Bakırköy’ün Samuel Abi’sini kendi mutfağında, ‘Eski Köy Kahvesi’nde ziyaret ettik.
Bakırköy’deki ‘Eski Köy Kahvesi’, yitip giden değerlere inat varlığını sürdüren, özel bir kahve. İşletmenin sahibi Şerif Yılmaz, yok olmaya yüz tutmuş kahve kültürünü devam ettirmek için mücadele ederken, kendisi gibi ‘renk’ olarak gördüğü Samuel Abi’sine ‘Samuel’in Mutfağı’yla yer vermiş burada. 16 yıl önce Ermenistan’dan İstanbul’a gelen Samuel Hakobyan, beş yıldır köy kahvesindeki mutfağında eski tatları özleyenler için birbirinden leziz yemekler üretiyor. Bakırköy’ün Samuel Abi’sini kendi mutfağında ziyaret ettik.
‘Buranın sahibi gibidir’
Önce işletme sahibi Şerif Yılmaz’dan dinledik Hakobyan’ı: “Sami olarak da bilirler Samuel Usta’yı. Bizler, ona çalışan gözüyle bakmayız. Buranın sahibi gibidir. Bu kadar yıldır işine 10 dakika geç kalmamıştır. Beş yıllık beraberliğimiz boyunca bize çok şey kattı, katmaya da devam ediyor.”
Şerif Yılmaz, ustasının Ermeni oluşunu da ayrı bir değer olarak nitelendiriyor: “Gayrimüslim olması bizim için bir artı. Neticede bu toprakta yaşayan bir renktir o. Ben de öyleyim. Aslen Mardinli bir Kürt’üm. Tüm bunları renk olarak gördüğünüzde çok şey katacaktır ülkeye zaten. Bizler abilik-kardeşlik değerlerini yitirmek istemiyoruz. Bir bakıma, kaybolan değerlere sarılmak benimki. Bu işletme de öyle bir zihniyetin ürünü. Bir ‘kafe’ değil, ‘kahve’ burası.”
‘Belki de şans getirdi beni buraya’
Kendisini İstanbul’a kaderin getirdiğine inanan Samuel Usta ise biraz buruklukla anlattı hikâyesini: “16 altı yıl oldu geldiğim. Ermenistan’da zor zamanlar yaşadık, çalışamıyorduk. İstanbul’da iş olduğu söylenince, en azından insan gibi yaşamak için buraya gelmeye karar verdim. Gittim geldim, bu esnada oğlumu kaybettim trafik kazasında. Bir ayağım yine Ermenistan’da. Şimdi eşim ve kızımla buradayım. Ama yaşamak güzel, insan kendi topraklarında yaşasa daha iyi tabii. Dedem Konstantinopolis doğumlu. Belki de şans getirdi beni buraya, bilemiyorum. Bir mutfağım var şimdi burada, aşçılık yapıyorum ama bende meslek çok. Boya badana, tesisat, terzilik, şoförlük derken en son buraya düştü yolum. Başta biraz zorluk çektim; dil bilmeyince kör gibi oluyorsun, söyleneni anlamıyorsun. Sonradan kendi kendime öğrendim Türkçeyi. Ermenicesini yazıp soruyordum nedir diye, öyle öyle çözdüm zamanla.”
Çekilen zorluklardan söz açılmışken, Türkiye’de Ermeni olmanın nasıl bir şey olduğunu da sorduk Samuel Usta’ya. Bir yandan müşterileriyle ilgilenirken, şunları söyledi: “İnan, burada beni çok sevdiler, müşteriler de öyle. Geldiklerinde illa konuşur, sorarlar ‘Nasılsın?’ diye. Hatta kimi izin günlerimde özellikle gelmez, beni göremez diye. Yani bir aile gibiyiz müşterilerle. Ermeni olduğumu da biliyorlar. Henüz bir sıkıntı yaşamadım, Ermeni’yim diye ters bakmadılar yani. Aslında o kadar da kolay değil. Neticede Ermenistan’dan geldim, usta olarak bir isim çıkarttım.”
‘Benim menemenden yediniz?’
Köy kahvesinde, kahve kültürüne de değiniyor Samuel Usta. “Âdetler benziyor birbirine. Bizimkiler de fal çevirip duruyor, buradakiler de. Ama Ermeni kahvesi daha acı oluyor mesela. Bir de, bizimkiler bu kadar çay içmiyor” diyor gülerek.
Ardından Samuel Usta’nın Ermeniceden doğrudan çevirerek yönelttiği soruyla asıl konuya geliyoruz: “Benim menemenden yediniz?” Gururla anlatmaya başlıyor: “Buraya gelen, menemenimden mutlaka yer. Bunun için Fransa’dan geldiğini söyleyen bile oldu. Bizim Hay mutfağından da bir şeyler yapacağım galiba. Ermeni olduğumu bilenler sorup duruyor, ‘Ne zaman dolma yapacaksın?’ diye.”
Tariflerinin püf noktalarını bilemeyiz ama, Samuel Usta’nın leziz yemeklerinin asıl sırrı yaşama sevinci ve işine duyduğu tutku olsa gerek. Tatması bize kalmış...