IŞİD’i, Türkiye’den en yakından takip edenlerden biri olan, doktorasını Ortadoğu, Suriye ve Rojava’da mezhepçilik üzerine yapmış, Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü’nden Yard. Doç. Dr. Seda Altuğ’a sorduk.
Resmi rakamlara göre 129 kişinin öldüğü Paris saldırısının ardından bütün dünyada gözler IŞİD’e döndü. Oysa Paris saldırısından tam bir ay önce Ankara’da, Paris’ten bir gün önce Beyrut’ta da IŞİD yüzlerce insanı öldürmüştü. Suriye’de zaten IŞİD’in vahşi yöntemleri neredeyse vaka-i adiye. Ama bir yandan da binlerce yabancının gelip katıldığı, sürekli büyüyen IŞİD’in bilinmez ve anlaşılmaz bir tarafı var. IŞİD’i, Türkiye’den en yakından takip edenlerden biri olan, doktorasını Ortadoğu, Suriye ve Rojava’da mezhepçilik üzerine yapmış, Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü’nden Yard. Doç. Dr. Seda Altuğ’a sorduk.
IŞİD’e karşı oluşturulan koalisyonda başı Amerika ve İngiltere çekmesine rağmen, neden IŞİD Fransa’ya saldırdı? Ve buna bağlı olarak IŞİD’in Fransa’da kendini havaya uçuracak kadar inançlı üye bulabilmesini nasıl açıklıyorsunuz?
2014 Eylül ayından itibaren Fransa, IŞİD karşıtı koalisyonun en önemli bileşenlerinden birisi. Son zamanlarda ise Britanya’dan bile daha etkin hava bombardımanları yaptı Fransa.
Fransa’nın IŞİD saldırısına hedef olmasının tek sebebi elbette ülkenin uluslararası koalisyonda olması değil. Fransa diğer Batı Avrupa ülkeleri içinde en fazla Müslüman nüfusa sahip olan ülke. Çoğu eski sömürgelerinden gelen Müslümanların oluşturduğu bu nüfusun gençleri arasında radikal İslamın ve son dönemlerde cihatçılığın nispeten taraftar bulduğunu biliyoruz. Bu durum da bize IŞİD ve benzeri cihatçı ideolojiye sahip Batı karşıtı, püriten, kendisine benzemeyeni yok etmek dışında başka bir yol bilmeyen yapıların büyümesinin bir yönüyle de Avrupa içi bir sorun olduğuna işaret ediyor. Şöyle ki, 2. Dünya Savaşı sonrası sömürgecilik çağı resmen bitmiş olsa dahi, Batı’da bu gençlere yönelik ırkçılık ve ayrımcılığın varlığı ve hatta artışı, göçmenlerin gözünde Batı sömürgeciliğinin yeni bir veçhesi olarak görülüyor ve dini bir jargona tercüme ediliyor.
Paris saldırısını soğukkanlı bir şekilde okumak gerekirse, IŞİD Paris’te yaptığı bu saldırılarla ne yapmaya ve ne demeye çalıştı ya da çalışıyor?
Bu ve benzeri saldırı eylemlerinin elbette hem kendi kitlesine hem de “düşmanına” yönelik propaganda ve güç gösterisi gibi amaçları vardır.
Bu saldırıdan sonra Batı ülkelerinin Ortadoğu politikaları ve kendi Müslüman nüfuslarına ve mültecilere yönelik politikaları, IŞİD gibi yapıların Avrupa katılımını belirleyecek olan temel noktalardır. Paris saldırısı sonrası Müslüman/göçmen karşıtlığının artması, 11 Eylül sonrası uygulanan güvenlikçi politikaların yeniden devreye sokulması ve Ortadoğu’da Batı eliyle yapılan yeni işgal ve zorbalıklar elbette IŞİD gibi yapılar tarafından kendi lehlerine kullanıma sokulacaktır. IŞİD karşıtı koalisyonun üyeleri de, IŞİD’e yardım ve yataklık yapan veya kendi amaçları için IŞİD’i taşeronlaştıran ülke, grup ve kişiler, -ki Türkiye de Suriye ve Rojava karşıtı politikalarından dolayı bunlardan biridir-, IŞİD’in hedefi haline gelmiştir.
‘İslam Devleti’ kurmaya çalışan IŞİD, neden Avrupa’yı ya da Lübnan’ı ya da Türkiye’yi hedef alıyor? Oldukları yerlerdeki topraklarda bir devlet kurmak yetmiyor?
IŞİD’in ilham aldığı modern Selefi düşünceye göre, İslamın düşmanı olarak addedilen Batı sömürgeciliğine karşı girişilen savaş da cihat olarak sayılır. Ayrıca şunu da eklemek isterim: IŞİD Libya’dan Yemen’e, Nijerya’dan Kuzey Kafkasya’ya kadar şubeleri olan, küresel cihatçı finans şebekelerine sahip bir örgüt. Örgütlenme ve eylemlikler açısından resmi olarak kollarının olduğu bu ülkeler dışında, örneğin Türkiye gibi, yerel bağlamlara tercüme edilebilen bir politik ideolojisi vardır. Türkiye’deki hedefi PKK’ye yakın Kürtlerdir. Onlarla birlikte hareket eden sol seküler kesimlerdir, başta Aleviler olmak üzere heterodoks Müslümanlardır. Suriye’deki hedefi Rojava’daki PYD’dir, Esad karşıtı veya yanlısı seküler gruplardır, dini azınlıklardır ve rakip örgütlerdir. Beyrut saldırısında gördüğümüz gibi düşmanı Şiilerdir.
IŞİD’in Ankara saldırısıyla Paris saldırısı ayrı tutulabilir mi?
Bu anlamda IŞİD’in Ankara saldırısı ile Paris saldırısı aynı zincirin farklı halkaları. Paris saldırısının uluslararası medyada daha görünür olması ve Kobanî, Suriye, Suruç, Ankara ve Beyrut saldırılarından ayrı bir olaymış gibi ele alınması tamamıyla Batı dışı coğrafyada şiddetin normalleştirilmesi ve eşitsiz ve âdil olmayan dünya düzeniyle ilgili. Ve IŞİD gibi yapılar, tam da böylesi bir durumdan türeyen mağduriyet söyleminden beslenir.
IŞİD, aslında bundan üç sene önce Suriye’deki herhangi bir muhalif gruptan biriydi. Bu hale nasıl geldi?
Özel olarak IŞİD, ama genel olarak cihatçılık Ortadoğu siyasetinin çeperinde iken 2014’ten itibaren merkezi bir ideoloji haline geldi. Suriye’deki Esad karşıtı cephenin en önemli bileşenleri cihatçılardır. Keza Irak’ta da öyle. Bu durumun ortaya çıkmasında mahalli, ulusal ve bölgesel sosyal, dini, siyasi, ekonomik birçok dinamik rol oynar. Din esaslı kutuplaşma, yoksullaşma, ezilmişlik bu yapıların büyümesi için verimli bir iklim oluşturuyor.
Paradoksal görünse de IŞİD’e karşı oluşturulan uluslararası cephe, yine bu yapının doğuşu ve serpilmesinde önemli bir rol oynadı. Yani, bu cephenin her biri farklı gizli ajandalara sahip (bakınız, Türkiye) eklektik ve birbiriyle çelişen çıkarları olan otoriter ülkelerden oluşan bir birleşim olmasını kastediyorum. Örneğin Türkiye’nin IŞİD karşıtı cepheye girmek suretiyle kazandığı uluslararası meşruiyeti, PKK’yi tasfiye etmek için kullanmaya çalışması gibi. Bu, koalisyon içinde rakip kamplarda yer alan her ülke için iddia edilebilir. Yani ABD, Batı ve Rusya’nın; terörizme karşı savaş adı altında izledikleri Sünni karşıtı siyasetle Irak ve Esad rejiminin; bu devletlerin mezhebî kutuplaşma politikasına koşulsuz destek veren İran’ın; ekonomilerini finanse etmek ve siyasi etki alanları genişletmek için petro-dolarlarını, cihatçılara dağıtan Suudi Arabistan’ın, Katar ve diğer körfez ülkelerinin ve son olarak Sünni-mezhepçi ve Rojava karşıtı politikasına uygun bir biçimde radikal İslamcı/Selefi gruplara her türlü asistanlık/lojistik/sağlık/yardım desteği sunmaktan kaçınmayan Türkiye’nin de içinde bulunduğu cephenin günahı büyüktür.
Fransa IŞİD’e karşı savaş açtı. Ne kadar başarılı olabilir?
IŞİD’le en etkili mücadele, bu yapıları ortaya çıkaran koşulları ortadan kaldırmaya yönelik adımlar atan politik bir mücadeledir. Bu da iktisadi ve siyasi kaynakların daha eşit bir şekilde bölüşülmesi ve eşitsiz dünya sistemine karşı yerel âdil alternatifler geliştirilmesiyle mümkün. Rojava deneyimi bir alternatif oluşturmaya adaydır.
Genel olarak ise, IŞİD vahşeti maalesef bir perde işlevi görerek Ortadoğu’da yaşanan krizin altında yatan sebepleri ve delilleri karartıyor. Yani, yaşanan savaşın, katliamların ve zorunlu göçün sıcaklığı ve çözüm aciliyeti ortada duran bu karanlık menbanın üzerini örtüyor. Bu durum da gittikçe otoriterleşen bölge devletlerinin de hayli işine geliyor.