Yazarın en uzun hikâyelerinden biri (daha doğrusu bir novella) olan bu eser, modern korku edebiyatının, hatta daha geniş bir anlamda ‘janr edebiyatı’nın kurucu-öncülerinden sayabileceğimiz bir isim olan Lovecraft’ı okumak için iyi bir başlangıç noktası
İPEK KONTAN
H.P. Lovecraft, bugün hayatına değil ismine bile aşina olmayan pek çok kimsenin yaratımlarıyla bir noktada karşılaşmış olmasının pek muhtemel olduğu bir yazar. Bu tanışıklık sadece hikâyeleriyle değil, yarattığı Cthulhu mitosunun müzikten sinemaya, bilgisayar oyunlarından popüler kültüre muhtelif mecralar tarafından kullanılıp dönüştürülmüş olması üzerinden mümkün kılındı.
‘Kozmik korku’
Popülerliği ve kendinden sonraki yazarların üzerindeki etkisi düşünüldüğünde ismi korku edebiyatının üstadı Edgar Allan Poe’dan hemen sonra gelen Lovecraft, yalnızca üslup ve anlatım olarak zaman zaman sıkıntılı olduğu genelde tartışılan hikâyelerinin bizzat kendileri sayesinde değil, aynı zamanda (ve kim bilir, belki daha çok) bu hikâyeleri kapsayacak şekilde oluşturduğu kendine özgü mitolojisi ve adını kendisinin verdiği ‘kozmik korku’ alt-türünü şekillendirmesiyle bu ‘garip’ şöhrete kavuştu. Hayattayken, ‘Weird Tales’ (Garip Öyküler) ve benzeri ‘ucuz’ (pulp) edebiyat neşriyatında yazdıklarını yayımlatabilen yazarın şöhreti ve tartışmalı bir sözcük olsa da saygıdeğerliği, ölümünden sonra gündeme gelmiş kavramlar.
Poe’nun büyük mirasçısı ve modern korku edebiyatının bir kolunun babası diyebileceğimiz Lovecraft’ın ‘Deliliğin Dağlarında’ isimli kısa roman/uzun hikâyesi orijinal dilinde 1931’te tefrika hâlinde, bahsettiğimiz ‘pulp’ edebiyat dergilerinden birinde yayımlanmış. Yazarın alametifarikası olan ve diğer hikâyelerinde de karşımıza çıkan ‘Miskatonic Üniversitesi’nden bir profesör’ William Dyer baş karakter ve anlatıcı; yine bir Lovecraft karakteristiği olan “Yaşadıklarımızdan hiçbir zaman bahsetmemeye ant içmiştim, fakat şartlar beni konuşmak zorunda bıraktı” girizgâhı ile başlıyor anlatı. Geçmişte Antartika’ya yapılmış bir keşif gezisindeki bilimsel ekibin üyelerinden biri olan Dyer, yeni bir keşif gezisinin söz konusu olduğunu öğrenmiştir ve bu geziyi ne pahasına olursa olsun engellemek istemektedir – kendi seferlerinde yaşadığı korkunç tecrübeden yani asla bahsetmeyeceklerinden bahsetmek zorunda kalması da bu yüzden, bir umut hevesli kâşifleri ikna edebilecek tek şeyin gerçekler olduğuna inanmasındandır.
Yaşadığı döneme ait hissetmediğini pek çok kere dile getiren, daha çok 19. yüzyıl/ Viktoryen kültürüne ve hayatına öykünen Lovecraft’ın, bu eserinde yola çıktığı nokta da 19. yüzyılın popüler türlerinden biri olan gezi/keşif edebiyatı eserlerininkine çok benziyor. Kitabın yazıldığı dönemde dünya üzerinde tam anlamıyla keşfedilmemiş ve hüküm kurulmamış son topraklar olma özelliğini taşıyan Güney Kutbu, bu tekinsizliğiyle, yazarın asıl korku unsurunu “bilinmeyen, tasvir edilemeyen” üzerinden kurduğu ‘kozmik korku’ yazını için gayet uygun bir zemin.
Burada bir parantez açıp Lovecraft’ın sevenleri ve dahi sevmeyenleri arasında zaman zaman espri konusu olan bir üslup özelliğinden bahsedilebilir: yaratıkların, geçmiş çağ tanrılarının ve diğer korku unsuru varlıkların karşısında anlatıcıların hep nutku tutulur. Buna rağmen gördüklerini tasvir etmek, anlatmak çabasından vazgeçmezler fakat söyleyebildikleri tek şey genellikle gördüklerinin ‘tasvir edilemeyecek kadar korkunç ve iğrenç’ olduğudur. Yazar tarafından kast edilmemiş olsa da mizahi yönünü teslim edebileceğimiz bu karakteristik, bir üslup yetersizliğine işaret ediyor olabilir, fakat bu anlatılamazlığın Lovecraft’ı Lovecraft yapan ve esasen yarattığı türe içkin bir nitelik olduğunu savunanlar da var. Lovecraft’ın modern korku edebiyatındaki bariz etkisinden daha önce bahsetmiştik – çizgiroman alanında 40’ların noir estetiğini Lovecraftvari bir kozmik korku unsuruyla başarıyla birleştirmiş bir eser olan ‘Fatale’ın ilk sayısına yazdığı sonsözde Jess Nevins, Lovecraft’ın asıl büyük başarısının, dönemin benzer eserler veren yazarlarından farklı olarak, spot ışığını canavarlardan uzaklaştırıp onun kurbanına, ve psikolojisine yöneltmek olduğunu iddia ediyor. Nevins’e göre yazarın kimi zaman dalga geçilen tasvirleri aslında asıl önemli olanın bu ‘tahayyül edilemez’ yaratıklar değil, onlarla karşılaşan karakterlerin ruhlarında bıraktıkları izler olması. Edebi ölümsüzlüğüne yarattığı nev’i şahsına münhasır mitos ve içerdiği grotesk tanrılar, yaratıklar ve başka ‘entiteler’ ile kavuşmuş bir yazar için sıradışı bir iddia, fakat bir yandan da oldukça cezbedici…
‘Janr edebiyatı’nın öncüsü
Yazarın en uzun hikâyelerinden biri (daha doğrusu bir novella) olan bu eser, modern korku edebiyatının, hatta daha geniş bir anlamda ‘janr edebiyatı’nın (fantastik, bilimkurgu, cyberpunk vb.’yi de içine alacak şekilde) kurucu-öncülerinden sayabileceğimiz bir isim olan Lovecraft’ı okumak için iyi bir başlangıç noktası; tropik iklimlerde değil kutup soğuğunda geçen bir ‘karanlığın kalbi’ne yolculuk öyküsü.
Deliliğin Dağlarında
H.P. Lovecraft
Çeviri: Barış E. Alkım
İthaki Yayınları
136 sayfa.