‘Esasen bu memleket bugünlerde hep insanı ağlatacak gibi’

MURAT CANKARA

Hülya Adakın Halide Edib ve Siyasal Şiddet: Ermeni Kırımı, Diktatörlük ve Şiddetsizlik’ kitabı geçtiğimiz ay yayımlandı. Yazarın kitabın temelini oluşturan makalelerinin bir kısmını okumuş, konuşmalarından bazılarını dinlemiş biri olarak, çalışmanın bütününü okumak benim için hem heyecan verici hem de öğreticiydi. Son derece anlaşılır nedenlerle, Halide Edib’in 1909’daki Adana katliamlarına ve soykırıma dair görüşleri, metnin kalanını gölgede bırakıyor. 20. yüzyılın bu hem ‘onbaşı’ hem ‘mandacı’, tüm ‘milliyetçiliği’ne rağmen gayr-ı makbul olabilmiş (yani zoru başarmış) figürünün “Zavallı Ermeni vatandaşlarım, sizler Kâbus-ı Hamidi’nin en mazlumları […], en sahipsiz kurbanları”sınız demiş olması, bizim de bunu ancak yazılışının üzerinden bir asır geçtikten sonra okuyabilmemiz az şey değil. Zaten Agos’un 22 Nisan tarihli sayısında Ferda Balancar’ın bu konuda yazarla yaptığı bir söyleşi yer aldı. Dolayısıyla, burada kitabı Halide Edib’in bu konudaki görüşlerini merkeze alarak tanıtmak gereksiz olacak. Ben daha ziyade kitabın ‘Türk dili ve edebiyatı alanı’ açısından anlamı üzerine bir iki söz etmek, yöntem açısından kıymetli bulduğum birkaç noktanın altını çizmek istiyorum.

‘Siyasal şiddet’ kavramı'

Adak, çalışmasının başlığından da anlaşıldığı üzere, Halide Edib’in eserlerinin bir bölümünü ‘siyasal şiddet’ kavramı çerçevesinde okuyor. Bu okumanın ilk ayağı Osmanlı Ermenilerine yönelik siyasal şiddet, ikincisi Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesi bağlamında ‘şiddetsizlik’ kavramı, üçüncüsü ise siyasal ütopya-distopya ve diktatörlük. Her bölüm çarpıcı örnekler sunuyor, sorular soruyor. Bununla birlikte, çalışmanın, Türk edebiyatının eleştiri ve tarihyazımı geleneklerinde kendisine pek de yer bulamamış olan  yöntemi de ayrıca üzerinde düşünmeye değer.

‘Muzafferlerin tarihini terse yatırmak’

Hülya Adak, Halide Edib’i okurken kullandığı stratejinin ilham kaynaklarından birini, Walter Benjamin’in meşhur ‘Tarih Üzerine Tezler’ makalesinde buluyor: “Muzafferlerin tarihini terse yatırmak.” Buradaki temel düşünce şu: Tarih muzafferler tarafından yazılıyor olabilir ancak tarihçinin müdahalesiyle, ‘kurbanlara adalet getiren’ bir tarihyazımı da –kolay olmasa bile– mümkündür. Zira “muzafferlerin tüm metinleri, anlatılarına hizmet etmeyebilir.” Diğer bir deyişle, tarihçi, uygun bir okuma stratejisiyle, örneğin ‘olaysızlığı’ ispat etmek için kurulmuş bir anlatıyı bir itirafnameye çevirebilir. Tıpkı, nasıl da birşeycikler olmadığını ispatlamak için ciltlerce derlenen telgraf ve belgelerin tam da neler neler olduğunun işareti olarak okunabilmesi gibi. Bunu mümkün kılan, muzafferlerin metinlerindeki “çatlaklar, tutarsızlıklar, dirençler”dir. Bu da bizi çalışmanın yöntemi konusunda ikinci önemli noktaya getiriyor. Türk edebiyatı tarihyazımında alışık olduğumuz (pozitif ya da negatif) bir tutarlılık veya bütünlük peşinde değil Adak. Değişimi, çelişkiyi, suskunluğu, bazen de çelişki gibi göründüğü halde aslında mükemmel bir uyum içereni ön plana çıkarıyor ve yorumluyor. Dolayısıyla burada, tutarsızlıkları halı altına süpürülmüş (en iyi ihtimalle de eserleri kaba bir biçimde dönemlere ayrılmış), hep aynı sesle konuşan, oynadığı tip üzerine yapışan oyuncuların akıbetine uğrayıp hep aynı kavramla birlikte anılan (örneğin feminizm) bir Halide Edib’le karşılaşmıyoruz. Bilakis; değişen, vazgeçen, susan, pişman olan, stratejik tercihler yapan bir yazar var karşımızda. Bir siyasi mücadeleye angaje olmuş, sonra ona mesafelenmiş, sonra ondan bütün bütün kopmuş, sonra başka bir tehlike karşısında onu savunma zorunluluğu hissetmiş bir yazar. Üstelik metinleri de ‘sabit’ değil; bir dilde yazdığını diğerinde çıkarmış, bir okura dediğini diğerine dememeyi tercih etmiş, birden fazla dile ve versiyona yayılmış. Yanisi, ‘yazarın ölümü’nün ne anlama geldiğini anlamak için çok iyi bir vakâ. Bedbaht edebiyat öğrencileri yapısökümün ne olduğunu anlamak için kötü çeviriler okuyup ömürlerini kısaltacaklarına bu kitabı okuyabilirler.

Karşılaştırmalı edebiyat dediğiniz

Türk edebiyatı tarihyazımının o meşum “Efendim, yazarımız, X’i anlamadan taklit etmiştir” / “Azizim, bunu Y’den önce yazarımız yapmıştır” ikiliğine düşmeden; 19. yüzyılın ‘devir’, ‘şahsiyet’ ve ‘eser’ arasında mütekabiliyet arayan modası geçmiş şablonunu yinelemeden; nesnesinin nasıl politik bir tutumla depolitize edildiğinin altını çizerek onu yeniden politize eden bir okuma. İşte bunlar hep karşılaştırmalı edebiyat; yoksa, iki milletten iki yazarı alıp “berikinde şu vardır, ötekinde bu yoktur” demek değil. Darısı diğer kanon üyelerinin başına. 

Hailde Edib ve Siyasal Şiddet 

Hülya Adak 

İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları 

208 sayfa

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ