Ani Çelik Arevyan’ın, geçen yıl Galeri Nev İstanbul’da açılan ‘Bu Dünyaya Ait İzler’ başlıklı kişisel sergisi, Viyana’daki sanat platformu Mekân 68’e taşındı. Çeşitli disiplinleri bir çatı altında buluşturan kapsamlı sanat organizasyonu Vienna Art Week’e (Viyana Sanat Haftası) denk gelen sergi, 16 Aralık’a kadar ziyarete açık olacak. İşlerini anlatmayı pek sevmediğini, bunu yaparken onları lime lime ettiği hissine kapıldığını söyleyen Arevyan’la, sergisi, fotoğrafa yaklaşımı ve bu mecra aracılığıyla yarattığı anlatılar üzerine konuştuk.
Nasıl bir yöntemle çalışıyorsunuz?
Genellikle seriler halinde çalışıyorum. Kendimi hiçbir zaman tek bir fotoğrafla ifade edemedim. İşlerimle tek bir söz söylemek yerine bir cümle ya da bir paragraf kurmak istiyorum. Böylece meseleyi etraflıca anlatabildiğimi, derinlemesine irdeleyerek yansıtabildiğimi düşünüyorum. Yaptığım işlerin en çok içeriğine, fakat aynı zamanda estetiğine önem veriyorum. Bütün yapıtlarımın anlatılan ya da anlatılmayan bir hikâyesi oluyor mutlaka. Fotoğrafı düşüncelerimi aktarmak için bir tür araç olarak görüyorum.
Son zamanlarda gerek sergiler, gerek söyleşilerle kendimi epey açtım. Bu sıralar yeniden içe kapanma ihtiyacı hissediyorum. Stüdyomda, yani mabedimde, düşüncelerimle, kitaplarımla ve çalışmalarımla baş başa kalma özlemi duyuyorum artık.
‘Bu Dünyaya Ait İzler’ sergisi Viyana’ya nasıl taşındı? Seçkiye yeni işler eklediniz mi?
Bir güncel sanat platformu olan Mekân 68’in yöneticisi Mimar Walter Stelzhammer, geçen yıl İstanbul’da açılan sergiyi oraya taşımamı teklif etti. Zira bu seri, 16-22 Kasım arasında devam eden Vienna Art Week’in (Viyana Sanat Haftası) bu yılki başlığı olan ‘The Common Sense Store’ (Sağduyu Dükkânı) uyumluydu. Ben de aynı fotoğrafları galerinin ortamına adapte ederek, farklı bir düzende yerleştirdim. Serginin sanat haftasına denk gelmesi benim için önemliydi. Bu kapsamda, açılış günü sergi mekânında bir konser düzenlendi. Ardından üniversite öğrencilerinin de katılımıyla konuşmalar yapıldı. Bu etkinlikler sadece benim eserlerimle ilgili olmasa da, onların aracılığıyla insanlara ulaşabilmek güzeldi.
İstanbul’da ve Viyana’da işlerinize gelen tepkiler arasında nasıl farklılıklar gözlemlediniz?
Viyana’daki sergi ziyaretçileri arasında öğrenciler ve akademisyenler çoğunluktaydı. Açılıştan sonra bazılarıyla bir araya gelip sohbet ettik. Orada da işlerin temelinde yatan kavramın doğru anlaşıldığını ve insanların bana, farklı alanlarda da olsa ortak bir noktadan hareketle sorular sorduklarını görerek mutlu oldum. Anlattıklarımın birilerine doğru şekilde ulaşmış olduğuna ikna oldum.
Bu fotoğraflardan bazılarında kadın modelin üzerindeki kıyafetin, sizin şu anda giydiğinizle aynı kumaştan olduğunu görüyorum. Benliğiniz çalışmalarınızın içeriğine ne kadar yansıyor?
2010 yılında İstanbul Modern’de açtığım ‘Göründüğü Gibi Değil’ başlıklı kişisel sergimde çok yoğun içerikli işler yer alıyordu. Oradaki fotoğraflara benim 25 yıldır giydiğim, biriktirdiğim kıyafetler de dahil olmuştu. Onları cansız mankenler ya da insansız figürlermiş gibi fotoğraflamıştım. Bu işlerle insanın doğayla, hayatla arasındaki uyum ve uyuşmazlığı anlatıyordum. Fotoğrafların süreklilik ve birbiriyle bağlantı içinde olduğu, tıpkı hayat gibi devam eden, bu yüzden de başı sonu olmayan, sınırlandırılamayan bir seriydi bu. ‘Bu Dünyaya Ait İzler’ sergisinde de buna benzer, çoklu katmanlardan oluşan bir anlatım var. Kıyafete gelince, zaten fotoğraflarımda hep bana ait, kendimle özdeşleştirdiğim şeyleri kullanıyorum.
Halen sergilenmekte olan serinizin içeriğinden bahsedecek olursak...
Fotoğraflarımda sürekliliğin ve sayısız görsel kombinasyonun sunduğu estetik olanakları keşfetmeye çalışıyorum. Bu seride, aynı olanlar arasındaki farklılığı ve farklı olanlar arasındaki benzerliği göstermek istedim. Fotoğraflardaki baskın görsel referans olan türbülans hissi, ancak zamanın varlığı hesaba katıldığında kavranabilir hale geliyor. Bu hem baş döndürücü, hem de sakinleştirici etkiyi fotoğrafların merkezine konumlandırdım. Bu işlere her bakana farklı duygular veriyor. Kimi burada gördüğünün insanı içine çeken büyük bir delik olduğunu, kimiyse göğe doğru yükselen bir girdap olduğunu düşünüyor. İnsanların aynı fotoğrafa bakıp ayrı şeyler hissetmesi çeşitlilik yaratıyor.
Fotoğraflarınızda kendinize ait öğeleri kullandığınızı söyleyerek açıklamış oldunuz ama yine de sormak istiyorum: Neden işlerinizde hep kadın figürleri görüyoruz?
Bugüne kadar hiç erkek model kullanmadım. Bunun nedenini tam olarak bilmiyorum, fakat herhalde büyük oranda benim de kadın olmamdan kaynaklanıyor. Diğer taraftan, kadın benim için doğayı, doğanın temelini temsil ediyor.
Onlara giydirdiğiniz bu kostümler belirli bir zamana veya döneme işaret ediyor mu?
Hayır, fotoğraflarımın belirli bir zamanı yok. Tam tersine, zamansızlık, süreklilik ve katmanlar söz konusu. Ben bu katmanları irdeleyerek yol alıyorum. Fotoğraflarımı, zamanın silindiği ancak değişimin tüm zenginliğiyle gözler önünde durduğu, ince bir çizgi üzerinde kurgulamayı tercih ediyorum.
Bu seride, ânı yakalayıp fotoğraf gibi durağan bir mecraya hapsederken ortaya çıkan güçlü bir hareket hissi var...
Evet, kompozisyonlarım hiçbir zaman durağan olmadı. Yaptığım birçok işte, özellikle son serimde hareket ve hız hissediliyor. Aslında fotoğraf nostaljik bir mecra, çünkü fotoğrafladığın saniye sonlanıyor, geçmişte kalıyor. Böyle bir mecrada hareketliliği yansıtmak ilgimi çekiyor. Ara Güler’in “Türkiye’de fotoğrafı kurtarmak için Kız Kulesi’ni yakmak lazım” lafını çok severim. Benim de, hiçbir zaman, uçan kuşu, batan güneşi, çıkan dalgayı çekmek aklıma gelmedi. Yaratma sürecimi fotoğraf çekmekten ziyade ‘fotoğraf yapmak’ diye tanımlamayı tercih ederim. İşlerim, uzun bir hazırlık sürecinin sayısız gözlemle ve binlerce farklı katman halinde harmanlanmasıyla ortaya çıkıyor.
Yıllardır eskrim sporuyla uğraşan Ani Çelik Arevyan, bu hobisinin çalışmalarına yansımalarını kendi internet sitesinde şöyle açıklıyor: “Eskrim uğraşımın fotoğrafla kurduğum ilişkiye de yansıdığını düşünüyorum bazen. Eskrimdeki bedenin ölüm ve yaşam arasındaki estetik duruşu fotoğraflarımda figürü daha üretken bir esneklikle kurgulamama yardımcı oluyor. Binlerce duruş, binlerce davranış, binlerce savunma ve binlerce atak fotoğraflarımın içine sızıyor ve onları şekillendiren güce dönüşüyor. Eskrimin objesi kılıçla kurduğum jestlere dayalı ilişkiyi, fotoğraflarımı yaparken kullandığım üretim araçlarıyla kurduğum ilişkiye benzetiyorum.”
1961 İstanbul doğumlu Ani Çelik Arevyan, ilk kişisel sergisini İstanbul Kadın Eserleri Kütüphanesi’nde açtı. 1998’den beri Galeri Nev’de düzenlenen çeşitli sergiler aracılığıyla izleyiciyle buluştu. 2010’da İstanbul Modern’de ‘Göründüğü Gibi Değil’ başlıklı kişisel sergisi açıldı. 2000 yılında Pamukbank Fotoğraf Ödülü’nü kazanan sanatçının yapıtları, Paris’teki Fransa Millî Kütüphanesi ve İstanbul Modern koleksiyonlarında bulunuyor.