhangi başka bir Ermeni tarafından tahrif edilmiş bir şey vardır. Andonyan, kendisine ne verilmişse sadece onu, onu da tam olmayarak yayımlamıştır. Bu nedenle, 1983’ten beri bu kitabı esas alarak, Ermenilere yönelik nefret suçu işleyenlerden, onlara karşı olmadık hakaretleri yapanlardan açık bir özür bekliyorum. Kendi adıma, bu özürü dilemeyen hiç kimseyle konuyu tartışmayı düşünmediğimi söylemek isterim.