‘Eğer Almanya yardım etseydi, çok sayıda Ermeni kurtulabilirdi’

Geçen hafta, soykırımın 100. yılına dair Almanya’da süren sessizliği bozan bir kitap yayımlandı. taz gazetesi Türkiye muhabiri Jürgen Gottschlich’in Almanya ve Türkiye arşiv belgeleriyle yazdığı ‘Beihilfe zum Völkermord: Deutschlands Rolle bei der Vernichtung der Armenier’ [Soykırıma Yardım Etme: Ermenilerin Yok Edilmesinde Almanya’nın Rolü] isimli kitap büyük tartışmaya sebep oldu. Gottschlich’le, Almanya’nın soykırımdaki rolünü ve soykırımdan sonra aldığı tavrı konuştuk.

Almanya’nın Ermeni Soykırımı’ndaki rolü, oldukça tartışmalı bir konu. Neden bu konuyu seçtiniz?

10 yıldan uzun süredir Türkiye’de yaşıyorum ve Ermeni meselesi üzerine ve Ermeni Soykırımı tartışmaları üzerine çok sayıda makale ve yazı okumuştum. Hrant Dink’le yaptığım bir röportajda ve daha sonrasında bu mesele üzerine kafa yoran meslektaşlarımla konuşmalarımda, bana hep neden bu konuda Almanya’nın rolü üzerine düşünmüyorsun diye soruyorlardı. Ben de bu konunun çok geniş bir konu olduğunu düşünmeye başladım. Fakat bir şeyler okumak istediğimde, bu konudaki literatürün oldukça sınırlı olduğunu gördüm. Bu konuya değinen birkaç kitap olsa da, doğrudan bu konuyu ele alan Almanca, özellikle de uzmanların okuyabileceği kitapların dışında bir çalışma yoktu. Ermeni Soykırımı üzerine kitaplarda Almanların rolüne ilişkin bölümler var elbette, fakat özellikle Ermeni Soykırımı’nda Almanya’nın rolüne odaklanmış bir kitap bulamadım. O yüzden, bu konuyu çalışmaya karar verdim.

Hangi kaynaklardan yararlandınız?

Almanya arşivlerinde rahatça çalıştım. Fakat orada, I. Dünya Savaşı arşivlerinin eksikliğiyle ilgili sorunlar yaşadım, çünkü II. Dünya Savaşı sırasında bu arşivlerin çoğu yok olmuştu. Orada bir şeyler buldum, fakat eksik belgeler olduğunun farkına vardım. O yüzden, Türkiye arşivlere de baktım. Osmanlı arşivleri ve Genelkurmay arşivlerine girdim.

Başka ülkenin vatandaşı olarak Genelkurmay arşivlerine girmenize izin verdiler mi?

Evet, fakat inanın çok kolay olmadı. Belgelerin orijinallerini görmeme izin vermediler elbette ki. İstediğim belgeleri işaretleyip başvursam da, nihayetinde neyi görüp göremeyeceğime yetkililer karar verdiler. Daha sonra arkadaşlarımla konuştuğumda, bunun bile bir nimet olduğunu söylediler. Çünkü normalde gazetecilerin arşivlere girmesine izin vermiyorlarmış. Türkiye üzerine çalışan Alman profesörün Ankara’da tanıdığı kişiler sayesinde bu izni aldım. Önemli kaynaklara ulaştım diyebilirim, fakat orada daha fazlasının da olduğunu biliyorum. Özellikle Almanca belgelere bakmak istemiştim, ancak bana “Bu belgeler Almanca olduğundan okuyamıyoruz, o yüzden orada ne yazdığını bilmiyoruz. Dolayısıyla sana gösteremeyiz” dediler.

Jürgen Gottslisch

Kitap, 1915’in öncesini de ele alıyor. Osmanlı-Alman ilişkileri ne zaman başlıyor?

Almanya ile Osmanlı ilişkileri resmi olarak 1879’da Almanların resmi olarak II. Abdülhamid’i ziyaret etmesiyle başlıyor. Almanya’nın Ermenilerin yok edilmesini neden kabul ettiğini anlamak istiyorsak, Almanların Osmanlı’dan ne istediğini veya ne beklediğini anlamamız gerekiyor. Arada önemli bir ihtiyaç ilişkisi var. Bu anlamda, Almanya ile Osmanlı’nın iyi ilişkileri de bu tarihte başlıyor diyebilirim.

Sizce Almanya’nın neden Osmanlı’ya ihtiyaçları vardı?

19. yüzyılın sonunda, Almanya, Avrupa’nın ortasında giderek güçlenen ve büyük güçler arasına girmeye çalışan bir devletti. Bu yüzden, kolonilere ihtiyaçları vardı. Fakat kolonilerin çoğu İngilizler ve Fransızlar tarafından paylaşıldığından, Osmanlı gibi zayıflamış bir imparatorluğa ihtiyaçları vardı. Onu kolonileştirmek için değil belki, ancak siyasi ve ekonomik olarak Osmanlı’nın üzerinde bir hegemonya yaratma ihtiyacı vardı. Osmanlı’yı bu anlamda özellikle Şark’taki İngiliz varlığına karşı kullanabileceklerini düşündüler. Bu anlamda, I. Dünya Savaşı’nda Almanların Osmanlı’ya biçtiği Mısır’da İngiltere’yle savaşma rolünü hatırlatmakta fayda var. Almanya, İngiltere’nin Süveyş Kanalı aracılığıyla yönettiği ticari ve askeri trafiği durdurmak istiyordu. 

Almanya-Osmanlı ilişkilerinde Abdülhamid dönemi ile İttihat ve Terakki Cemiyeti dönemi arasında farklılıklar var mı?

1908’de devrim olduğunda, Osmanlı’yla Almanya arasındaki ilişki gerçekten iyi durumdaydı diyebiliriz. Osmanlı ordusunu modernize etmesi için Almanya’dan getirilen uzmanlar oldu. Krupp ve Mauser gibi Alman şirketlerine ilk kapsamlı silah siparişleri verildi ve Almanya, Bağdat Demiryolları’nın yapılmasını destekledi. Colmar von der Goltz, Harbiye’yi kurması için getirildi. Bu iyi ilişkiler sebebiyle, Almanya, ilk başta 1908 Devrimi’ne karşı çıktı. Jön Türkler, Berlin’den çok, Londra’ya yakın gözüküyorlardı. Bu noktadaki tıkanmayı yıkan, Enver Paşa’nın Almanya’ya askeri ataşe olarak gelmesi oldu. Bu görevi sırasında Enver, Almanlarla özel dostluklar kurdu. Bu dostlarından biri de, Hans Humann’dı. Humann, daha sonra Osmanlı’nın savaşta Almanya’nın yanında yer almasında ve Almanya için Ermeni Soykırımı’nı meşrulaştırılmasında önemli isimlerden bir oldu. Enver’den sonra da Talat Paşa’yla da Almanlar iyi ilişki kurarken, Cemal Paşa ve Cavit Bey bu ilişkilerin dışında bırakıldı.

Sizce Osmanlı neden Almanya’nın yanında savaşa katıldı? 

Almanya, Osmanlı’ya imparatorluğu yeniden kurma ve yeni yerleri ele geçirme şansını verdi. Diğer tarafta yer alan İngiltere, Fransa ve Rusya’nın ise imparatorluğun bir şekilde küçülmesine yönelik çıkarları olduğu biliniyordu. Almanya ise Osmanlı’nın bir parçasını istemiyordu.

Bu anlamda Almanya’nın Ermeni Soykırımı’ndaki rolünü nasıl tanımlarsınız?

Tek cümleyle söyleyeyim: Almanlar, Ermenilerin katledileceğini biliyorlardı, ancak doğrudan bir şey yapmadılar. Yani Almanlar kimseyi öldürmediler. Almanya’da da halen tartışılan bir konu bu. Kendi görüşümü böyle özetleyebilirim.

Almanya’nın rolünü izleyici olarak tanımlamak, sorumluluğunu aza indirmek anlamına gelmez mi?

Basitçe sadece izlediler demiyorum. Elbette ki Ermenilere ne olacağını biliyorlardı. Hatta Enver Paşa’ya yakın çalışan Alman yetkililerin bazıları, tehcirin planlanmasında aktif olarak rol aldılar. Uygulamaya konduktan sonra, bunun sıradan bir tehcir planı olmadığının farkına vardılar. 1915 Temmuz’unda Alman Büyükelçi Hans von Wangenheim, Şansölye Bethmann Hollweg’e “Osmanlı’da bulunan Ermeniler yok etmek istiyorlar. Biz ne yapacağız?” diye bir telgraf gönderdi. Alman hükümeti yetkililerinden gelen cevap ise, “Bunu biliyoruz, fakat bir şey yapmayacağız” oldu. Çünkü Almanların Osmanlı’ya ve özellikle Enver Paşa’ya savaşta ihtiyaçları vardı. Eğer Enver, Ermenileri yok etmek istiyorsa ve biz buna karşı çıkarsak, Türkleri kaybederiz diye düşünüyorlardı.

Almanya’nın soykırımı engelleme gücü yok muydu?

İstanbul Büyükelçisi Hans von Wangenheim’ın 1915 Ekim’inde kalp krizi sonucu ölmesinin ardından göreve gelen Paul Wolff-Metternich, Ermenilerin katledilmesine karşı gerçekten bir şeyler yapmak istedi. Hatta bu yönde çalışan en üst düzeydeki Alman yetkili diyebilirim. Aralık 1915’te bunun için Alman Dışişleri Bakanlığı ve Bethmann Hollweg’in danışmanlarına birer mektup yazdı ve bu süreci durdurmalarını, yoksa Ermenilerin öldürülmekten başka seçenekleri olmayacağını belirtti. Bu dönem, tam olarak Çanakkale Cephesi’nde zaferin kazanıldığı, fakat Osmanlı ordusunun büyük kayıplar verdiği döneme denk geliyor. Dolayısıyla Osmanlı’nın Almanya’dan gelecek olan yardıma çok ihtiyacı vardı. Yani eğer Osmanlı, o anda Almanya’dan yardım alamasaydı, savaşa devam edemeyecek durumdaydı. Dolayısıyla tam bu dönemde Almanya’nın “Bu yardımı almak istiyorsanız, Ermenileri katletmeyi durdurmalısınız” deme gücü vardı. Bu dönemden öncesinde Almanya’nın da böyle bir yaptırım uygulaması zordu. Çünkü Osmanlı’ya giden yardımların gittiği trenler, Sırbistan’dan geçiyordu ve bu yüzden, yardımlarda sorun yaşanıyordu. Ancak Ekim ayında Sırbistan düştü ve yardımların kesintiye uğramadan Osmanlı’ya ulaşması sağlandı. O dönemde çok sayıda katliam yaşanmıştı, ancak tehcir kafileleri Suriye’ye yeni yeni ulaşıyordu. Hatta Urfa gibi şehirlerde daha tehcir başlamamıştı bile. Yani eğer Almanya yardım etseydi, daha çok sayıda insan kurtulabilirdi. Fakat Wolff-Metternich’e verilen cevap olumsuz oldu. Ona, “Biz bunu yapamayız, çünkü bu savaşın mantığına aykırı” dendi. Hatta ona yazılan mektupta, “Sen çıldırdın mı? Bu, Türkleri kaybetmemiz anlamına gelir. Ermenilerden bize ne? Onlar bizi ilgilendirmiyor” şeklinde bir ifade var. Bu, soykırım sürecindeki son kırılma noktası oldu. Bu anlamda, Almanya Osmanlı’nın Ermenileri öldürmesine izin verdi.

Hans von Wangenheim

Bu anlamda, Almanya’nın soykırımın planlanma sürecine katkı sunduğunu söyleyebilir miyiz?

Osmanlı’da politik olarak aktif olan bir avuç insandan, 10 veya 12 kişiden bahsediyoruz. Bunlardan en önemlisi daha önce bahsettiğim Wangenheim. Soykırıma dair telgrafları sümen altı ediyor. Bir diğeri, Osmanlı’nın Genelkurmay Başkanı Bronsart von Schellendorf. Dolayısıyla Schellendorf’un görevi savaş planları yapmak ve kendisi Ermenileri Sarıkamış’tan bile önce, yani Aralık 1914’te bile tehlike olarak gördüğünü belirtiyor. Jön Türkler, Ermenileri tehcir etme kararını verdiklerinde daha savaşın yeni başladığını da unutmamak gerekir. Alman yetkililer, Sarıkamış ve ardından Van’da yaşananları Jön Türklerden dinlediklerinde, Ermenilerin sürülmesi gerektiğine kolayca ikna oluyorlar. Fakat yapılanın ‘normal’ bir sürgün olmadığını görünce, “Evet, bu hoş değil ama yapacak bir şey yok” diyorlar genellikle. Ama Humann gibi birkaç isim daha, Ermenisiz bir Osmanlı’nın daha güçlü olacağını düşündüğünden, bu kararın arkasında duruyorlar. Humann’ın Enver’in yakın arkadaşı olduğunu ve Ermenilere yönelik kararları plan aşamasındayken bildiğini söylemek gerekir. Enver’in arkadaşı olduğundan dolayı o dönemde Osmanlı’daki en muteber Alman’dı diyebiliriz. 

Bu dönemde, Almanya’daki gazeteler soykırım hakkında bir şey yazıyorlar mı?

Almanya’da yaşayanların olup bitenden çok fazla haberi olmuyor. Savaş sırasında gazetelerde sansürlendiği için bu konuda bir şey bulamıyorsunuz. Devlet yetkilileri dışında Osmanlı topraklarında görev yapan din görevlileri ise soykırıma karşı bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Bunlardan en ünlüleri de Johannes Lepsius. 1915 yazında İstanbul’a gelip Enver Paşa’yla da görüşüyor. Bu görüşmeyi de Humann ayarlıyor. Bu görüşmeden sonra Lepsius, Almanya’ya geliyor. Soykırım üzerine yazdığı raporu yaygınlaştırmaya çalışıyor, fakat rapor Almanya’da yasaklanınca, Almanya’yı terk etmek zorunda kalıyor.

Bu duruma karşı çıkan, engellemek isteyen Alman yetkililer var mıydı?

O dönemde, Erzurum’da Scheubner-Richter, Halep’te Rössler ve Musul’da Holstein isimli Alman elçileri görev yapıyordu. Üçü de Ermenilere yönelik uygulamalara karşı çıktılar. İstanbul ve Berlin’e defalarca kez bölgelerinde neler olduğunu anlatan telgraflar gönderdiler. Scheubner-Richter, elçi olarak görev alsa da, aslında askerdi. Bölgedeki Üçüncü Ordu’nun faaliyetlerini de yakından takip ediyordu. İstanbul’a gönderdiği bir telgrafta, meselenin Enver Paşa’nın vurguladığı gibi askeri bir mesele olmadığını ve bölgedeki Ermenilerin askeri tehdit oluşturmadıklarını belirtti. Ona göre, sürgüne yollananlar, tehlike oluşturmayacak kadınlar, çocuklar ve yaşlılardı. Fakat bunu görmezden geldiler. Aynı şekilde, Rössler ve Holstein’ın telgrafları da görmezden gelindi. Hatta bir süre sonra, susturmak için Scheubner-Richter’in görev bölgesi değiştirildi.

Ermeni Soykırımı cezalandırılmış olsaydı, Holokost’un yaşanmayacağına dair görüşler de var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bence bu doğrudan karşılaştırılabilir bir şey değil. Osmanlılar, Ermenilerin Ruslarla işbirliği yapmasından korkuyorlardı. Balkan Savaşları’nda diğer ulusların Ruslarla bir araya gelerek kendilerine yöneldiğini görmüşlerdi. Bunlar, yapılanı meşrulaştırmıyor elbette ki. Nazi rejiminde ise Yahudilere yönelen şiddetin altında böyle bir korku yoktu. Orada yaşanan saf bir ırkçılıktı.

I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı’da görev alan ve sonra Nazilere destek veren Alman yetkililer yok mu?

Evet, böyle isimler var. Savaşın sonunda Osmanlı’da kurmay subay olarak yer alan ve sonra Nazi rejimine büyük destek veren Franz von Papen, bunlardan birisi. Humann, bu isimlerden biri olarak yine karşımıza çıkıyor. Humann, savaştan sonra 20’li yıllarda Nazi Partisi’ne büyük destek veren Deutsche Allgemeine Zeitung isimli gazetenin sahibi. Bu gazete, Talat Paşa, 1921’de Berlin’de öldürülmesine ve sonrasında Tehlirian’ın serbest bırakılmasına çok tepki gösteriyor. Bunun ardından, gazetede Schellendorf, Osmanlı I. Ordu Kurmay Başkanı Otto von Feldmann ve III. Ordu Kurmay Başkanı Felix Guse, Ermenilerin katletmenin neden gerekli olduğuna yönelik yazılar yazıyorlar.

Almanya’nın soykırımın 100. yılında ne yapacağı konuşulmuyor’

Bugün Almanya’nın Ermeni Soykırımı’na yönelik tavrı ne oluyor?

2005’te, Alman Parlamentosu’nda Ermeni Soykırımı tartışıldı ve Almanya’nın o dönem yaptıklarının yanlış olduğunu ve bunun için devlet olarak üzgün olduğunu belirten bir bildiri yayımlandı. O dönemde, Almanya, bunun soykırım olduğunu düşünse de, Türkiye’yle ilişkilerinden dolayı soykırım demedi. Bugün de aynı düşünce hakim. Ben de bunu nasıl adlandırdığına bakmıyorum aslında. Ancak Almanya daha fazlasını yapmalı.

Almanya ne yapabilir bu konuda?

Nisan 2015’te Almanya, Yerevan’daki anmaya üst düzey bir yetkiliyle katılmayacak. Şansölye Merkel, bu konuyu aklına bile getirmemiştir henüz. Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier’ın da düşündüğünü sanmıyorum. Belki Almanya’nın Yerevan Büyükelçisi katılır. Ancak garip olan Almanya’da bunun tartışması bile yapılmıyor. Bu kitapla, umarım böyle bir tartışma açabilirim. 


Soykırım tartışmalarında, Holokost’a olan benzerlikleri 1915’in soykırım olduğunun ispatı için kullanılırken, Holokost’tan farklılıkları da 1915’in soykırım olmadığının delili olarak ileri sürülür. Hamburg Üniversitesi’nden Prof. Jürgen Zimmerer ise Holokost ile Ermeni Soykırımı arasındaki çok temel bir benzerliği vurguluyor: ‘Her iki soykırım da, kriz zamanlarında günah keçisi ilan edilen iç düşmandan kurtulma girişimiydi.’ 

20. yüzyıl, Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu’nda ‘rahatsız eden nüfusun yok edilmesi’ mantığının uygulamaya konulmasına tanıklık etti. Neden bu iki ülkede uygulamaya kondu bu mantık?

Esasında homojen ulus-devletler yaratma arzusu, Fransız Devrimi’yle birlikte yükselen modern milliyetçiliklerin sonucu. 19. yüzyıl boyunca, biyolojik ırkçılık popülerlik kazanmış ve milli aidiyet veya bağlılık giderek artacak biçimde biyolojik terimler, örneğin ırk üzerinden tanımlanmaya başlamış. Bu süreçte yükselen sosyal Darwinizm, tüm ulusların diğerleriyle devamlı mücadele içinde olduğunu ve mücadele sonunda ‘en güçlü’ olanın hayatta kalacağını varsayar. Sosyal homojenlik ve ‘ırksal arılık’, bu mücadeleyi kazanmanın önemli faktörleri olarak görülüyordu. Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu elitleri, kriz anlarında, toplum ve devletin reforma ihtiyaç duyduğunu en güçlü şekilde hissettikleri anlarda, bu fikirleri kullanıma soktular.

Bu tarz ‘nihai çözümler’in neden kriz anlarında uygulanması mümkün oluyor?

Ekonomik veya siyasi kriz, tehlike duygusunu, yani sosyal Darwinizm mücadelesinde geride kalma hissini yükseltir. Siyasi ve ekonomik sistemi modernize etmek için yapılan baskı artırılır. Başarılı bir rakibin modeline göre kendi toplumunu şekillendirmek zorunlu bir hal alır. 19. ve 20. yüzyılda, aralarında Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu/Türkiye’nin bulunduğu birkaç ulus, böylesi birbirini örnek alarak modernleşme yöntemini denediler. Bu anlarda, dönen ‘oyunlar’ın arkasındaki krizleri ve stratejileri açıklamak ve en başarılı görünen rakibi yakalamak için günah keçileri belirlenir. Bu günah keçilerine yapılabilecekleri gizlemek için kriz anları önemli fırsatlar da sunar. Bu anlarda, çoğunluğun radikal önlemlere karşı toleransı yükselir. Aynı zamanda, savaş da aşırı şiddet eylemlerini gizlemek için önemli bir maske halini alır.

Bu mantık aktarılabilir, devlet geleneği haline gelebilir bir şey mi?

Soykırım stratejileri öğrenilebilir şeylerdir. Kişisel veya kurumsal hafıza veya hoca-öğrenci ilişkisi aracılığıyla aktarılabilirler. Özellikle de bu yöndeki bilimsel fikirler, hocalar aracılığıyla bir nesilden diğerine kolayca geçer. Kurumlar da önlemler ve stratejiler geliştirirler ve bunların etkinliğini tayin ederler. ‘Doğru pratik’ olarak gördükleri bu eylemleri, her yeni nesil için örnek olarak kullanarak yeniden inşa ederler. Bu anlamda, soykırım eğilimi, belirli toplumlara içkin bir şey olmasa da, nesilden nesle aktarılabilen ve öğretilebilen bir şeydir.

prof. Jürgen Zimmerer

Dolayısıyla Almanya’nın kolonyal varlığının Nazilerin yükselişini etkilediğini söyleyebilir miyiz?

I. Dünya Savaşı’ndan önce Almanya’nın Afrika politikası ile II. Dünya Savaşı’nda Avrupa’daki politikası arasında önemli benzerlikler ve farklılıklar var. En önemli benzerlik, toprakları işgal ederek, ırk temelinde yeniden düzenleme girişimi. Almanya, Güneybatı Afrika’da ırksal bir devlet yaratmaya giriştiği gibi, Doğu Avrupa’da da bir Aryan kolonisi, ırkçı bir hâkimiyet sistemi kurmaya çalıştı. Fakat kolonyal dönemdekinden farklı olarak, Avrupa’da şiddet Almanları da hedef aldı. Alman Yahudiler, iç düşman olarak tanımlandı ve yok edildi. Bu noktada, anti-semitizm ve onun Almanya’daki yüzyıllık geleneği de merkezi bir rol oynadı. Yine de, Almanya’nın yıkıcı planlarının Yahudilerle sınırlı kalmadığının altını çizmek önemli. Sinti ve Romanlar ile özellikle milyonlarca Slav da Almanların devasa yerleşimci-kolonyal projesine alan açmak için yok edildiler. Fakat elbette ki, Yahudilere uygulanan şiddet, Slavlar da bu düzeyde tekrar etmedi.

20. yüzyılın ilk yarısındaki soykırımlara baktığımızda genellikle Almanya’yı katılımcı olarak görüyoruz. Almanya, neden böylesi büyük şiddet eylemlerinin içinde yer alıyor?

Bu, elbette ki Almanlara içkin ırkçı gelenekten kaynaklanmıyor. Bu durum, daha çok, 1871’de Alman İmparatorluğu’nun kurulmasının ardından, devletin ‘geri kalmış’ Alman toplumunu modernize etme ve dünyada önde gelen bir rol oynama arzusundan ileri geliyor. Hem Herero Soykırımı hem de Holokost, anti-semitizm gibi diğer etmenlerin dışında, Fransa veya Büyük Britanya gibi diğer Avrupalı güçlerle yarışabilmek adına düzenli ve etkin bir ekonomik sistem yaratma mantığından ileri gelir. I. Dünya Savaşı’ndaki yenilginin ardından, bu arzu iyice yoğunlaştı ve bu arzunun tatmin olmamasının suçu günah keçilerine atıldı. Özellikle Almanya’nın Doğu Avrupa’yı işgal ve fetih politikası, bu yönde bir amaçla, bölgeyi günah keçilerinden temizlemek ve ırksal anlamda yeniden düzenlemek adına atılan adımlardı. Bunun dışında, Ermeni Soykırımı’nda Almanya’nın ne kadar aktif bir rol oynadığı ise halen tartışma konusu. En azından, Almanya’nın Ermenilere yönelen şiddeti görmezden geldiği çok açık, çünkü Osmanlı’ya bir müttefik olarak ihtiyacı vardı. Ayrıca, Jön Türklerin toplumu homojenize ederek modernize etme girişimine sempatiyle baktığını da söylemek mümkün.

Bahsettiğiniz yok etme mantığı uyarınca, Ermeni Soykırımı’yla Holokost’u karşılaştırmak mümkün mü?

Tüm soykırım vakaları, ortak davranışlar ve özellikler içerir ve karşılaştırılabilirler, hatta karşılaştırılmalılar. Karşılaştırma olmaksızın, soykırımların kendine özgü tarihsel örneklerinin benzerliklerini veya farklılıklarını anlayamayız. Ermeni Soykırımı ve Holokost’ta, Herero Soykırımı ve II. Dünya Savaşı’ndaki Slavların durumundan farklı olarak, şiddet ‘iç düşmanlar’a yönelir. Ayrıca Ermeni Soykırımı ve Holokost’ta, şiddet, büyük bir savaşın şartları geçerliyken uygulanır. Bu da, azınlıkları dışardaki düşmanla ittifak halindeki iç düşman olarak kodlayan ideolojik suçlamayı meşru kılar. Fakat her iki vakada da, farklı siyasi atmosfer ve ideolojik meşrulaştırma yöntemleri vardır.

Merkezi politikanın dışında, iç düşman olarak kodlama ve yok etme mantığının uygulanması sivillere ne kadar ihtiyaç duyar?

Ermeni Soykırımı ve Holokost gibi suçlarda, kurbanlar, toplumun içinde yaşadıkları ve onların yok edilmelerinden toplumun geriye kalan doğrudan veya dolaylı olarak fayda sağladıkları için, geriye kalan sivil nüfus genelde girişilen adaletsizliğin farkındadır. Şiddetin boyutunu ve bunun en radikal sonucu olan binlerce insan öldürülmesinin detaylarına tam olarak vakıf olamayabilirler. Fakat yine de, insanlığın tüm ilkelerine karşı işlenen bir suçun toplumun önemli bir kesiminin, özellikle de elitlerinin katılımı veya en azından kabullenmesi olmadan vuku bulması imkânsızdır.

Sizce Almanya, kendi kanlı geçmişiyle yüzleşti mi?

Almanya, Holokost’taki tarihi suçunu ve sorumluluğunu görece büyük ölçüde kabul etti. Hatta bundan dolayı uluslararası çevrelerce takdir edildi. Fakat mesele, Almanya’nın kolonyal suçlarına geldiğinde, bunları kabul etmekte zorluklar yaşanıyor. 2004’te dönemin Alman hükümeti, Bakan Heidemarie Wieczorek-Zeul’un şahsında, 1904-1908 yılları arasındaki suçlar için Namibya’dan resmi olarak özür diledi ve işlenen suçun bugün soykırım olarak adlandırılacağını kabul etti. Alman sivil toplumunun bir kısmı, daha resmi bir kabul, özür ve Namibya’daki kurbanların torunlarına tazminat ödenmesi için baskı yapmayı sürdürüyor, fakat bu daha gerçekleşmiş değil. Yine de, bu meselenin açıkça tartışılan bir konu olduğunu ve toplumun giderek sayısı artan bir kesiminin geçmişteki hatalarla yüzleşmek için baskısını sürdürdüğünü söyleyebilirim.

Ermeni Soykırımı söz konusu olduğunda, Almanya süregelen inkâra karşı ‘tarafsız’ pozisyonunu sürdürmeye çalışıyor. Ermeni Soykırımı, Almanya için geçmişle yüzleşmenin neresinde?

Herero Soykırımı’nda olduğu gibi, Ermeni Soykırımı’nda da Alman hükümeti, Holokost’tan önceki herhangi bir soykırımı kabul etmek konusunda oldukça isteksiz. Bu, bir yanıyla, Holokost’u göreceleştirme korkusundan, bir yanıyla da Almanya’da yaşayan büyük Türk azınlığı yabancılaştırmama isteğinden kaynaklanıyor. Bana göre, Almanya, Ermeni Soykırımı sırasında Alman ordusunun davranışlarının sorumluluğunu almalı. Tıpkı Herero Soykırımı’ndaki sorumluluğuyla yüzleşmeye çalıştığı gibi…

Kategoriler

Dosya Orta Sayfa



Yazar Hakkında

1986 doğumlu. İnsan hakları, güncel politika ve tarih haberleri yapıyor.