Bir tepenin yamacındaki dev harflerle yazılı 18 Mart 1915 tarihi, Çanakkale Boğazı’ndan geçen herkesin dikkatini çeker. Her yıl bu tarihlerde, yurt içi ve yurt dışı katılımlarla kitlesel anmalar yapılırdı. Devlet aklı, anmanın 100. yılı için bu tarihin üzerine bir çizgi çekti. Anmayı, Ermeni Soykırımı’nın başlangıç tarihine denk getirerek, 24 Nisan’da yapılacağını açıkladı. Anma törenleri için pek çok devlete de davetiye gönderildi. Devlet aklının nasıl çalıştığına dair bu son örnek, hiç de iyi hatırlanmayacak. Öte yandan, Osmanlı döneminde Edirne Vilayeti sınırları içinde yer alan Çanakkale Boğazı ve çevresindeki yerleşim yerlerinde, Ermeniler de yaşıyordu. Çanakkale anmaları demişken, biz de Çanakkale ve civarında yaşayan Ermenileri analım istedik.
Ermenilerin Çanakkale ve çevresine yerleşmeleri, çok eskilere dayanmaz. Ermeni kilise arşivlerinde, 16. yy’ın ilk yarısında İran’dan 83 ailenin geldiği, 1669’da inşa ettikleri şapelin 1691’de Türkler tarafından yıkıldığını, 1718’de III. Ahmed’in padişah fermanıyla şapelin tekrar inşa edildiği bilgileri yer alıyor.
Çanakkale Ermeni Mahallesi, limana yakın bir alanda oluşsa da, 1865 Yangını’nda yok oldu. Aynı yangında, Rum ve Yahudi mahalleleri de büyük hasar gördü. Ermeniler, zaman içinde bu kasabada önemli bir ekonomik güce sahip oldular. Genellikle ticaret ve zanaat işleri yapıyorlardı. 1915 başlarında, Ermeni nüfusu 1.500 civarındaydı. İki kiliseleri vardı. İlki Gregoryanlara ait Surp Kevork Kilisesi, diğeri ise Ermeni Protestan Kilisesi’ydi. 1836 ve 1875’te kurulmuş bir erkek, bir de kız okulu ve ayrıca Abahunyan adlı 92 erkek ve 102 kız öğrenciye sahip bir karma okulları vardı. Çanakkale Ermenileri, Tekirdağ Ermeni Ruhani önderliğine bağlıydı. Çanakkale doğumlu bazı Ermeni düşünürler, Çanakkale toplumsal yaşamında ve devlet katında önemli roller üstlendiler. Krikor Efendi Hagopyan, tanınmış bir ipekböcekçisi olması dışnda, resmî okullardaki öğretmenlerin yöneticisiydi. Doktor H.S. Celalyan ise, o zamanlar ünlü bir gazeteci olarak adından söz ettirdi. II. Abdülhamid’in ünlü Maliye ve Hazine Bakanı Hagop Kazazyan Paşa ve Ohannes Sakız Paşa, Çanakkaleli Ermenilerdendir. Kudüs Jarankavorats Okulu’ndan mezun Armenolog ve dilbilimci Boğos Efendi, çevirmen ve yazar Hayg Taykesenyan, ünlü avukat Haçik Efendi Berberyan ve kızkardeşi öğretmen yazar Zabel Berberyan (Tovmasyan), maliyeci Harutyun Aratyan, ressam Bayzar Arutyan, tarihçi Hovhannes Acemyan gibi tarihte iz bırakan pek çok Çanakkaleli Ermeni daha vardır.
I. Dünya Savaşı başlangıcında yoğun bombardımandan altında kalan Çanakkale’de Müslümanlar ve Museviler, Türklerin yaşadığı köylere; Rumlar, gemilerle Erdek’e; Ermeniler ise Ezine, Gelibolu ve Tekirdağ’a göç etmek zorunda kaldılar. Tehcir kararı çıktıktan sonra, Ermeniler yaşadıkları yerlerden sürgüne gönderildi ve yollarda kayboldular.
Çanakkale, aynı zamanda Anadolu’nun her yerinden gelen Ermeni askerlerin de yurdu oldu. Her meslekten pek çok Ermeni, Çanakkale’de hayatını kaybetti. Bu savaştan sağ kurtulup memleketlerine dönebilen Ermeni askerler ise başka bir felaketle karşılaştılar. Ana babalarının, akrabalarının ya katledildiğini ya da sürgüne gönderildiklerini öğrendiler.
Ezine, Biga, Ayvacık, Bayramiç, Lapseki Ermenileri
Çanakkale Yarımadası’nın başka yerlerinde de Ermeniler yaşıyordu. 670 nüfuslu Ezine’de Ermeniler dört yıllık Aramyan Okulu’nda 40 erkek ve 33 kız öğrenci, bir kadın öğretmen nezaretinde eğitim görüyor, ibadetlerini ise 1839’da inşa edilen ve 1889’da yenilenen Surp Kevork Şapeli’nde yapıyorlardı. ‘Poşa’ olarak adlandırılan Ermeni Çingeneler ise, Ezine’nin güney kısmında Türk köylerine yerleşmişlerdi.
409 nüfuslu Biga’daki Ermenilerin dört yıllık Surp Nersesyan Okulu’nda 20 erkek ve 15 kız öğrenci, bir erkek öğretmen nezaretinde eğitim görüyordu. Ayvacık, Bayramiç ve Lapseki kazalarında da Ermeniler yaşıyorlardı.
Ezine Ermenileri, Çanakkale’den gelen Ermenilerin tehcirinden bir ay sonra sürgüne gönderildi. Önce Mıhaliç’e (Karacabey) doğru yola çıkartıldılar. Dört-beş gün sürecek yol, jandarmaların müdahalesi ile ancak üç haftada tamamlandı. Pek çok aile yolda soyuldu. Ardından Karacabey’den Bursa-Bilecik yönüne, oradan da Der Zor ve Musul’a yönlendirildiler ve içlerinden çok azı hayatta kalabildi.
Günümüzde Çanakkale’de Ermeni yaşamıyor. Ermeni Mahallesi’nin ana meydanı, günümüzde Zafer Meydanı adını taşıyor. Ermenilerin bu meydana bakan viraneye dönmüş evleri, ticarethaneleri, Çanakkale Üniversitesi’ne tahsis edilen Surp Kevork Ermeni Kilisesi, bitişiğindeki rahip evi, hemen yanındaki kütüphaneye (Korfmann Kütüphanesi) dönüştürülen Ermeni okulu, varlığını koruyor.
Tavit Badrigyan Gelibolu’yu anlatıyor
Çanakkale Boğazı’nın uç kısmında yer alan Gelibolu, idari ve ruhanî önderlik açısından Tekirdağ’a bağlıydı. Üç asır önce 12 Ermeni aile, Kemah, Amaduni, Agn (Eğin/Kemaliye) tarafından göç ederek buraya gelmiş ve zamanla nüfus 200 haneye yükselmişti. Gelibolu, 1356’da Osmanlı egemenliğine girdi. Borçları Kazaz Artin Amira tarafından ödenen, 70 yıllık Surp Toros adında kiliseleri; 53 erkek ve 58 kız öğrencinin eğitim gördüğü, yeni inşa edilen Surp Lusavorçyan-Hripsanyan adlı bir de okulları vardı.
Şehrin çoğunluğunu 1.300 aile ile Türkler oluştururken, Rumlar 800, Museviler de 250 ailelik bir nüfusa sahiptiler. Ermenilerin nüfusu ise 1.190 kişiydi. Pek çok yerde olduğu gibi Gelibolu’da da çok dilli bir yaşam vardı. Rumca, Ermenice ve Türkçe sokak dili olup kartpostalların üzerinde, bu üç dille yazılmış Gelibolu ifadesi eksik olmazdı.
Keşan ve Mürefte kazaları; Şarköy, Maydos ve Evreşe köyleri idari olarak Gelibolu’ya bağlıydı. Sayıları az olmakla birlikte, buralarda da Ermeniler yaşıyorlardı.
Ermeni nüfusun büyük çoğunluğu tarım, balıkçılık, ticaret ve çeşitli zanaat işleri ile uğraşırdı ve genel olarak fakirdiler. Buğday, arpa, pamuk, üzüm, kavun, karpuz gibi tahıl ve meyve üretimi ile uğ deraşırlardı. Çuha üretimi ise Avrupa ile yarışacak düzeydeydi. Az sayıdaki tüccar ve zengin, gayrimenkul, kiralama, tefecilik, ithalat ve ihracat işleriyle uğraşırlardı.
‘Armenia’ (Ermenistan) Tıp Merkezi doktorlarından Tavit Badrigyan, o günleri şöyle anlatıyor:
“Doğum yerim, benim vatanımdır. Ben, Yerevan’da doğmuşum. Doğum yeri ve vatan, eğer biri diğerinin yerini tutamayacak bu iki değer aynı adı taşıyorsa, büyük mutluluk. Çünkü eğer sen başka bir ülkede doğup büyümüşsen, ne kadar vatanperver de olsan; doğum yerinin toprağı, suyu, havası senin için başka kokulara sahiptir. Senin çocukluğun orada geçmiş, sen orada rüya görmüş ve büyümüşsündür. Doğum yeri, rüyalar ülkesidir. Ben her seferinde ailemin hangi hasretle Dardanel (Çanakkale) Boğazı’nı, deniz kıyısını, evlerini, sokaklarını, taşlarını ve insanlarını anlattıklarını hatırlıyorum.”
Tavit Badrigyan’ın ailesi, İstanbullu Ermenilerdendi. Babası Ardaşes Badrigyan, Gelibolu’dan Yunanistan’a göç ettiğinde 20 yaşındaydı. Dedesi Hampartsum demirci, babası Ardaşes ayakkabıcı; her ikisi de dürüst çalışmalarıyla yaşayan ve yaratan insanlardı. Nine Kohar, Türkçe konuşur; ancak tüm bir ‘Nareg’i (Ermenice bir dua kitabı) ezbere bilirdi. Yaşamında üç hac merkezini, Kudüs, Armaş Çarkhapan Meryem Ana Manastırı (İzmit) ve Ermenistan Eçmiadzin’i ziyaret etmişti.
Tavit Badrigyan’ın annesi Azniv, doğum yeri Silivri’yi terk ederek ailesiyle göç yollarına düşüp Yunanistan’a vardıklarında, 13 yaşındaydı. Aradan 60 yıl geçtikten sonra, akrabalarını ziyaret etmek amacıyla doğum yerine döndü. Silivri’ye vardıklarında, aracı durdurarak yaya olarak yoluna devam etti. 13 yaşındaki kızın hatıraları, onu doğrudan, babasının inşa ettiği, ailesinin yaşadığı eve yönlendirdi. Kapıyı çalınca bir Türk kadın karşılaşmıştı onu. 60 yıl boyunca her şey aynı kalmış, sadece sahipleri değişmişti.
Tavit Badrigyan’ın ailesi, 1946’da ‘Vatana Dön’ çağrısıyla Yunanistan’dan Ermenistan’a dönen ilk kâfilede yer aldılar. Dönüş yolunda, Dardanel Boğazı’na varıldığında, doğum yerleri Gelibolu’yu gördüler. Büyükanne Kohar, son kez yaşadıkları o eve baktı. Evden çıktıklarında, bir gün mutlaka geri dönecekleri inancıyla tüm kapıları kendisinin kilitlediğini hatırladı. Eve baktı ve umutla bu kadar yıl sakladığı elindeki ağır anahtar demetini, yavaşça Boğaz’ın sularına bıraktı.
15 bin Tekirdağlı Ermeni’ye ne oldu?
Tekirdağ, Edirne Vilayeti’nin en önemli sancaklarından biriydi. Balkan Savaşı sırasında bir dönem Bulgar, ateşkesten sonra ise bir süre Yunan işgalinde kaldı.
Tekirdağ Ermenileri, Batı Ermenistan’ın Agn (Eğin / Kemaliye), Kemah ve Erzincan tarafından gelmişlerdi. Daha sonraki yıllarda ise aralarına İstanbul’dan gelenler de katıldı. İlk gelen Kemahlı Ermeni ustaların inşa ettiği Paşa Camisi, Türkler için önemli bir dinî mekân oldu.
Bir ticaret şehri olan Tekirdağ ve çevresinde, 1915 öncesinde, 15 bini Ermeni olmak üzere, Türk, Musevi ve Rumlardan oluşan 30 bin kişilik bir nüfusa sahipti. Tekirdağ, aynı zamanda bölge Ermenilerinin ruhanî merkeziydi.
Ermeniler, göze batan bir ticari etkinliğe ve çeşitli zanaatlara sahiptiler. Mavnalarla İstanbul’a yapılan kavun ticareti yapılan, gül suyu ve gül yağı ile ünlü bir yerdi Tekirdağ.
Osmanlı arşivinde yer alan kayıtlar ve kiliselerin ferman belgeleri, Tekirdağ Ermeni kiliselerinin tarihine ışık tutacak niteliktedir. Tekirdağ’ın en eski kilisesi olan Surp Hıreşdagabed Kilisesi, 1607’de inşa edildi. 1629’da Takavor Mahallesi’ne yapılan saldırı sonucu tahrip edilen kilise, 1630-1632’de yeniden inşa edilerek Surp Pırgiç adını aldı. 1882’de ikinci kez yakılan kilise, 1907’de yeniden yapıldı.
18. yüzyılın sonunda cemaat nüfusunun artmasıyla, Surp Haç adında ikinci bir mahalle kuruldu ve 1804’te ahşap olarak inşa edilen kilise, 1847’de taş bir yapıya dönüştürüldü. Ermeniler, son olarak 1841’de, Surp Takavor Kilisesi’nin temelini attılar; fakat bu kilise 1912 Depremi’nde yıkıldı.
Öte yandan, limanda yaşayan 50 kadar Protestan Ermeni de 19. yy’ın sonlarında kendi ibadethanelerini kurdular.
Surp Takavor, aynı zamanda İstanbul ve farklı yerleşimlerden gelenlerin sıkça ziyaret ettiği bir hac merkeziydi. Ermenilerin Surp Hovhannes adında, anlaşmazlıklar nedeniyle Rumlar tarafından yakılan bir kiliseleri de vardı.
Ermenilerin Surp Takavor Mahallesi’nde (8.600 nüfus) Hovnanyan adlı 6 yıllık, 274 erkek ve 286 kız öğrenci ile 13 öğretmenin bulunduğu; Surp Haç Mahallesi’nde ise (6.400 nüfus) Hisusyan adlı yedi yıllık 181 erkek ve 112 kız öğrenci ile 7 öğretmenin bulunduğu iki ilkokul ve ortaokulları vardı.
Tekirdağ toplumsal yaşamında Ermeniler, doktor, dişçi, öğretmen, avukat, mimar ve resmî kurumlarda görev yapan yöneticiler yetiştirerek, önemli roller üstlenmişlerdi. Kunduracılık, demircilik, tenekecilik, kuyumculuk ve marangozluk gibi geleneksel mesleklerde çalışan Ermeniler, tarımla da uğraşıyorlardı. Ayrıca, sivil ve askerî gemilerde kaptanlık yapanlara, hatta armatörlere ve bankacılara rastlamak da mümkündü. 1903 yılında kurulan Ermeni Ayakkabıcılar Birliği vasıtasıyla, ürettikleri ayakkabıları Türkiye’nin değişik bölgelerine gönderiyorlardı. 1908’de kısa süreli de olsa ‘Gayzer’ (Kıvılcımlar) adlı bir gazete de yayımladılar.
Tekirdağ’daki Ermeni katliamı ve tehciri, pek çok yerde olduğu gibi planlı bir uygulamanın sonucu gerçekleştirildi.15.000 Ermeni’nin önemli bir kısmı, önce amele taburlarında görevlendirildi. Temmuz ayının başında askerlerin yaptığı katliam, ‘olayları bastırmak’ olarak nitelendi. Ağustos sonuna doğru başlayan genel seferberlik, Ermeni mahallesinde çıkan yangın, “Bulgarların Tekirdağ’a girmesine yardım etmek” gibi gerekçelerle cezalandırmalar, Eylül başlangıcında ise ekonominin bel kemiği olan Keremyan Kardeşler, Camciyan Kardeşler, Hovagim Karanfilyan, Hovhannes Papazyan gibi müteşebbisler, Anadolu’ya trenlerle sevk edildi. Ekim sonuna kadar yaklaşık 10.000 kişi, bu uygulamalara maruz kaldı. Kasım sonunda ise 3 bin kişilik bir kafile daha yola çıkarıldı.
Bir dönem Edirne valisi olan Çerkes Zekeriya Zihni Bey, bu operasyonun temel direği oldu. Salim Paşa, Jandarma Komutanı Derviş, Sabık, Emvali Metruke Komisyonu Başkanı Sahir Bey, İttihatçı Adil, Rahmi ve benzerleri, Tekirdağ bölgesindeki Ermeni katliamlarının ana örgütleyicileri oldular. Reymond Kevorkyan, ‘Ermeni Soykırımı’ adlı kitabında bu isimlere pek çok İttihatçı temsilci, asker, eğitim, ziraat alanında görevli devlet memurunun adını ekliyor ve Ermeni mallarının nasıl yağmaladığına, yeni türeyen zenginlerin nasıl oluştuğuna, Türkleştirmenin nasıl gerçekleştiğine ışık tutacak bilgiler sunuyor.
Tekirdağ Ermenileri, iki farklı yoldan tehcir edildi. İlk kâfile, Muradlı yolu üzerinden İstanbul’a, oradan da Konya, Halep, Tamasgos’a; başka bir kâfile ise deniz yolu ile İzmit’e, oradan da Meskene, Rakka’ya sürüldü. Binlerce insan, yollarda hayatlarını kaybettiler. Bölgede görevli Ermeni din adamlarından, neredeyse kimse kalmadı. Oğlu orduda veteriner olduğu için sürgünden muaf tutulan 69 yaşındaki Ruhanî Önderlik Vekili Peder Mampre Kirazyan, kilise eşyalarının yağmalanmasına tanık olduğu için yüreği daha fazla dayanamadı ve 1916’nın Mayıs ayında hayata veda etti. Peder Horen Camcıyan ise, 128 kişilik bir kâfileyle birlikte, bir balıkçı mavnasıyla 22 gün boyunca denizde sürüklendikten sonra, geri getirildi. Yok edilenler arasında, Tekirdağlı ünlü avukatlar Krikor Şuşanyan ve Bekeryan da yer alıyordu.
Malkara’da Ermenilerin 300 yıllık tarihi
Tekirdağ’ın kuzeybatısında yer alan ve tarım alanında gelişmiş ünlü bir köy olan Malkara’ya Ermenilerinin çoğu, 1606’da Kemah’ın Pakariç köylerinden gelerek yerleşmişlerdi.
Surp Toros (Teodoros) adında bir kiliseleri vardı ve Mamigonyan ve Hripsimyan adlı beş yıllık 173 erkek ve 129 kız öğrenci ile 7 öğretmenin bulunduğu iki okula sahiptiler.
1915 öncesi, 3.500 kadar Ermeni yaşamaktaydı. Savaştan önce pek çok aile, dertleri nedeniyle Bulgaristan’a gitmişti. Felaket yıllarında erkekler ve gerekli zanaatkârlar, sürgünden muaf tutuldular; diğerleri ise Adana ve Der Zor’a sürüldüler. Avukat Harutyun Tokatlıyan, Diyarbakır’da katledilen Doktor Mihran Rupinyan, ticaret adamlarından Dobazyan Kardeşler, Hovhannes Acemyan, Setrak Malhasyan gibi pek çok kişi, sürgün yollarında yok edildi.
Malkara, aynı zamanda 24 Nisan sabahı tutuklanan ve İstanbul’dan yola çıkarılan aydınlar kâfilesinde babası ile birlikte yer alan ve Derbend yakınlarında katledilen ünlü yazar Ardaşes Harutyunyan’ın da doğum yeriydi.
Ermenilerden boşaltılan yerlere ise Sırbistan’dan getirilen göçmenler yerleştirildi. 1915 sonrasında, Malkara’da sınırlı sayıda Ermeni kaldı. Zaman içinde onlar da dünyanın dört bir yanına dağıldı.
Surp Toros Kilisesi, uzun süre sinema, düğün salonu, daha sonra da uzun süre bir kooperatifin deposu olarak kullanıldı. Definecilerin tahribatı sonucunda, yıkılma noktasına geldi.
Dr. Rupen Sevag’ın Silivri’si
Çatalca’ya bağlı Türk, Rum ve Ermenilerden oluşan bir sahil kasabası olan Silivri’de, 1915 öncesinde Ermeniler 160 haneydi ve yaklaşık 1.000 kişilik nüfusa sahiptiler. Dört yıllık Azkanazyan adlı okulda 65 erkek ve 45 kız öğrenci, 3 öğretmen nezaretinde eğitim görüyorlardı. Surp Kevork adlı bir kiliseye sahiptiler. Silivri, Çankırı’da Taniyel Varujan ile birlikte katledilen ünlü şair ve doktor Rupen Sevag’ın doğum yeriydi. Silivri Ermenileri de sürgüne gönderildiler. Surp Kevork Kilisesi Pederi Garabed Dişliyan, Der Zor yolunda katledilenler arasındaydı.
Yozgat’ta Çorlu’ya
Çorlu, Tekirdağ’ın yakınında, İstanbul yolu üzerindeki bir kasabadır. 1915 öncesi Çorlu’da, 2 bin civarında Ermeni yaşıyordu. Kasabanın ilk Ermeni sakinleri, 1610’larda Yozgat’ta baş gösteren Celali yağmalarından kaçıp gelenlerdi.
Ermenilerin ticaret ve çeşitli zanaat işleri yanında, çiftçilik, tarım, hayvancılık, bağcılık ve peynircilik ana işleriydi. Ekonomik durumları oldukça iyiydi. İçlerinde Dişliyan, Hokvotsyan, Aprahamyan, Cebbaşyan, Tarpinyan gibi büyük arazilere sahip zengin çiftlik sahipleri vardı.
Surp Kevork Kilisesi’nde ibadet ederlerdi. Dört yıllık Surp Kevorkyan Okulu’nda 114 erkek ve 76 kız, 6 öğretmen nezaretinde eğitim görüyorlardı.
Çorlu Ermenileri 1915 Ekim ayında, Kaymakam Sakıp, Demiryolları Müdürü General Osman Nuri, Polis Şefi Şefik Bey, Jandarma Komutanı Eşref Hasan, İttihatçı Yegenzade ve aralarında avukat, hekim, belediye görevlisi, vergi tahsildarı gibi kişilerin olduğu bir ekip tarafından, bir gece ansızın sürgüne çıkarıldılar. Önce gemilerle İzmit’e, oradan da Der Zor’a sürüldüler. Tümüne yakını 1916 Ağustosu’nda katledildi. Bu felaketten sadece asker ailesi oldukları için 50 kişi kurtulabildi. Trakya’da Lüleburgaz ve Hayrabolu’da da nüfusu 20’şer haneden oluşan Ermeni cemaati vardı. Kiliseleri ve okulları yoktu. Ancak, Bulgar savaşından sonra, Hayrabolu’da papazı olmayan küçük bir şapel inşa etmişlerdi. 1915’te, hepsi tehcire gönderildi.
Kaynakça
* S. M. Dzotsigyan, ‘Arevmıdahay Aşkharh’ (Batı Ermenistan Dünyası), New York, 1947
* H.S. Eprigyan, ‘Badgerazart Pınaşkharhig Pararan’ (Resimli Dünya Sözlüğü), Venedig,
1902
* Teotig, ‘Golgotha Hay Hokevoraganutyan yevir Hodin 1915 Ağedali Darin’ (Ermeni
Rahipleri ve Cemaatlerinin Felaket Yılı 1915’teki Çile Yolu), İstanbul, 1921
* Raymond H. Kévorkian - Paul B. Paboudjian, ‘1915 Öncesinde Osmanlı İmparatorluğu'nda
Ermeniler’, Aras Yayıncılık İstanbul, 2013
* Raymond H. Kévorkian, ‘Ermeni Soykırımı’, İletişim Yayınları, İstanbul, 2015
* Zakarya Mildanoğlu, ‘Vicagatsuyts Kavaragan Azkayin Varjaranats Turkio, 1901, 1901-
1902 G. Bolis’, (1901 ve 1901-1902 Taşra Ermeni Okulları Raporu, İstanbul Ermeni
Patrikhanesi Tedrisat Komisyonu, İstanbul, 1901, 1903), yayınlanmamış çeviri.