‘Edebiyatın Taşradan Manifestosu’, sempozyumu kaçırmış okura taşrada büyümüş olmanın edebiyatla, sinemayla, fikirle ama en çok da “hisle” nasıl bir bağı olduğunu farklı seslerin ağzından duymak, farklı pencerelerin ardından seyretmek fırsatı veriyor.
KEREM GÖRKEM
Edebiyatı nasıl tanımlamalı? Bu sorunun akademide birçok karşılığı var elbette. Gelgelelim daha zor bir sual de mümkün (hep olduğu gibi), o da şu: Edebiyat tanımlanabilir mi? Sanıyorum öncelikle -tam da burada- “hayır” demeyi bilmek gerekiyor. Edebiyatın tanım sorunsalını aşıp yöntemini kendimize problem ettiğimizde ise başlıca iki yol çıkıyor karşımıza. İlki, edebiyatın hesapla-kitapla var edilen bir şey olduğuna inananlar ve bu yolda yazmaya, yazılanları okumaya devam edenler. Öteki ise meselenin ‘fikir-his’ boyutunu önemseyenler. Elbette bütün bu sınıflamalar, edebiyatın değeri göz önüne alındığında deyim yerindeyse ‘kategorizasyon mühendisliği’nden ya da alışılagelen ayrıştırıcı (ve her birimizi yeterince usandıran) politikalardan farklı bir yere çıkmıyor. Yine de var olan karşısında yokmuş gibi davranmanın, ondan bahsetmemenin anlamsızlığını görmek lazım. Ben kendimi (aynı zamanda inşa edilen bütün sınıflara muhalif olmak üzere) ikinci gruba daha yakın görüyorum, yani edebiyatın ‘fikir-his’ boyutunu önemseyenlere. Bu minvalye yazmaya, okumaya özen gösteriyorum.
Biri tarif ederse…
Kendimi bir edebiyatçı olarak tanımlamaya çekinsem de, bu durumun taşradan gelmiş olmamla ilgisi olduğu açık. Zira ‘taşra edebiyatı’nın da, büsbütün az evvel bahsettiğim ikinci gruba dahil olduğu kanısındayım. Elbette bu fikir, yazının başında bahsettiğim her iki sorunun yanıtı gibi, göreli ve tartışmaya açık. Taşralı bir yazarımız diyor ki: “Taşralı, yaşadığı yerin taşra olduğunu ancak ona biri tarif ederse anlayan insanlar topluluğudur.” Buradan hareketle, taşralının henüz taşrayı bilmezken, kendini izole edilmiş bir edebiyat akımının (burada taşra edebiyatı) içinde görmesi ve bir edebi anlayışın tarafı olması, bana mantıksız görünüyor. Yine de ben zannımı diretecek ve taşralının ‘fikir-his’ten yana olduğunu iddia etmeyi sürdüreceğim. Başka türlüsü imkansız görünüyor çünkü. Hesapla-kitapla edebiyat icra etmenin bir taşralıya göre olmadığının, öyleyse bile o kişinin artık bir taşralı olamayacağını düşünüyorum.
18-19 Mayıs 2013 tarihlerinde ‘Taşra ve Edebiyat Sempozyumu’ olarak düzenlenen ve geçtiğimizde günlerde kitaba dönüştürülen ‘Edebiyatın Taşradan Manifestosu’ ise, önceki iki paragrafta tartıştığım meselelerin ötesinde, okuyucuya farklı yazarların (elbette taşralı yazarların) penceresinden taşra edebiyatına yeni bir bakış açısı sunuyor. Kitabın ilk sayfalarında yer alan ve ‘sempozyum afişi’ olarak tanımlanan görselde, Türkiye haritası üzerinden sempozyuma (dolayısıyla kitaba da) katkıda bulunan yazarların ‘nereli’ oldukları belirtiliyor. İzmir’den Mardin’e uzanan ve bu sırada İç Anadolu’ya, ucundan da olsa Karadeniz’e uğrayan görsel, bir Behçet Aysan şiiriyle devam ediyor. “Taşradan geliyorum, taşradan...” diyor bu şiirin sonunda şair, yukarıdaki haritada adları geçen öteki taşralıların bi’ sesiymişcesine.
Her ne kadar kitap ‘Edebiyatın Taşradan Manifestosu’ adıyla yayımlansa bile, içerisinde yer alan makale ve denemelerin yalnız edebiyatla ilgili olduğunu söylemek yanlış olur. Metinlerde bahsedilenler, alıntılananlar bu tezi doğrular nitelikte. Kitaptaki düşünceye dayalı yazıların yanı sıra Nesra Gündüz’ün ‘Yeni Türkiye Sineması Taşrada Ne Arıyor?’ başlıklı makalesi, Nuri Bilgi Ceylan filmleri üzerinden başlıktaki konuyu tartışmakla kalmıyor, doğrudan doğruya taşra-sinema ilişkisi/etkileşimi üzerine önemli şeyler söylüyor.
Üzerinde durmam boşuna değil, taşralı edebiyatçıların ‘fikre ve hisse’ yakınlığına dair aradığımı, Şükrü Erbaş’ın yazısında buluyorum. Yıllar evvel kendisine ulaşan ve mektup göndermek istediğini söyleyen, bunun için adresini alan Bêse ile tanıştırıyor bizi yazar. Metnin sonunda ise kendisine cevaben yazdığı açık mektubu paylaşıyor. Orada diyor ki: “Uzak taşra kasabalarında hayal, taşların bile can suyudur ama herkes bunu kendisine bile söylemekten utanır. Evlerin duvarlarını gökyüzüne kadar yükseltir, babaların dışarıdan getirdikleri akşam. Annelerin sesleri, yerin yedi kat dibine işleyen birer çaresizliktir, başka hayatlar düşünmemizi bir ihanet duygusuna dönüştüren. Kardeşlerimiz güneş kekemesidir.” Daha ne diyeyim?
Sempozyumu kaçırmış okurlara
‘Edebiyatın Taşradan Manifestosu’, sempozyumu kaçırmış okura taşrada büyümüş olmanın edebiyatla, sinemayla, fikirle ama en çok da “hisle” nasıl bir bağı olduğunu farklı seslerin ağzından duymak, farklı pencerelerin ardından seyretmek fırsatı veriyor. Türkiyeli okurun başına kolay kolay gelen bir şey değil... Öyleyse bunu iyi değerlendirmeli. Öteki türlüsü farkında olmadan bir güzelliğe gecikmek, nihayetinde ıskalamak anlamına geliyor çünkü.
Aydın, Mehmet Said. “Elbette Kırlardan Kırlardan Gelecekler”. Edebiyatın Taşradan Manifestosu
(Haz. Varlık, Mesut), İstanbul: İletişim, 2015.
Aysan, Behçet. Tentürdiyot. Düello, İstanbul: Kırmızı Kedi Yayınevi, 2013.
Edebiyatın Taşradan Manifestosu
Hazırlayan: Mesut Varlık
İletişim Yayınları
151 sayfa.