Klasik anlamıyla bir olay örgüsünden bahsetmek zor ‘Robinson’un Mavi Evi’ için. Anlatıcının gelgitleri daim, kâh mekânlar arasında kâh zaman içinde; aradaki geçişler ise şairane bir muğlaklıkta.
İPEK KOTAN
Daniel Defoe’nun ‘Robinson Crusoe’ romanını ilkokuldayken okumuştum ilk olarak; tabii sonradan öğrendiğim üzere, çocuklar için kısaltılmış, yalınlaştırılmış bir baskıydı benim elimde olan kitap. Kitaba ikinci gelişim ise üniversitede olacaktı, bu sefer sadece ‘zevk için’ değil, erken İngiliz romanını inceleyen bir dersin kapsamı içerisinde –zira ilk olarak 1719’da yayımlanan ‘Robinson Crusoe’, çoğu kategorizasyona göre modern anlamda ilk İngiliz romanı olarak da kabul ediliyor. Bu iki okumanın arasındaki farklar uzun uzun anlatılabilir elbette, ama daha ilginç olan, benim için anlatının etrafında döndüğü odak noktasının değişmemiş olmasıydı: Crusoe’nun adaya, adadaki yaşam alanına hakim olma ve kendi hikâyesini bu ilişki üzerine kurma çabası. Bu tanımı roman janrına bir bütün olarak yedirmek doğru bir yaklaşım değil elbette, fakat en azından bir kulvarının, yani İngiliz romanının kökeninde böyle bir anlatının bulunduğunu akılda tutmak, klasik bir roman olarak tanımlanmaktan çok uzak olan ‘Robinson’un Mavi Evi’ne yaklaşırken yol gösterici olabilecek bir fikir.
Hayatın sürdürmenin yolu
Klasik anlamıyla bir olay örgüsünden bahsetmek zor ‘Robinson’un Mavi Evi’ için. Anlatıcının gelgitleri daim, kâh mekânlar arasında kâh zaman içinde; aradaki geçişler ise şairane bir muğlaklıkta. Ama bu belirsizlikler içinde kendini tekrarlayan kimi unsurlar, okura yol gösterir nitelikte: örneğin, anlatıcının mekânlarla kurduğu ilişkiler, yazarın neden romanını kendine özgü bir ‘Robinson Crusoe’ anlatısı olarak da tanımladığını anlamamıza yardımcı oluyor. Mahsur kaldığı ıssız adada hayatta kalmanın, daha da önemlisi aklına mukayyet olarak hayatını sürdürmenin yolu mekâna ve eşyaya hükmetmektir Crusoe için: kendine bir barınak ve işleyebileceği bir toprak parçası ayarlar, gemi enkazından kurtardığı eşyaların isimlerini, kendini kurtaracak bir duanın sözcükleri gibi itinayla tekrarlar ve listeler okuruna.
‘Robinson’un Mavi Evi’nde de daha ilk sayfalardan itibaren, eşyanın sabitleyici ve şüphe duyulmayan varlığına dair bir inanç dile getiriliyor. Babasının çalışma odasındaki ‘kehribardan yapılmış masa lambası’, ‘yaslandığımda çok ağır olduğunu duyumsadığım koyu renkli ağaçtan büyük fil…’ Çocukluğuna ait, çok hatırlayamadığını iddia ettiği anılardan en belirgin olarak öne çıkanlar bu nesneler aslında anlatıcının; dayanıklılıkları, ağırlıkları ve güvenilirlikleriyle aklında yer eden. Yetişkinlik hayatına dair hikâyelerinde de olayların gerçek mi hayal mi olduğunun nihai olarak hep muallakta kalıyor olması, onları içine yerleştirdiği mekânların ve o mekânları dolduran eşyaların somutluğuyla dengeleniyor adeta: anlatıcı ‘gerçekten’ de Grevesmühlen’de, altgeçitin yanındaki eski bir binanın zeminindeki küçük depoyu kendine ait bir eve çevirmiş midir, ya da Londra Zindanı’nda bulunmuş mudur? Duvarların örülmüş olduğu nem kusan taşları, ya da evinin girişine yerleştirdiği çelik, 8 milimetre kalınlığındaki plakayı tasvirindeki inanç, bu soruları neredeyse konu dışı kılar nitelikte. Kendi zihninde gerçekliğini, içinden geçtiği ve nesnelerine dokunduğu mekânlar üzerinden inşa ettiği bir hayat hikayesi var anlatıcının, sebep ve sonuç kendisine sorulsa cevap olarak işaret edeceği.
Esasına bakılırsa roman bu birbirine yarı-bağlantılı, gündüz düşü kıvamına sahip pasajlardan ibaret değil: anlatıcının hayatından insanlar da boy gösteriyor hikâyelerinde, özellikle de çocukluk yıllarından. Kendini işine vermiş, ailesine karşı mesafeli ve oğluna anlayamadığı öğütler veren bir baba figürü çıkıyor karşımıza; iyiniyetli ve gülümseyen ama son tahlilde oğluna aynı onun gibi uzak olan bir anne. İçine kapalı, çekingen ve kitap kurdu bir çocuk olduğunu anlar gibi oluyoruz, sınıf arkadaşlarının zorbalıklarına maruz kalmış olmasının yanısıra. Fakat asıl ilginç olan, bu hatıralara atfedilen ikincil derecedeki önem: sanki hiçbiri içinden geçtiği odalar ya da biriktirdiği nesneler kadar merkezi değil anlatıcı için.
Tam da bu noktada yazar Ernst Augustin’in ‘Frankfurter Allgemeine’de yayımlanan röportajından romanına ilişkin söylediklerini hatırlamakta fayda var. Augustin romanının mekânda varolmak üzerine olduğunu söylüyor, ve ekliyor: günümüzde insan psikesinin her bir metrekaresi bölünmüş ve ayrılmış bir hâlde. Bunun da ışığında, ‘Robinson’un Mavi Evi’ni, ruhun istimlakına, ruhunu mekâna yansıtarak cevap bir adamın hikâyesi olarak görmek de mümkün. Ne de olsa: “Kişinin evi onun kendisidir. Oraya kendi gibi girer ve oradan öyle çıkar.”
Robinson’ un Mavi Evi
Ernst Augustin
Çeviri: Regaip Minareci
Everest Yayınları
225 sayfa.