“Onların bu Meclis’te işi yoktur”

Figen Yüksekdağ’ın sitayişle andıgı ilk mecliste herhangi bir gayrimüslim vekil yoktu. Zaten Büyük Millet Meclisi için gerçekleştirilen seçimlere gayrimüslimlerin katılmaması için bilinçli çaba da sarf edilmişti. Aslına bakılırsa bu durum, bu topraklarda Tanzimat’la başlayan temsili kurumlar oluşturma geleneğinden açık bir sapmadır.

HDP Batman İl Başkanlığı 1. Olağanüstü İl Kongresi’ne katılan Figen Yüksekdağ, şöyle konuşmuş: “Yıllar önce verdiğimiz mücadelenin esası, cumhuriyetin ve meclisin ilk kurulduğu dönemdeki ruha yeniden dönmek üzeredir. Ama karşımızdaki siyasi iktidar, hiçbir zaman o 96 yıl önceki ruha ve çoğulculuğa dönmek istemedi ve bunun karşısında direndi. Bugün bayram olarak kutladıkları ulusal egemenliği, o meclisin ilanının kaynağındaki güç Türkiye’deki halkların birleşik gücüdür. Eğer bu topraklarda yaşayan bütün kadim halkların Ermenilerin, Asurilerin, Süryanilerin ve Keldanilerin o meclis arkasında idaresi olmasaydı bugün kutlayacakları bir başlangıç olmayacaktı. Bir siyasi iktidar kendi çıktığı kaynağa eğer yabancılaşmışsa, bir devlet kendi doğduğu güçten eğer kopmuşsa bugün meşruiyeti kalmamıştır. Bugünün devlet zihniyeti ve iktidar anlayışı 1921’deki ilk meclis ruhundan kopmuştur."

İlk mecliste gayrimüslim vekil yoktu

Yüksekdağ’ın sözleri aslında Kürt siyasal hareketi temsilcilerinin zaman zaman ifade ettiği, yani çok da yeni sayılamayacak bir anlayışı yansıtıyor. Söz konusu konuşmanın 24 Nisan günü yapılmış olmasındaki trajik ironiyi deşmeye de hiç niyetim yok. Ancak Yüksekdağ konuşması sırasında Ermenileri, Asurileri, Keldanileri ve Süryaniler vurgulayarak andığı için kısaca (ve dostane) bir tashihe ihtiyaç olduğu fikrindeyim. Yüksekdağ’ın sitayişle andığı ilk mecliste herhangi bir gayrimüslim vekil bulunmuyordu. Zaten Büyük Millet Meclisi için gerçekleştirilen seçimlere gayrimüslimlerin katılmaması için bilinçli çaba da sarf edilmişti. Aslına bakılırsa bu durum, bu topraklarda Tanzimat’la başlayan temsili kurumlar oluşturma geleneğinden açık bir sapmadır.

“Osmanlının nankör çocukları”

TBMM’nin gayrimüslimlere yönelik bu dışlayıcılığını ve yukarıda anılan gelenekle “kopuşu” belki de en iyi özetleyen Mahmut Esat [Bozkurt] Bey’dir. Ocak 1921’de Teşkilat-ı Esasiye Kanunu üzerine gerçekleştirdiği bir konuşmada, Hıristiyanlara ve onların temsiline ilişkin Osmanlı Mebusan Meclisi ile TBMM arasındaki yaklaşım farklılığını açık bir biçimde ifade eder: “Belki Osmanlı Mebusan Meclisi’nde Hıristiyanlar aleyhinde söylemek doğru olmazdı. Fakat kendimi eski manada olan Osmanlı Mebusan Meclisi’nde farz etmiyorum ve bu memlekette Hıristiyan tabakasının hakkı olmadığına inanmış bir adam sıfatiyle söz söylüyorum. Onlar bu memleketin vatandaşlığından istifade etmişlerdir ve hıyanetle silah çekerek istifade etmişlerdir. Onlar Osmanlı tarihinin nankör çocuklarıdır ve bu memlekette hiçbir hakları kalmamıştır. Kendi hakkını müdafaa etmek isteyen bu memlekette onlar emperyalizmin casuslarıdır ve bu vatanın hain çocuklarıdır. Onların bu Mecliste işi yoktur.”

Yani Yüksekdağ’ın ifadesinin aksine, ilk meclisin “çoğulculuğu” Ermenileri, Asurileri, Süryani ve Keldanileri kapsamaz. Zaten daha Erzurum ve Sivas Kongreleri’nden itibaren uğruna mücadele edilen milletin gayrimüslimleri içermediği açıktır. Söz konusu kongre ve metinlerinde, “ekseriyet-i İslâmiye”, “anâsır-ı İslâmiye”, “camia-i Osmaniye” gibi esas olarak Müslümanlara hitap eden ifadelere yer verilir. Her Müslüman vatandaşın, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin doğal üyesi olduğu belirtilir. Misak-ı Millî’de farklı unsurları içinde barındıran Osmanlı Müslüman çoğunluğundan bahsedilir. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin metinlerinde, Amasya tamiminde, yasalarda, Büyük Millet Meclisi’nin karar ve tamimlerinde hitap edilen grup, Osmanlı devletinin Arap vilayetleri dışındaki Müslüman milletidir.

Çoğulculuk Müslümanlar için geçerli

Yani ulusal cemaat, esas itibariyle dinî terimler üzerinden tanımlanır. Bu dönemde atıf yapılan, adına talepler ileri sürülen, uğruna mücadele verilen millet, Anadolu’nun “Müslüman ekseriyeti”dir. Bahsi geçen “çoğulculuk” ise esas itibarıyla Müslüman unsurlar arasındadır. Bu dönemde Anadolu’daki Müslüman çoğunluğun homojen olmayıp “kardeşlik”, “karşılıklı saygı ve fedakârlık”, “iyi günde kara günde ortaklık” bağlarıyla birbirine kenetlenmiş farklı unsurları içerdiği hususunda bir uzlaşma vardır. Bu unsurların birbirlerinin ırkî ve toplumsal haklarına (hukuk-u ırkîye ve içtimaîye), yaşam çevresinin şartlarına (şerait-i muhitiye) saygı göstereceği bilhassa vurgulanır.

Azınlık tanımı ısrarı

Gerçekten, Erzurum Kongresi’nin yayımladığı beyannamenin 1. maddesinde yayımlanan formülasyon, yani birbirlerinin “hukuk-u ırkîye ve içtimaîyesine” ve “şerait-i muhitiyesine” riayetkâr İslami unsurların kardeşliğinin oluşturduğu “Osmanlı camiası” olarak millet tanımı, Milli Mücadele döneminin temel metinlerine hâkim olacaktır. Herhangi bir etnik aidiyete vurgu yapmayan ve “Müslümanlık” temelinde bir birliktelik tasavvuru ortaya koyan bu metni (ve onun sonra replike edilen versiyonları), Türklerle Kürtler ve Anadolu’daki diğer Müslüman etnik gruplar açısından bir “toplumsal sözleşme” saymak pekâlâ mümkün. Ancak bu sözleşmede gayrimüslimlere yer yoktur. Gayrimüslimler ancak “ekalliyet” olarak görülmekte ve bu süreçte onların toplumsal ve siyasal dengeyi bozacak nitelikte imtiyazlara sahip olamayacakları bilhassa vurgulanmaktadır. Zaten Misak-ı Milli’nin beşinci maddesi ekalliyet haklarına ilişkindir ve burada da azınlıkların haklarının komşu memleketlerdeki Müslüman ahalinin de aynı haklardan faydalanması kaydıyla temin edileceği vurgulanarak din esaslı üst kimlik ve azınlık tanımlarında ısrar edilmiş olur.

Müslüman milliyetçiliği

Aslında millet-i hâkime reaksiyonun ürünü olan bu “Müslüman milliyetçiliği”, sadece Milli Mücadele döneminde değil, modern Türkiye’nin 1913-1923 yılları arasındaki oluşum dönemine damgasını vurur. Devletin çözülme ve parçalanmasından sorumlu tutulan esas itibarıyla gayrimüslim topluluklardır ve zaten Yüksekdağ’ın andığı meclisin kurulduğu yıllarda memlekette pek de Ermeni kalmamış olmasının müsebbibi işte o “reaksiyondur”. Dolayısıyla da o dönemde bir biçimde kurtuluşu arzu edilen ulus, Osmanlı Müslümanlarıdır; Ermeniler, Süryaniler ya da Keldaniler değil. Bu anlamda ilk mecliste bu toplulukların temsilinin söz konusu olmaması tesadüf falan değildir.

Zoraki çoğulculuk

Yüksekdağ sözlerini, yerden göğe kadar haklı olarak “Bugün Halkların Demokratik Partisi’ne karşı geliştirilen dokunulmazlığı kaldırma darbesi, meclisin itibarını da meclisin fiili varlığını da tasfiye etmeye yöneliktir” ifadesiyle tamamlamış. HDP milletvekillerinin meclisten tasfiye edilmesi girişimine, yani bizatihi meclisin işlevsiz kılınmasına elbette hepimizin karşı durması gerekiyor. Ancak bu karşı duruşu, geleceğimize sahip çıkmaya dönük iradeyi, Müslüman milliyetçiliğinin (farklı grupların ortak düşmana karşı Müslüman/Türk milleti bayrağı ve dini terminoloji altında bir araya gelmesini mümkün kılan) “zoraki çoğulculuğunda” değil, bugünün mücadelelerinin gerçek çoğulluğunda aramakta yarar var. 

Kategoriler

Güncel Türkiye



Yazar Hakkında