Yüzbaşı Sarkis Torosyan’ın anılarının 2012’de yayımlanmasının ardından Türkiyeli sosyal bilimciler arasında bu anıların doğruluğu üzerine önemli bir tartışma yaşandı. Birçok tarihçinin katıldığı ve gazete manşetlerine bile taşınan bu tartışmaya son katkı, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları’ndan çıkan ‘Tarih, Otobiyografi ve Hakikat: Yüzbaşı Torosyan Tartışması ve Türkiye’de Tarihyazımı’ isimli kitapla geldi. Bülent Somay’ın derlediği kitapta, Taner Akçam, Suavi Aydın, Ohannes Kılıçdağı ve Kahraman Şakul’un yanı sıra Torosyan’ın anılarını yayına hazırlayan Prof. Ayhan Aktar’ın da iki makalesi yer alıyor. Aktar’la, tartışmadan geriye kalanları konuştuk.
Torosyan tartışmasında karşı kampta yer alan tarihçileri kitapta ‘alaturka’ tarihçiler olarak nitelendiriyorsunuz. Ne demek ‘alaturka’ tarihçilik?
‘Alaturka’ şeyleri yabancı dile tercüme etmek zordur. Bize mahsustur. Örneğin, ‘cemre düştü’ veya ‘hayali ihracat’ gibi lafları çeviremezsiniz. Torosyan tartışmasının ‘alaturka’ niteliğini vurgulamak için bir örnek vereyim: Mesela, Çanakkale’de İngiliz Ordusunda savaşan birinin torunu, dedesine ait bir hatıra defteri bulmuş ve yayımlamış olsun. Ayrıca, farz edelim ki hatıratta İngilizlerin tarih anlatısına ters bazı şeyler bulunsun. Böyle bir durumda, İngilizler arşive girerler. Hangi birlik hangi tarihte neredeydi, subayların isimleri neydi, resmi savaş günlüklerinde neler yazıyordu, hepsini arşivden bulursunuz. Böylece, anılarda yazanları arşivden sınamış olursunuz. Fakat Torosyan tartışmasında işler böyle olmadı. Torosyan, Çanakkale’de Ertuğrul ve Rumeli Hamidiye Tabyalarında savaştığını yazıyor, birileri buna ‘palavra’ diyor. Ancak tabyaların bağlı olduğu Müstahkem Mevkii Kumandanlığı belgelerine ve subay listelerine ulaşamıyoruz. Askeri arşivler kapalı! Peki, böyle bir subay var mıydı? Subayların özlük dosyaları da kapalı! Peki, 1914’te Topçu Mektebi’nden mezun olanların içinde Torosyan var mı? Mezuniyet defterleri de kapalı! Tam ‘alaturka’ bir durum. Bu nedenle, tartışmayı ‘alaturka’ diye tanımlıyorum. Diğer bir alaturkalık da şurada: Bir hatırat hakkında 34 tane yazı yazanlar, 200 sayfalık anıya 382 sayfalık ‘reddiye’ kitabı yayınlayanlar, dönüp ‘yahu, şu arşivleri açsanıza’ diye bir cümle yazamadılar. Bu tavır da onları ‘alaturka’ yapıyor.
Hiçbir Türk subayının anıları bu şekilde didik didik edilmezken, bir Ermeni’nin anılarının böyle tartışmaya ve incelemeye yol açması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bir Ermeni okurum bana, ‘Acaba yüzbaşının ismi, Sarkis Torosyan değil de Süleyman Torosoğlu olmuş olsaydı, onu olmamış gibi göstermek için birileri bu kadar çaba harcayacak mıydı?’ sorusunu sormuştu. Haklı bir soru! Savaş tarihimiz önce Kemalistler tarafından Türkleştirildi. Koskoca ‘Osmanlı Ordu-yu Hümâyun’u, önce ‘Türk ordusu’ oldu. Sanki savaşanların hepsi Türk! Fakat hakikat öyle değil. Çanakkale’de Mustafa Kemal’in 19. Tümen’i ‘Halep Fırkası’ olarak anılıyordu. Tümenin iki alayı Halep vilayetinden toplanan Arap erlerden oluşuyordu. Arap askerlerin çoğu, Türkçe bilmiyorlardı. Verilen emirleri anlamadıkları için paniğe kapıldılar, telef oldular. Resmi tarihimize göre, ordudaki herkes Türk’tür. Torosyan’ın anıları, önce bu anlatıyı bozdu. Ama başka bir anlatıyı da yaraladı. 1990’lardan itibaren İslâmcı belediyelerin tertiplediği Çanakkale turlarıyla, savaş anlatısı İslâmî hâle getiriliyordu. Turlarda, Battal Gazi Destanı gibi menkıbeler anlatılıyordu. Genelkurmay, rahatsız oldu. Çanakkale’de savaş alanına düzenlenen turlara rehberlik yapacak kişileri eğitmeye başladılar. Yani önüne gelen menkıbe anlatmasın istediler. Sonra, AK Parti örgütleri de Çanakkale’de ‘şehitlerimizin menüsüyle iftar’ düzenlemeye başladılar. Sanki, Çanakkale’de savaşanlar Haçlı ordularına direnen İslâm ordusu imiş gibi anılmaya başlandı. 12. yüzyılda Haçlıları kovan Selahaddin Eyyubi’nin yerini Liman von Sanders alamayacağı için, müttefikimiz Almanlardan da pek bahsedilmez oldu. Sünnetsiz Hıristiyan Alman’dan, İslam ordusu kumandanı olmaz tabii... Osmanlı ordusundaki gayrimüslimlerin veya Almanların varlığı da cihatçı anlatıyı yaralıyordu. Kısacası, Torosyan’ın anıları, ülkemizdeki tarih üzerinde devam eden ideolojik mücadelenin tam ortasına düştü. İlginçtir, Ermeni Soykırımı üzerindeki klasik tarihyazımı da 1915’te askere alınan tüm Ermenilerin infaz edildiğini yazıyordu. Bu durum, Doğu cephesinde bazı birliklerde geçerli olsa da, her yerde geçerli değildi. 2015’de yayınlanan Erzincanlı Üsteğmen Kalust Sürmenyan’ın anılarından da herkesin infaz edilmediği ortaya çıktı. Sürmenyan, ‘Üstümüzdeki üniforma sayesinde ailemizi tehcirden kurtarabildik’ diyor. Dolayısıyla, önce Torosyan’ın ve daha sonra Sürmenyan’ın anıları birçok yerleşik yargıyı sarstı.
Bu kitapla birlikte yapılan tartışmanın verimli olduğunu düşünüyor musunuz?
Bu tartışmada ‘alaturka’ tarihçiler Torosyan’ın yazdıklarının ‘palavra’ olduğunu, kendisinin Çanakkale, Romanya, Irak ve Filistin’de bulunmadığını iddia ettiler. Kitabını satıp, köşeyi dönmek için bu hikâyeleri uydurduğu söylediler. Tabii Genelkurmay da eksik kalır mı, onlar da ‘Çanakkale’de Torosyan diye biri yoktur’ gibilerden resmi açıklama yayınlayarak, ‘alaturka’ tarihçilere destek verdiler. Hürriyet açıklamayı manşetten verdi. Ama biz de Torosyan’ın Philadelphia’da yaşayan torunu Louise Schreiber’i bulduk. Taner Akçam, kendisiyle görüştü. Torunun verdiği belgelerden, 1947’de hayatını boyacılık yaparak kazanan gariban Torosyan’ın kitabını yayımlatmak için yayınevine 1650 dolar ödediği ortaya çıktı! Böylece, ‘köşeyi dönmek için anılarını yazdı’ iddiaları da çöpe gitti. Halbuki, Torosyan’ın derdi, katledilen ailesinin hikâyesini ve kendi travmasını anlatmaktı. Torosyan tartışması tarihçiliğimizin tüm defolarının ortaya çıktığı bir tartışmadır. Ama Torosyan’ın anılarının yayınlanmasına kadar, Osmanlı ordusunda savaşan gayrimüslim askerlerden hiç bahsedilmiyordu. Yeni bir alan açıldı genç tarihçilere.
Ne tür defolardan bahsediyorsunuz?
Öncelikle empati eksikliğinden bahsediyorum. 1915’te yaşanan trajediyi anlayamadılar, meseleyi soykırım bağlamından tamamen koparttılar. Hayal güçleri de yetmedi olup biteni kavramaya. Ayrıca belgeleri yan yana koyunca tarih olur zannettiler. Halbuki tarihçinin belgelere kendi bağlamı içinde bakması ve bunları o çerçevede ele alması gerekir. En donanımlı tarihçilerde bile belge fetişizminin üst düzeyde olduğu ortaya çıktı.
Torosyan tartışmasında sizin karşınızda isimleri resmi tarihle veya milliyetçilikle anılması zor olan alternatif tarihçiler vardı. Bu durum hakkında ne düşünüyorsunuz?
Eskiden karşımızda milliyetçi tarihçiler varken, işler daha kolaydı. Devlet tezini Yusuf Halaçoğlu gibi dil bilmeyen, dünya tarihçiliğinin nerede durduğundan habersiz milliyetçi tarihçiler savunurdu. Şimdi tartışma daha çeşitlendi. Evvelden soykırım demek veya dememek çok önemliydi. Şimdi ‘alaturka’ tarihçiler soykırım diyor da ne oluyor? Saçma sapan iddialarla, ‘palavracı Ermeni’ veya ‘sahte belge’ laflarıyla ‘inkarcı’ kesimin ekmeğine yağ sürüyorlar. Bir zamanlar ‘alternatif’ olanlar, şimdi devlet hizmetine girdiler. Unutmayın, tarihçiler de kötü yola düşer! Önceden karşımızda Halaçoğlu takımı vardı. Şimdi cephe genişledi. Bu arada, AKP hükümetini de kutluyorum. Yusuf Halaçoğlu’ndan ABD’deki Utah Üniversitesi’nden Prof. Hakan Yavuz’a zıplamayı becerdiler. Şimdi, devletin tarihçi kadrosu daha güçlü. Transfer edilen ‘alaturka’ tarihçiler saray davetlerine ve devletlu takımının iftarlarına katılıyorlar. Türkiye’de son on senede yaşanan değişiklikler, bazı yıldızların sönmesine ve yaldızların dökülmesine sebep oldu.
Bu tavrı soykırım inkarcılığına bağlamak kolay mıdır?
Son yıllarda inkarcılığın niteliği değişti. Eskiden, ‘soykırım falan yoktur, Ermeniler isyan etmiştir’ diyenler, tabii ki ‘Ermeniler sahte belgelerle tarih yazıyorlar’ iddiasını ileri sürüyorlardı. Şimdi işler biraz daha karışık. Bu tartışmada, ‘Torosyan’ın Enver Paşa’dan aldığı mektup sahte’, ‘Torosyan zaten Çanakkale’de yoktu’ ve ‘palavracı Ermeni’ diyen ‘alaturka’ tarihçiler inkarcıların savunduğu tezlerle yan yana gelebilecek tezler ürettiler. Ayrıca, bu tartışmada ‘biz profesyonel tarihçiyiz, gördüğümüzü yazarız’ laflarını da ciddiyle alamıyorum. Çünkü arşive, kütüphaneye gitmeden, oturup Google’dan tarama yaparak üç ayda ‘reddiye’ kitabı yazan birinin tarihçiliğinden de şüphe ederim. Şimdi artık hesabın ne olduğu ortaya çıktı. Torosyan tartışması, ‘alaturka’ tarihçilerin AKP limanına demirleme macerasında bir ara duraktır. ‘Nâzım Hikmet kadın düşmanıdır’ diye başlayan, ‘1 Mayıs 1977’de devletin hiç suçu yoktur’ diye devam eden, ‘Torosyan palavracıdır’ diye viraj alan ve ‘Gezi olayları darbe teşebbüsüdür’ diye şahlanan savrulmada bir ara kademedir. Saray sofralarına davet edilmenin, havuz medyasının tarihçiliğine soyunmanın diyeti imiş bütün bunlar. Maalesef, birileri ikbale ulaşmak için tarihçiliği kurban ettiler.
Bu tartışma sırasında Ermeni okurlardan nasıl tepkiler aldınız?
Ermeni çocuklar, aile albümlerinde dedelerinin üniformalı fotoğraflarını görüyorlardı. Aile büyükleri de, dedenin 1915’de Osmanlı ordusunda savaştığını söylüyorlardı. Ancak çocuk dışarı çıktığında, ‘isyan eden hain Ermeniler’ söylemi çıkıyordu karşısına. Dedesinin hikayesini kimseye anlatamıyordu. Artık aile içinde kalan hafıza toplumsallaşabiliyor, ben bunu çok önemsiyorum.
‘Hiçbir anı kitabı tek kaynak olarak kabul edilemez’
Bu tartışmaların nihayetinde, tarih tezi yazacak bir öğrencinin Torosyan’ın anılarını esas kaynak olarak kabul kullanabileceğini düşünüyor musunuz?
Sadece Torosyan’ın anıları değil, hiçbir anı kitabı tek kaynak olarak kabul edilemez. Fakat Türkiye’de askeri arşivler kapalı olduğu için, giderek artan oranda anılara müracaat etmek zorunda kalıyoruz. Bu demek değil ki, askeri arşivlerdeki her belge gerçeği yansıtır. Tarihçi empati kurmayı bilmelidir. Bir yandan, resmi tarihi ve arşiv belgelerini okur, diğer yandan ilgili anılara bakar. Ne sadece devletin belgeleri, ne de sadece anılar bize bir şey yazdırabilir. Akıllı olan, ikisini de dengeli kullanır. Unutmayalım, her hatırat yazarı kendi hayatını metinde yeniden inşa eder. Bazı olayları abartır, bazı şeylerden hiç bahsetmez. Torosyan’ın anıları da bir travma metnidir. Yönetici sınıfına yükselmeye çalışan, üniformasıyla Kayseri’ye gidip hava atmak isteyen, devletine sadık bir subaya kendi devleti ihanet ediyor. Ailesi katlediliyor ve Torosyan intikam yemini ediyor. Mağdur bir anda faile dönüşüyor. Bu bir trajedi. Tarihçilerin bu trajediyi anlaması gerekirdi. Anlamak istemediler.