Umut, sevgi ve inançtan alacaklı emek yuvası: Kamp Armen

Yıllarca Anadolu’dan gelen Ermeni çocuklara yaz mevsimlerinde yuva olan, çocukların bizzat kendi elleriyle inşa ettikleri Kamp Armen’i bu kez yolu o kamptan geçen çocuklardan dinliyoruz.

SİLVA ÖZYERLİ 

İş makineleri Kamp Armen’i yerle bir etme hazırlığı içindeyken, ben, başka bir hüznün memleketinde, Diyarbakır’daydım. Aile büyüklerimin, yaşadıkları topraklarda ‘yok’ oluşlarının yasını tutuyordum. Ne acıdır ki, soykırımın ikinci kuşağından olan anne ve babam, yaşadıkları trajedinin korkusundan olsa gerek, ait oldukları topraklara bir daha dönmemiş, doğup büyüdükleri toprakla buluşamadan, barışamadan ölmüşlerdi. Ben bütün bu acıyı, vicdanî yükü yüreğimde taşımanın ağırlığıyla patika yollardan, ovalardan geçtim, dağları aştım, dedemin, ninemin köyünü buldum, bir avuç toprak alıp Diyarbakır’daki mezarlarına serptim. Bir taraftan ölülerimi toprağıyla buluşturmanın kederini yaşarken, diğer taraftan da, sözünü ettiğim vicdanî yükü hafiflettim.

Bu duygusal yoğunluğun üzerinden henüz birkaç gün geçmişti ki, bir sabah, Kamp Armen’de yıkım başladığı haberini aldım. Bu, ‘haber’in ötesinde bir durumdu benim için. Çünkü yıkılan, çiğnenen, yok edilen, bu sefer ‘ben’dim; benim çocukluğum, anılarım, geçmişimin izleriydi. Ve belki de hayatımda ilk kez, üzüntü ve acı, yerini öfkeye bırakmıştı. Bağırdım, çağırdım ama nafile, ne gözyaşlarımı gören, ne sesimi, ne de öfkeli haykırışlarımı duyan oldu. Kaybedecek neyim kalmıştı ki? Hiç, kocaman bir hiç... Oysa çocuklarım adına kazanılacak yarınlar vardı. Tereddüt etmeden, Kamp Armen’e doğru yola çıktım. Hayatım pahasına da olsa, o makinelerin beni ve çocukluğumu yok etmesine izin vermeyecektim. Yolculuk boyunca peşimi bırakmayan düşünceler, düşünceler, düşünceler... Yüz yıl öncesi ile bugün arasında sürekli gidip geliyor, bu sefer bana değiyordu acı, beni eziyordu, yıkıyordu, yok ediyordu!

Kampa ulaştığımda yıkım durdurulmuştu ama çocuk bedenimin bir tarafı yerle yeksan edilmişti. Acıyordu bedenim, içim yanıyor, kanıyordu inceden. Her bir parçam bir tarafa savrulmuş gibiydi. Bir duvara yaslandım, öylece kalakaldım. Çocukluğum, anılarım, hikâyem ve ben. Yarım... Yıkık... Eksik...

O hikâye

O hikâye ki, ben altı, ablam dokuz yaşındayken, trenle İstanbul’a gitmek üzere tanıdık birine teslim edilip, Kurtalan Ekspresi’nin eskimiş, solmuş deri koltuklarını gözyaşlarımızla yıkamamızla başlamıştı. Diyarbakır’daki yuvanın yerini yatılı okul ve yazlarımızı geçirdiğimiz Kamp Armen almıştı.  

Treni ve zamanı geri döndürmek mümkün değil elbette. Durup düşündüğümde, o altı yılın sonunda Diyarbakır’a geri dönerken iki sevinç yaşadığımı hatırlıyorum. İlki, ailemi görecektim; ikincisi bana verilen ikinci el kıyafetler: Siyah-beyaz, pötikare, kırmızı düğmeli manto ve kırmızı bir şapka... Onları sıkı sıkıya kucaklamış “Benim olabilir mi?” diye izin istemiştim. Onlar da küçücük bir çocuğun bu masum talebini geri çevirmemiş, kıyafetleri bana vermişlerdi. Ağlaya ağlaya geldiğim yerden sevinçle dönmüştüm. Sevinç, çocuğun gıdasıdır. Bu yüzden, söz hükmünü yitirir.

Kendinden ‘farklı’ olana yaklaşırken her cümlesine ‘hoşgörü’ kelimesini sıkıştırarak, farkında olmadan eşit olmadığımızı hissettirenler, o altı yılda Kamp Armen gibi bir yuvanın etrafında toplanan çocukların neler paylaştığını tahayyül edebilirler mi acaba?

Şimdiki sözüm muktedirlere...

Kendinden ‘farklı’ olana yaklaşırken her cümlesine ‘hoşgörü’ kelimesini sıkıştırarak, farkında olmadan eşit olmadığımızı hissettirenler, o altı yılda Kamp Armen gibi bir yuvanın etrafında toplanan çocukların neler paylaştığını tahayyül edebilirler mi acaba?

Siz hiç tanımadığınız çocuklarla kardeş olma duygusunu yaşadınız mı hiç? Siz rekabeti ve hırsı birbirinize zarar vermeden, bir oyunun içinde öğrendiniz mi hiç? Aslında kaybedenin ya da kazananın kardeşlik olduğunu deneyimlediniz mi hiç? Siz kardeşçe el ele tutuşmanın sıcaklığını bilir misiniz, hissettiniz mi hiç? Siz kardeşinizin kalbine dokunarak yarasının iyileştiğine tanık oldunuz mu hiç? Siz Anadolu’nun kırsalından gelen yüzlerce çocukla birlikte büyümenin, hayatı, mekânı, yatağı kardeşçe paylaşmanın neleri zenginleştirdiğine tanık oldunuz mu? Biz olduk. Yaşayarak, öğrenerek deneyimledik.

Çünkü kampımızın mülkiyet sınırları hiçbir duvarla, çitle çevrili değildi. Apaçıktı. Bu açıklık, sınırsız olma hali bize özgürlük ve hayatın derinliğini deneyimleme duygusu veriyordu, farkında olmadan. Kamp Armen’in etrafının bomboş olması, ufuk çizgisini görmemiz, yıldızları bir yorgan misali üzerimizde hissetmemiz, bütün bunların yanında hayal dünyamızı da zenginleştiriyordu. Bunun yanı sıra, hiçbir dayatma ve dikteye maruz kalmadan aldığımız din eğitimi, bize sorgulamayı öğretmişti. İncil’den okunan bir ayetten ne anladığımız, çocuk da olsak bize fikrimizin sorulması, herkesin farklı düşünebileceğini öğrenmemizi sağladı. Sorgulamak, yine farkında olmadan, biz çocukların düşünsel zenginliğini oluşturdu.

Hayatın sadece insan merkezli olmadığını, doğayla birlikte tamamlandığını kampta öğrendik. İçtiğimiz sütü, yediğimiz eti ve yumurtayı veren hayvanlar, varlıklarıyla, öğretinin birer parçası oldular. Adı ‘Mannig’ olan maymun ara sıra küçük ısırıklar atsa da, biz çocukların en yakınıydı. Kendi kendimize yetmeyi, doğaya saygı duymayı, toprağı ekip biçmeyi ve elbette bütün bunların sonucunda israf etmemeyi de kampımızda öğrendik.

Alacaklıyız

Kamp Armen Baron Hrant Güzelyan başkanlığıyla birlikte, çocukların emeği üzerinde yükseldi şüphesiz. Ama işin bir de maddi boyutu vardı. Oradaki yaşamın dönüşümünü sağlayan hayırseverler yollarını Kamp Armen’e düşürdüklerinde, bizlerin yüzündeki sevgiyi ve umudu okurlardı. Hiç unutmam, tiz sesimle İncil’den ‘sevginin üstünlüğü’ (Korintliler, 13) bölümünü ezbere okumuştum onlara bir keresinde:

“... Sevgi sabırlıdır, şefkatlidir. Sevgi kıskanmaz, övünmez, böbürlenmez. Sevgi kaba davranmaz, kötülüğün hesabını tutmaz. Haksızlığa sevinmez, gerçek olanla sevinir. Sevgi her şeye katlanır, her şeye inanır, her şeyi umut eder, her şeye dayanır. Sevgi asla son bulmaz...”

Sevgi, inanç, umut ve kardeşlik dışında hiçbir kötü duygunun yaşam alanı bulamadığı Kamp Armen’de biz bu öğretilerle büyüdük. O zamanlar dünyanın bu denli zalim bir yer olduğunu bilmiyorduk. Ta ki devletin eli bütün bu duyguların yeşerdiği o topraklara değene dek...

Kamp Armen’in bir yanı yıkık. Oradan geriye kalan, bizim çocuklarımıza mirasımızdır. Her şeye rağmen bir parça umut, çokça sevgi ve insana inanç kaldı çocukluğumuzun yıkıntıları arasında.

Alacaklıyız.

Umut, sevgi ve inanç alacaklıyız.

Kategoriler

Dosya Orta Sayfa