SALT Beyoğlu’nda, Lübnanlı sanatçı Akram Zaatari’nin kapsamlı bir sergisi açıldı. Sergi, sanatçının 1998’den bugüne dek ürettiği video, fotoğraf ve yerleştirme işlerinden bir seçkiyi bir araya getiriyor. Mimar ve sanatçı Pınar Öğrenci, galerinin üç katına yayılan ve her katta farklı bir tema üzerine yoğunlaşan sergiyi Agos için yazdı.
Zaatari ile ilgili yazma cesaretini göstermemin sebebi, bir mimar ve restorasyon uzmanı olarak işlerine duyduğum yakınlık ve doğup büyüdüğü topraklarla kurduğu insani ilişkinin beni derinden etkilemiş olmasıdır. Bu yazıya ilham vererek düşüncelerimi harekete geçiren ‘Beirut Exploded Views’ (Beyrut Parçalı Görüntüler, 2014) videosundan başlayarak izlenimlerimi aktarmak istiyorum.
Beyrut Parçalı Görüntüler
Üçüncü katta yer alan ‘Beirut Exploded Views’ (Beyrut Parçalı Görüntüler, 2014) videosu inşaatı yarım kalmış bir grup boş mekanda çekilmiş. Mekanlar arasındaki boşluklar ve çekim açıları bize bu mekanların bitirilmemiş bir takım yapılara ait olduğu izlenimini verse de, videonun sonunda yukarıya doğru yükselen kameradan gördüğümüz kuşbakışı manzarada, söz konusu mekanların adeta bir film seti için inşa edilmiş küçük yapı parçacıkları olduğunu görürüz. Videonun tamamı erkeklerden oluşan kahramanları, bu boş mekanlarda amaçsızca vakit geçirip, ellerindeki cep telefonlarıyla zaman doldururken, kamyonetler yanaşır, iskeleler indirilir ancak ortada devam eden bir inşaat yok gibidir.
Zaatari’nin 2014 tarihli bu işi, Doğu coğrafyasında zaman ve mekan kavramı üzerine düşünmeye şevkediyor. Hiçbir işlevi olmayan mekanlar ile amaçsızsa doldurulan ‘yoksun’ boş zamanlar arasına sessizce sinmiş, ‘doğuya özgü’ bir zaman-mekan ilişkisi görüyoruz. Günlük yaşamın idari örgütlenmesinin batıdakine göre daha az düzenlenmiş, kurallara bağlanmamış olduğu Doğu toplumlarında, ‘zaman’ tamamen farklı bir kavramdır. Zaatari’nin videosunda ‘zaman’ cep telefonları sayesinde ‘şarj’ edilirken, teknoloji ve beden mekansallaşır. Kamusal alandaki boş mekanlara atılmış yer yatakları, bir iş yapacakmış gibi duran ama yapmayan inşaat işçileri, esrarlı bir biçimde ortaya çıkan ve avarelik eden polisler, kamusal ile özel, emek ile boş zaman kavramları arasındaki sınırların eriyip gittiği tanımsız bir hikaye oluşturur. İşlevsiz mekanlar içinde hareket eden ve sadece telefonla konuşan bedenler, bir tür bağımsız koreografi oluşturarak teatralleşir. Kaderine terkedilmiş mekanların parçalı görüntüsü, tarihi boyunca birçok siyasi ve askeri çatışma yaşayan Beyrut’un yakın tarihindeki savaşların, inşa edilmeye çalışılan barış ve bölüntüye uğrayan kimliklerin aynası gibidir adeta. Karakterler ve mekan gibi zamanın da muğlak olduğu video, insan rüyasını gerçekleştirme aracı olarak teknolojiyi ön plana çıkarırken, geleceğin iletişimsiz insan profili hakkında ipuçları verir.
Boş zaman ve teknoloji
Beden ve poz verme eylemleri üzerinde biçimlenen 3. katta ‘boş zaman’ kavramı işlerin alt teması olarak göze çarpıyor. ‘Beirut Exploded Views’ videosunda telefon ve müzik ilişkisi, ‘Dans to the End of Love’ (Aşkın Sonuna Kadar Dans, 2011) adlı dört kanallı video yerleştirmesinde yerini internet ortamına bırakır. Videolarda boş zamanı belirleyen etkenler ‘teknoloji’ ve ‘izleme’dir. İnsanlar vakitlerini cep telefonlarıyla internete bağlanarak, müzik dinleyerek, oyun oynayarak geçirebildikleri gibi yine telefonunu da içeren kamera teknolojileri sayesinde araba yarışları, vücut geliştirme, şarkı söyleme vb. gibi boş zaman eylemlerini Youtube’a yüklemektedir. Bu anlamıyla internet ortamı bir tür güncel hafıza deposudur. Sanatçı ‘kaydetme’ ve ‘seyretme’ eyleminin sadece tarihsel verileri ve kendi belgeselci kaydetme pratiği ile değil aynı zamanda sıradan insanların güncel kaydetme biçimleri ile de ilgilenir. Halk arasında en yaygın kaydetme ve hobi aracı olan fotoğraf makinesi bugün artık yerini video özelliği de içeren cep telefonlarına bırakmıştır. İnternet ve sosyal paylaşım siteleri, sosyal hayattaki ‘an’ların eşzamanlı olarak paylaşılabildiği kolektif bir izleme ve izlenme durumu yaratmaktadır. Basılı gazetelerin azaldığı, portre fotoğrafının yerini ‘selfie’nin aldığı bir çağda, bireyler adeta birer gazeteci, muhabir ya da gezgin gibi günlük deneyimlerini naklen paylaşabilmekte; ‘kaydetme’ eylemi, mesleki uzmanlıktan bağımsız bir güncel pratik haline dönüşmektedir. Bu noktada ‘teknoloji’, sonsuz sayıda görüntünün kaydedilmesi ve çoğaltılarak paylaşılması için çok sayıda izleme imkanı yaratır. Zaatari’nin ‘Dans to the End of Love’ işi, bu çoklu ortamı dört kanallı video ile anlatırken yine arşivsel malzemeden yola çıkar: Bu defa arşiv ortamı internet ve üreticiler sokakta hergün karşılaştığımız sıradan insanlardır.
Kuşaklar arası ilişki ve Stüdyo Şehrazad
Zaatari, Arab Image Foundation’ın (AIF) kuruluşunda yer almış ve Beyrut’taki eski bir fotoğraf stüdyosu olan Stüdyo Şehrazad’ın arşivini bu kuruma kazandırmıştır. Zaatari’nin işlerinin önemli bir kısmına temel oluşturan Stüdyo Şehrazad Arşivi ve fotoğrafçılık, serginin 2. katının belirleyici teması. ‘Studio Shehrazade – Reception Space’ (Stüdyo Şehrazad – Giriş, 2006), siyah fon üzerine basılmış üç büyük fotoğraftan oluşuyor. Şehrazad Stüdyosu’nda çekilen bu fotoğraflarda, masanın üzerinde ve dolapların içinde karmakarışık bir şekilde duran alet edevat ve çalışma malzemesi, onu takip eden diğer işlerde düzene sokulup kategorize ediliyor. Zaatari’nin sanatında, fotoğraf üretim araçlarının, hem fotoğrafın kendisi gibi arşivlenip düzenlendiğini, hem de yine fotoğrafın kendisi gibi bağlamından koparılarak dönüştürüldüğünü görüyoruz. Çeşitli kayıt cihazları, mikrofon, kamera, kablo, kaset, kalem vb. gibi türlü malzeme, Zaatari’nin işlerinin ayrılmaz bir parçası olarak tekrar tekrar ortaya çıkarken, O’nun dokunuşuyla adeta yeniden varolarak bir hazır nesne estetiği oluşturuyor. Masamızın üzerinde duranlar, elimizin altındaki araç ve gereçler bizim portremizi oluştururlar. Salt’ın 2. katındaki işler iyi incelenirse, hem Stüdyo Şehrazad ve Madani, hem de Zaatari’nin sanatçı ve arşivci portresinin ipuçları ile dolu olduğu kolaylıkla görülebilir.
‘Endnote’ videosunda, Stüdyo Şehrazad’ın kurucusu fotoğrafçı Hashem el-Madani ve Akram Zaatari, stüdyo Şehrazad’da yan yana oturarak birlikte bir bilgisayar ekranına bakarlar. Ne seyrettiklerini görmeyiz, sanki hiç bitmeyecekmiş gibidir izledikleri... İki meslektaş; biri fotoğrafçılığa yıllarını vermiş, arşivini yıllarca korumuş diğeri ise ilkinin yıllarca biriktirdiği arşivi derleyip toparlamış, onların bilgisini oluşturmuş bir belgeselci ve sanatçı. Birinin üzerinde gömlek, kravat gibi klasik kıyafetler varken genç olanı, Zaatari, kapşonlu bir t-shört giymiş; çocuk gibi ve hala ustasından birşeyler öğrenmeye hazır adeta... Fonda yine Arap müziğinin olduğu videoda hareket eden tek şey, iki meslekdaşın arkasında yanıp sönen, uzayıp kısalan, renkten renge giren ‘ışık’. Fotoğrafın ana malzemesi olan ‘ışık’, aynı zamanda işlerinin temel motiflerinden biri olan ‘zaman’ mefhumunun tanımlayıcısı. Biz bu iki farklı jenerasyonu birlikte yan yana oturmuş izlerken, onlar da yüzlerindeki hafif tebessümle sanki fotoğrafı çekilen insanları, bizi, dünyayı izliyor gibiler... Tek bir sahne üzerine kurulmuş olan ‘Endnote’, iddiasız gibi görünse de fotoğraf, video, hareketli, hareketsiz imge ve seyretme üzerine uzun uzun düşünmeye şevkeden bir yapıt. Zaatari ‘Endnote’ videosunu, bütün işlerinin kaynağı olan fotoğraf medyumunun hareketsiz bir karesi gibi tek bir imge üzerine kurarak, hem fotoğrafçılık mesleğine hem de Madani’ye karşı bir saygı duruşu sergiliyor.
Tekrar eden imgeler: Zaatari, eldivenli eller, mektup, arabalar ve televizyon
Sergi birbirini takip eden mükerrer imgelerin parıltısı ile yüklü. Zaatari’nin kendisi birçok işinde farklı şekillerde görünüyor. ‘Endnote’ta ustasıyla bilgisayar ekranını izleyen Zaatari, ‘Untitled’da (İsimsiz, 2010) süresi geçmiş bir 8 mm. filmle deneme çekimleri yapan Madani’yi çalışırken izlemekte ve onu kaydetmektedir. ‘On Photography, People and Modern Times’, ‘Letter to a Refusing Pilot’ videolarında Zaatari’nin portresi olmasa da eldivenle kaplı elleri devreye girer. Bir araya getiren, birleştiren, tasnif eden, iş yapan ‘eller’ ve onları saran, arşivsel malzemeyi dış dünyanın zararlarından korumak, zarar vermemek üzere giyilmiş ‘eldiven’. Videoların birçoğunda göze parçan ‘eldiven’, Zaatari’nin, bir bilim adamı titizliği ile çalışma prensibini gözler önüne serer. Israrla tekrarlanan el imgesi, el ve el emeğinin teknoloji ve endüstriyel üretim tarafından ortadan kaldırılışına karşı bir duruş simgeler.
Bir iletişim aracı olarak ‘mektup’, Zaatari’nin kullandığı sembollerden biridir. ‘Letter to a Refusing Pilot’ (Reddeden Pilota Mektup, 2013) savaş sırasında sanatçının babasının kurucusu olduğu erkek okulunu bombalamaktan vazgeçen pilota yazılmış bir ‘mektup’ niteliğindedir. Salt’ın 1. Katında sergilenen ‘Letter to Samir’ (Samir’e Mektup, 2009) ve ‘Letter for a Time of Peace’ (Barış Zamanı İçin Mektup, 2007) işlerinde ise, 1991’de savaşın bitimine yakın bir dönemde, Lübnan’lı komünist bir direnişçi olan Ali Hashisso’nun, sığındığı evin sahiplerine yazdığı mektubu, bir top mermisinin içine gizleyerek bahçeye gömmesini konu alır. Zaatari, yine 1.kattaki, dOCUMENTA 13 için gerçekleştirdiği Time Capsule (Zaman Kapsulü, 2012) işinde, kurucularından olduğu Arab Image Foundation’ın koleksiyonunu radikal bir şekilde koruma içgüdüsüyle yola çıkar ve arşivi sembolik olarak beton ve demirden oluşan bir strüktürün içine gömer. Ali Hashisso’nun bahçeye gömdüğü mermi kovanı ve mektup gibi Zaatari’de demir ve betondan oluşan strüktürün içine fotoğraf arşivini gömer. Toprağın altı geçmişten kalan türlü arkeolojik nesneyi sakladığı gibi, geleceğe gönderilen umut ve arzuları da saklayan güvenli bir alandır.
A Photographer’s Window (Bir Fotoğrafçının Penceresi, 2013) işinde, Stüdyo Şehrazad – Giriş’de çekilen üçlü fotoğrafta gördüğümüz, adeta fotoğraf içindeki diğer fotoğraflardan biri gibi duran pencere ve pencereden görünen arabalar, bu defa hareketli görüntüye dönüşür. Yine benzer şekilde televizyon ve bilgisayar ekranı Zaatari’nin birçok işinde seyretme aracı olarak tekrar tekrar karşımıza çıkar. Pencere, sokak görüntüsü için bir çerçeve oluştururken televizyon ya da bilgisayar ekranı, kaydedilen imgeyi çerçeve içine alır. Yukarıda da değindiğim noktaya geri dönersek, fotoğraf ve videonun üretim süreci, kamera, mikrofon, kaset gibi üretim sürecinde kullanılan araç ve gereçler ve üretilen görüntünün gösterilme ve izlenme biçimlerini etkileyen tv ya da bilgisayar ekranı gibi her türlü ‘çerçeve’, Zaatari’nin sanatının vazgeçilmez elemanlarıdır. İkinci katta yer alan ‘On Photography, People and Modern Times’ (Fotoğraf, İnsanlar ve Modern Zamanlar Üzerine, 2010) isimli iki kanallı video, sözkonusu ilişkileri içeren kapsamlı bir görsel dil üzerine kurulmuştur.
Koruma, arşivcilik ve savaş
Serginin 1. katı arkeoloji temasını işliyor. Bu kattaki izlenimlerim, Zaatari’nin bütün eserlerine sızmış olan merak etme, kazıma, araştırma, ortaya çıkarma gibi eylemlerin kaynağını özetliyor. Zaatari fotoğraf, video ve her türlü arşivsel malzemeye bir arkeolog gibi yaklaşıyor. ‘Letter to a refusing Pilot’ videosunda okulu bombalamaktan son anda vazgeçen pilotun dediği gibi: ‘Bir şehri inşa etmek, bir hedefi bombalamaktan çok daha uzun sürer’. Benzer bir cümleyi tetiği çekmekle fotoğraf çekmek arasındaki paralellikten yola çıkarak şöyle de kurabiliriz: ‘Bir fotoğraf arşivini oluşturmak, bir fotoğrafı çekmekten daha uzun sürer’. Arşivler bizi hem geçmişe hem de geleceğe bağlayan bir tutkal gibidir. Zaatari, saklama ve korumaya ilişkin kaygıların hayatı ve aşkı sürdürme arzusundan kaynaklandığını söylüyor. Kaygı duygusu ise güvensiz ve tedirgin edici ortamlarda daha rahat gelişir. Zaatari’nin ortaya çıkarma, koruma, arşivleme ile ilgili dürtüsünün temel kaynağının çocukluk dönemini etkilemiş olan iç savaşlar olduğunu düşünüyorum. Arşivsel fotoğrafların üzerindeki hasarların bir katman olarak korunması, toprağın altına gömülen mermi ve içindeki mektubun gün ışığına çıkarılması, fotoğraf arşivinin toprağın altına simgesel olarak gömülmesi, fotoğraf sahipleriyle yapılan röportajlar, bir savaş pilotunun anlık bir kararla okulu bombalamaktan vazgeçmesi gibi ortaya çıkarma ve korumaya ilişkin bütün temalar, ilkgençlik yılları savaşla yoğrulmuş bir sanatçının yaşadığı coğrafya üzerinden ‘zaman’ ve ‘mekan’a dair düştüğü kayıtlardır.
Sergideki bütün izlenimleri biraraya getirip birleştirdiğimizde Zaatari’nin bütün profili tecessüm eder: İç savaşın gölgesinde geçmiş bir çocukluk, doğup büyüdüğü toprakları seven bir adam, mimar, bilim adamı titizliğinde bir araştırmacı, belgeselci ve kendisinden sonra gelen kuşakları etkilemiş öncü bir sanatçı. Salt Beyoğlu’ndaki sergi 15 Şubat’a kadar izlenebilir.