Bu kitapta, Améry, kamp hayatının gaddarlığına ve uygulamaya konulan rejimin ulaşabileceği şiddet sınırlarına dair çok şey söylerken, Holokost’a dair ‘belge veya rapor’ sunmuyor; bunun yerine daha zorlusunu yapıyor, yüzleşme hakkında konuşuyor.
EMRE CAN DAĞLIOĞLU
Tanıl Bora, Cumhuriyet rejiminin başlattığını iddia ettiği ‘aydınlanma’ sürecinin Türkiye’de içe kapanık bir şekilde yaşandığını ve bunun dünyayla bağı zayıf bir intelijensiya yarattığını söyler. Belki de tam da bu yüzden Türkiye akademyasının veya yayıncılığının Holokost diye bir konusu yoktur. Corry Guttstadt’ın vurguladığı gibi, “Ne Türk bilim insanları bu konuyu araştırmıştır, ne de Holokost’a ilişkin temel eserler -Yehuda Bauer’in ‘Soykırımı Yeniden Düşünmek’ kitabı dışında- Türkçeye çevrilmiştir.” Anne Frank, Primo Levi ve Claude Lanzmann’ın tanıklıkları dışında kalan diğer literatür ise komplo teorileri ve II. Dünya Savaşı motifli romanlardan ibaret. Metis Yayınları’ndan çıkan Jean Améry imzalı ‘Suç ve Kefaretin Ötesinde: Alt Edilmişliğin Üstesinden Gelme Denemeleri’ kitabı, bu büyük boşluğu doldurmak için atılabilecek en iyi ilk adımlardan biri.
1966’da yazdığı bu kitapla en saygın ‘Holokost yazarları’ arasına giren Améry, 1912’de Viyana’da Hans Meyer olarak doğar. Yahudi bir babanın ve Katolik bir annenin çocuğu olan Meyer, Avusturya’nın I. Dünya Savaşı kahramanlarından olan babasını 1916’da kaybeder. Bir Katolik olarak geçirdiği hayatı, 1935’te Nürnberg Yasaları’nın kabulüyle, babası Yahudi olduğu için kendisinin de Yahudi muamelesi göreceğini öğrenmesiyle değişir. Nazilerin Avusturya’ya girmesiyle ‘Yahudiliğinin getireceği ölüm’ nedeniyle Fransa’ya, oradan da Belçika’ya kaçar. Belçika’da Nazi karşıtı direnişe katılan bir Yahudi olarak yakalandığında, bir çırpıda sayabileceğiniz ölüm kamplarını gezdiği işkence dolu yolculuğu başlar. 1945’te Bergen-Belsen Kampı’ndan kurtulduğunda, o artık Hans Meyer değildir. Hayatına Jean Améry adındaki Brükselli bir gazeteci olarak devam eder. Ta ki, 1964’te Auschwitz-Birkenau Kampı’nda görev alan 22 orta ve alt düzey yetkilinin yargılandığı Frankfurt’taki ünlü dava başlayana dek… Bir İsviçre gazetesi için araladığı hafızasının kapısını bir daha kapatamaz ve bastırmaya çalıştığı, ancak başaramadığı düşüncelerinin aktığı bu kitap ortaya çıkar.
Hınç ne işe yarar?
Bu kitapta, Améry, kamp hayatının gaddarlığına ve uygulamaya konulan rejimin ulaşabileceği şiddet sınırlarına dair çok şey söylerken, Holokost’a dair ‘belge veya rapor’ sunmuyor; bunun yerine daha zorlusunu yapıyor, yüzleşme hakkında konuşuyor. Améry’nin metinlerini birçoklarından farklı kılan ise bu yüzleşmeyi temellendirdiği ‘suçlu-kurban’ ikiliğinde dönüp kurbanın kendini inşa etmesine veya edememesine, yani varoluş mücadelesine bakması. Bu anlamda, özellikle kurban olarak konuşurken kendi hınç duygularını sorguladığı bölüm çok çarpıcı. Bunu yaparken de, kurbanın hıncını ‘kurtulması gerekilen bir hastalık’ olarak gören üstten ve ahlakçı tavra karşı, hıncını neden koruması gerektiğini savunuyor. Zira o hıncın amacının faili yarattığı şiddetin ve canavarlığının hakikatiyle yüzleştirmek ve bu gerçekliğin içine çekmek olduğunu söylüyor.
Améry, böyle kuvvetli bir duyguya sahip olsa da, hümanist bir entelektüel olarak girdiği kamptan insanlığa karşı inancına mesafe almış olarak çıktığını defalarca vurguluyor. Çünkü ona göre, “İşkenceye yenik düşen kişi bir daha asla dünyaya ısınamaz. Yıkımın utancı bir daha asla silinmez. Daha ilk darpla birlikte kısmen sarsılan, ama işkence altında nihayet tümüyle çöken dünyaya güven duygusu yeniden kazanılmaz”. Améry’i de bu bir daha asla ısınamadığı ve güvenemediği dünyaya 1978’de çok sayıda aldığı uyku haplarıyla veda ediyor.
Suç ve Kefaretin Ötesinde
Jean Améry
Çeviri: Cemal Ener
Metis Yayınları
152 sayfa.