Alman Dış İstihbarat Teşkilatı BND’nin Türkiye’yi yıllarca izlediği ve dinlediğinin ortaya çıkması MİT-BND işbirliğini de gündeme getirdi. Alman Sol Parti Federal Meclis Grubu üyelerinin, BND-MİT işbirliğine dair sunduğu soru önergeyi Alman Sol Parti (Die Linke) Federal Meclis Grubu ve Meclis Içişleri Komisyonu Üyesi Ulla Jelpke ile konuştuk.
Alman Der Spiegel dergisinin dört ay önce ortaya çıkardığı ve Alman Dış İstihbarat Teşkilatı BND’nin Türkiye’yi ‘Aydınlatılması Gereken Ülke’ olarak niteleyip, yıllarca izlediği ve dinlediğini ortaya çıkaran belgeler kamuoyunda geniş yankı bulmuştu. Belgeler, Amerikan Ulusal Güvenlık Dairesi (NSA) eski çalışanı Edward Snowden’ın elindeki 1,7 milyon döküman içinden seçilip, Der Spiegel tarafından haberleştirilmişti. Dinleme olayı, Almanya-Türkiye arasındaki bir başka ilişkiyi, MİT-BND işbirliğini de gündeme getirdi. Alman Sol Parti Federal Meclis Grubu üyeleri, dinleme skandalı vesilesi ile BND-MİT işbirliğine dair de bir soru önergesi sundu. Önergeye Federal Hükümet karşılık verdi. Ama birçok soru cevapsız kaldı. Türkiye-Almanya ilişkileri açısından önem taşıyan önerge hakkında, Alman Sol Parti (Die Linke) Federal Meclis Grubu ve Meclis Içişleri Komisyonu Üyesi Ulla Jelpke ile konuştuk.
BND’nin Türkiye’yi dinlemesi ve bununla bağlantılı Almanya’daki faaliyetleri konusunda önerge verdiniz. Önergede BND’nin Türkiye’yi niye dinlediği, kimleri takibe aldığı ve ne tür faaliyetler yürüttüğünü de sordunuz. Federal Hükümet ne yanıt verdi?
Federal Hükümet, bu konudaki bütün sorularımızı, ‘devletin selameti’ gerekçesiyle yanıtlamayı reddediyor. Kendi parlamenterinin sorularını cevaplamakla devletin güvenliğinin tehlikeye gireceğini söylüyor. Biliyorsunuz normalde ‘çok gizli’ diye niteler, ama biz miletvekili olarak okuyup, bilgi alabiliriz. Ama bu kez buna bile izin yok. Neymiş, “dış politikada kalıcı zarar oluşabilir”miş. Hükümet, devletin güvenliği gerekçesinin arkasına saklanıyor.
BND’nin Türkiye’yi dinlemesine ilişkin başka önergeler de verdiniz, ama bu önergenizde BND-MİT ilişkileri ön planda. Öncelikle “BND’nin Türkiye’deki faaliyetleri MİT ya da Türk hükümeti tarafından biliniyor muydu?” diye soruyorsunuz. Yanıt verilmediğini söylediniz ama kullanılan dile bakıldığında sizce biliyorlar mıydı?
Bence MİT bir çok konuda bilgi sahibiydi. Bu, aynı Merkel’in cep telefonunun NSA tarafından dinlendiğini öğrenmesi gibi. Merkel de NSA’in Almanya’da faaliyet yürüttüğünü biliyordu, ama kendi cep telefonunun dinlendiğini tahmin etmemişti muhtemelen. Türkiye de BND’nin Türkiye’de faaliyet yürüttüğünü biliyordu kuşkusuz, belki kapsamını kestirememişti. Aslında geçmişte öyle olaylar var ki, MİT’in BND tarafından takibe alındığını bilmemesini imkansız kılıyor. Mesela 1978’de Frankfurt’ta Avrupa Demokratik Ülkücü Türk Federasyonu kurulurken Alman birimlerinden destek aldıkları dikkat çekiyor. Sonrasında ‘Türk Enstitüsü’ diye fiktif bir kurum üzerinden ilişkiler kurulmuş, onun üzerinden hem MİT hem de BND için çalışan ikili ajanlar kullanılmış. Bu olaylar Türkiye’nin de gözünden kaçmış olamaz. Sonra ikili çalışan bu muhbirlerden birinin olayı da (Musa Serdar Ç.) zaten 1981’deki Papa suikastı nedeniyle gün ışığına çıktı. Ayrıca MİT’in de, BND’nin Türkiye’yi yakın takibe aldığını bildiğine işaret eden çok sayıda ipucu var. Bu nedenle Türkiye dinlendiğini bilmiyordu denemez. Sonra AKP’ye yakın gazetelerden birinde, bir köşe yazarı MİT ajanlarının DHKP-C’ye sızdığı ve bunlardan birinin (Alaattin A.) Almanya’da BND için de muhbirlik yaptığını yazdı. Türkiye’de haberi yapılıyor, ama Almanya’da hükümet bilgi vermeye yanaşmıyor.
Sözünü ettiğiniz bazı olaylar çok eski. Neden bu olaylarla ilgili bilgiler sizin için önemli?
BND-MİT ortaklığının ne kadar eski olduğunu ve süreklilik arzettiğini göstermek için önemli, bu konuları aydınlatmak. Bir de sözünü ettiğim olaylar artık kaynağı ve kişileri belli, somut olaylar. BND’nin 1970’lerin sonundan itibaren ülkücülerin Almanya’ya yerleşmesinde destek olduğunu görüyoruz. Kağıt üzerinde varolan ‘Türk Enstitüsü’ diye bir kurumda çalışıyor diye gösterip, MİT muhbirlerine, ajanlarına oturma ve çalışma izni çıkartılmış, sırf onları Almanya’da BND için de kullanabilmek için. Ama Türk Enstitüsü diye bir enstitü gerçekte hiç varolmamış, kağıt üzerinde göstermişler. Bence bu eski işbirlikleri günümüzde de neler yapıldığını anlamak için çok önemli. Bundan dolayı yakın geçmişten bir örneği de önergeye aldık. Bu da DHKP-C içindeki bir muhbirin (Alaatin A.), MİT tarafından 600 bin euro para verilerek Almanya’ya gönderildiği olay. O kişi de BND tarafından çifte ajan olarak kullanılmış. Yani BND de DHKP-C içine muhbirler sokmuş. Bütün bu olayları önergeye alıp, süreklilik arzettiğine dikkat çekmek istedim.
Alman hükümeti, Türkiye’deki insan hakları ihlallerinden, derin devlet tartışmalarına bir çok konuda Ankara’ya eleştiri getiriyor. Buna rağmen MİT ile neden bu kadar sıkı bir işbirliği var?
Bu soru çok önemli, çünkü ondan yola çıkıldığında Almanya neden Türkiye gibi antidemokratik uygulamaların yaygın olduğu, özellikle bu üzerinde konuştuğumuz yıllarda işkencenin polisin kullandığı en yaygın ifade alma yöntemi olduğu bir ülkenin suçunu örtüyor, diye de sormak gerekiyor. O yıllarda özellikle solculara karşı açılan davaları, tutuklamaları hatırlayalım. BND, böylesi bir sistemi olan devletin suçunu niye örtüyor? Aslında bunu Suriye’den de biliyoruz. BND uzun süre Suriye istihbaratıyla da birlikte çalıştı. Günümüzde durum değişmiştir, biliyorsunuz Esad’ı ‘düşman’ ilan ettik. Gerçi son okuduğuma göre, artık amaç Esad’ın gitmesi de değilmiş, savaşın bitirilmesiymiş, ama tekrar konumuza dönecek olursak, BND böylesi antidemokratik ülkelerle hep çalıştı demek istiyorum. Bu arada önergeye verilen yanıtlardan da öğreniyoruz ki Türkiye’nin ‘Aydınlatılması Gereken Ülke’ ilan edilmesi sürecinde BND, Federal Emniyet Dairesi, Federal Dışişleri Bakanlığı, İçişleri ve Savunma Bakanlığı ve Ekonomi Bakanlığı ile birlikte karar almış, yani Türkiye‘ye dair bilgi alma, dinleme isteğinin ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor.
“Almanya neden Türkiye gibi anti demokratik uygulamaların yaygın olduğu, özellikle bu üzerinde konuştuğumuz yıllarda işkencenin polisin kullandığı en yaygın ifade alma yöntemi olduğu bir ülkenin suçunu örtüyor, diye de sormak gerekiyor. O yıllarda özellikle solculara karşı açılan davaları, tutuklamaları hatırlayalım. BND, böylesi bir sistemi olan devletin suçunu niye örtüyor?”
BND, MİT ile yoğun işbirliği yapıyor dediniz. Almanya’nın bundan çıkarı ne?
Türkiye ile Almanya arasında yoğun bir ekonomik işbirliği var ve bu ilişkilerin artarak sürmesi isteniyor. Sonra Türkiye’deki siyasi çatışmaların buraya taşınması söz konusu. Geçmişte MHP ile solcu gruplar arasındaki çatışmaları hatırlayalım; 1970’li, 80’li yılları. Burada cinayetler işlendiğini de hatırlıyorum. Almanya bu gruplar hakkında bilgi almak istiyor tabii ki. Düşünsenize BND’nin sorumluluk alanı olmamasına rağmen, Türkiye’de aktif olan bu grupların yapılanmalarıyla ilgili bilgi almak için Almanya içinde de faaliyet yürütmüş. Belli ki bu yüzden bana da bilgi verilmiyor.
Sıkça ülkücülerin faaliyetini örnek verdiniz. Sizce tehlikeliler mi?
Kesinlikle evet. Ülkücülerin, Alman faşistlerle beraber olup, buradaki gösterilere saldırdıklarını ben bizzat yaşadım. Ben ülkücüleri faşist diye niteliyorum. Türkiye’de de neler yaptıklarını çok iyi biliyorum. Kesinlikle tehlikeliler.
Az önce de söylediniz; Federal Meclis’e sunduğunuz önergede DHKP-C içindeki bir MİT muhbirden söz ediyorsunuz. BND bu kişiyi niye devraldı?
Anlaşılan, BND bilgi alacağını düşündü. Sözünü ettiğimiz Alaattin A., BND ile bir taahhütname de imzalamış. Düşünün, Alman Dış İstihbaratı BND, Almanya içinde de faaliyete geçerek, MİT’in adamı olan bu kişiyi, büyük ihtimalle “Bilgi değiş tokuşunda da kullanırım” gerekçesiyle işe alıyor. Ben, BND’nin bu kişiyi sadece kendisi için değil, DHKP-C’ye karşı Türkiye’de yürütülen mücadelede de kullanılmak üzere, bilgi aktarmak için kullanmak üzere devraldığını düşünüyorum. Biliyorsunuz, DHKP-C, AB’nin terör örgütleri listesinde yer alıyor. Bu da iki ülke istihbaratının ortak çalışmasına gerekçe gösteriliyor.
İyi de Alaattin A., Almanya’da bir terör örgütünün üyesi (DHKP-C) olmaktan yargılandı ve BND’ye de muhbirlik yapmasına rağmen mahkum edildi?
Mahkum edildi ama hafif ceza aldı. Tecilli hapis cezası, o da 2 yıl. Hakimler, Alaattin A.’nin cezasında, BND ile 134 kez görüşmesini ve bunu kanıtlarıyla ortaya koymasını hafifletici sebep olarak gördü. Kısaca söylemek gerekirse, hiç cezaevine girmedi, yanlış hatırlamıyorsam kararı 10 bin euro para cezasına çevrildi. İşte BND bu kişileri alıp, kullanıyor, ama adım gibi eminim, ele geçirdiği bilgileri, en azından bazılarını MİT ile de paylaşmıştır.
Alaattin A., hâlâ Almanya’da mı?
Hiç bir fikrim yok.
İstihbarat birimlerinin denetiminden sorumlu hükümet organları, BND’nin Türkiye’deki faaliyetleri ya da MİT ile ortak çalışmaları konusunda hiç bilgilendirilmiş mi?
BND’nin Türkiye’yi, ‘Aydınlatılması gereken ülke’ ilan edip, takibe başlamasını Federal Hükümet istediğine ve yukarıda adını saydığım bakanlıkların da bu işten haberi olduğuna göre, Federal Hükümet istihbarattan sorumlu organları bu konuda da bilgilendirmiştir. Önergeye verilen yanıtta pek bir bilgi yok, ama en azından bu nokta belirtiliyor. Ancak bilemediğim, Federal Parlamento’nun istihbarattan sorumlu kontrol komisyonunun, bu konuda bilgilendirilip bilgilendirilmediği. Önergemize verilen cevaptan sonra atacağım ilk adım onu sormak olacak. Ancak sorumlu komisyonda üye olmadığım için orada da sorularıma yanıt alabileceğimi sanmıyorum. Artık söz konusu komisyonlarda görevli olan arkadaşlarımız iz sürmeye devam edecek. Benim bu yönde yapabileceğim pek de bir şey kalmıyor.
Önergenize güvenlik gerekçesiyle hemen hemen hiç yanıt verilmemesini nasıl yorumluyorsunuz? Bundan ne anlamalı?
Federal Hükümet, uzun uzun cümlerle bize güvenlik gerekçesiyle yanıt veremeyeceğini anlatmış. Bunu 5-6 kez de tekrar etmiş. Yani bazı konuların aydınlatılması, soruların yanıtlanması, anlaşılan güvenlikten daha önemli. Tamamen gizliliğe sığınılıyor. İçerik açısından tek bir yanıt yok.
Bu tavır durumu daha da şüpheli hale getir miyor mu?
Kesinlikle, bana göre bu, yönelttiğimiz sorulara dolaylı şekilde evet demektir. Hükümet, “O konuda birşeyler var, ama Almanya’nın güvenliği nedeniyle bilgi veremeyiz” demiş oluyor. İlginçtir, tek bir soruda da itiraz veya red görmüyoruz. Aksine defalarca “güvenlik, güvenlik” deniliyor. Bu nedenle de peşini bırakmamak gerektiğine inanıyorum. Takip etmek lazım, ama bir şeye ulaşacağımızdan emin değilim. İstihbarat teşkilatlarının kontrol edilemiyor olması, tamamen gizli çalışabilmeleri, faaliyetlerini yaparken hukuku çiğnemeleri, hukuk devleti ilkelerine uymamaları, bir de hangi temelde bilgi alışverişinde bulundukları şüpheli. Bu yönü de yanıtsız kalıyor. Sorduğum sorular karşısında aldığım tepkiye bakılırsa hedefi tam 12’den vurmuşum.
Fritz Klein Bey ve Şarkiyat İstihbarat Teşkilatı (NfO)
Geçen yaz Almanya Dış İstihbarat Teşkilatı BND’nin Türkiye’yi izlediği, bir çok üst düzey bakanı dinlediği, hatta muhtemelen Türkiye’de saha çalışması da yaptığını belgeleyen dökümanlar kamuoyuna yansıdı. Bir çok uzman, Spiegel’in ortaya çıkardığı bu belgelere Ankara’dan yeterince tepki gelmediğini söyleyerek, bunun nedeninin iki ülke istihbaratı arasındaki onlarca yıldır süren gizli işbirlikleri olduğunu ileri sürdü.
Bir serginin hatırlattıkları
Almanya’da ekim sonunda açılan ve 25 Ocak 2015’e kadar devam edecek bir sergi, iki ülke istihbaratları arasındaki işbirliğinin aslında çok daha eski olduğunu ortaya koyuyor. ‘Playing Lawrence On The Other Side-Klein Harekatı ve 1.Dünya Savaşı’nda Alman-Osmanlı İttifakı’ adlı sergide, Alman yüzbaşı Fritz Klein’in öyküsü üzerinden 100 yıl önceki Osmanlı-Alman gizli işbirliğine de değiniliyor. 700 metrekare alanda 500’e yakın obje, döküman, günlük ve görsel, tarihin bu pek de öne çıkmayan bölümüne ışık tutuyor. Wesel kentindeki Prusya Müzesi’nde (Preußen-Museum) süren sergi, ilk kez milyonların topluca savaşa sokulduğu, endüstriyel ve kimyasal silahların kullanıldığı insanlık tarihinin bu en kanlı, en acımasız savaşının bir bölümünü Osmanlı-Almanya ilişkileri üzerinden anlatıyor.
Sergiye adını veren Fritz Klein, 1912-13 yılları arasında Almanya’nın Pers Askeri Ateşesi olarak görev yapar. Yüzbaşı Klein, biraz Farça da bilir. Bu sayede 1.Dünya Savaşı başladığında Berlin tarafından özel bir misyon yürütmek üzere temaslarda bulunması için İstanbul’a gönderilir. Kasım 1914’te İstanbul’da dönemin İstanbul Büyükelçisi Baron Wangenheim, İran Büyükelçisi Hilmin Paşa ve daha sonra Irak Genel Komutanı ve Basra Valisi olarak atanacak olan Süleyman Askeri Bey ile görüşür. Osmanlı ile yürütülecek ‘Klein Özel Harekâtı’nın detaylarının masaya yatırıldığı bu buluşmada Fritz Klein’ın Osmanlı ordusuna alınmasına karar verilir. Geleneğe uygun şekilde rütbe atlatılan Alman yüzbaşı, Osmanlı ordusunda Binbaşı Fritz Klein Bey olarak göreve başlar. Fritz Klein Bey’in emrine Sudanlı Muhammed adında bir hizmetkâr ile 15 Arnavut askeri bulunan Teğmen İsmail Hakkı Bey verilir. Ekibe katılan bir sonraki Alman, Magrip’ten 14 savaş esirini tarafsız Romanya üzerinden ‘gezici sirk’ kılıfı altında Osmanlı başkentine getirmeyi başaran bir başka Alman subay Edgar Stern olur. Stern, Fritz Klein Bey’e yaver atanır.
Klein ve ekibi, kısa zamanda Halep’e hareket eder. Grup, burada Alman arkeologların, işadamlarının, mühendislerin ve çoğu Türk ve Mısırlı olan personelin katılımıyla 69 kişi olur. Ocak 1915’te Klein,ekibinden bir grubu yanına alarak Kerbela’ya gider ve oradaki Şii liderleri ikna edip, İngiliz, Fransız ve Ruslara karşı fetva çıkartarak kendi yanlarına çekmeye çalışır. Şii liderler, İngiliz- Rus işgalindeki Şiileri kurtarmak hedefi ile Almanlara yaklaşır. Osmanlı’yı baskıcı bulduklarını beyan etseler de Almanların verdiği maddi yardımlar ile ikna edilirler ve fetva çıkar. Klein bu fetvayı daha sonra Irak ve Basra’da sıkça amaçlarına hizmet edecek şekilde kullanacaktır. Ancak Klein’ın, bağlı bulunduğu Irak Genel Komutanı ve Basra Valisi Süleyman Askeri Bey’den bağımsız yürüttüğü bazı icraatlar, hem Osmanlı’da hem de Alman yöneticilerinde rahatsızlık yaratır. Hem Şii aşiretlerle ilişkiler hem de asıl hedef olan İngilizlerin elindeki petrol boru hatlarının sabote edilmesi, İngiliz ve Rus işgalindeki müslümanları ‘cihata teşvik etmek’ Osmanlı’nın sorumluluğundadır. Bu nedenle Bağdat Valisi Süleyman Askeri Bey, Fritz Klein Bey’i kontrol edebilme amacı ile menzil müfettişi olarak yanına alır ve ona Osmanlı’nın Irak’taki birliklerinin komutanlarından biri olarak başka alanlarda görev verir. Artık Klein, Irak’taki birliklerin sivil ve askeri ihtiyaçlarının karşılanmasından, sağlık kontrolleri ve tedavilerinin koordinasyonuna, beslenmelerinden, Bağdat Ekspresi ve gemilerin yapımından, kömür ocaklarının işletilmesine, salgın hastalıklarla mücadeleden sorumlu olur.
Nisan 1915 harekâtı
1915 Mart/Nisan aylarına gelindiğinde Fritz Klein Bey, yine üstlerinden habersiz harekata girişir ve Arap aşiretlerinin de desteği ile Karun nehri yakınlarından ilerleyen eski Osmanlı generallerinden Dağıstanlı Muhammed Fazıl Paşa’nın da desteği ile defalarca bölgedeki İngiliz petrol boru hattına bombalı saldırılar düzenler. Alman bankası Deutsche Bank’ın uzmanları, o zamanlar 370 bin Alman Markı harcanarak itilaf devletlerine karşı gizli mücadeleye gönderilen Fritz Klein Bey’in misyonuna karşılık, boru hatlarına düzenlenen saldırılarla İngilizlerin 12 milyon Alman markı zarara uğratıldığını rapor ederler.
Varlığı tartışmalı gizli misyonlarla Fas’tan Hindistan’a gönderilen Alman asker, diplomat, istihbaratçı ve işadamlarının misyonu Fritz Klein Bey’inki ile sınırlı değildir. Onun gibi mesela Afganistan’a Oskar Ritter von Niedermayer, Etiyopya’ya Leo Frobenius, Fas’a Mannesmann’ın kurucularından Alfred Mannesmann’ın gönderildiği belgelerde yer almaktadır.
Yanlarına asker, etnolog, işadamı, sanatçı da verilerek, düşmanların elindeki coğrafyalara tehlikeli görevler için askerler gönderilirken, buna parallel olarak bir de özel teşkilat kurulur; Kısaca ‘NfO’ diye anılan Şarkiyat İstihbarat Teşkilatı. Alman diplomat, oriyentalist ve Osmanlı uzmanı Max von Oppenheim’ın öncülüğünde 1914’te Alman ordusu ve dışişlerine bağlı bir birim olarak Berlin’de kurulan Şarkiyat İstihbarat Teşkilatı kısa sürede İstanbul’da da bir şube açar. Max von Oppenheim, Osmanlı ve Almanya’nın düşmanları Fransa, İngiltere ve Rusya’nın işgal ettiği topraklarda yürütülecek gizli propaganda ve istihbarat faaliyetleri ile müslümanların cihada kışkırtılabileceğine ve başarılı ayaklanmalar ile düşmanın zayıflatılabileceğine inanmaktadır.
25 Ekim 1915’te, Ermeni Soykırımı’nı ilk başlarda görmezden gelen, ancak kısa sürede bunun acımasız bir etnik temizlik oluduğuna inanıp, durumu hem Berlin’e rapor eden ve arıca sıkca Osmanlı Sarayı’nın kapısını da aşındıran İstanbul Büyükelçisi Baron Hans von Wangenheim ölür. Onun yerine NfO’nun kurucusu Max von Oppenheim İstanbul’a büyükelçi atanır.
Onun da atanması ile kurucusu olduğu, Osmanlı istihbaratı ile yakın işbirliği içinde çalışan NfO, kısa sürede çok sayıda Türk personel ve çevirmen de işe alır. Sayısız kitap, mecmua ve propaganda malzemesi de yayınlayan bu birim, Teşkilatı Mahsusa ile birlikte Fransız, İngiliz ve Rus işgalindeki bölgelerde Osmanlı’ya bağlılığı, Almanya’ya sempatiyi arttırmak amaçlı propaganda faaliyeti yürütür. İstanbul’dan Berlin’e gelen raporları ve mektupları denetler. Ayrıca açıklamalarında kullanılan dili, mütefik Osmanlı’nın ‘hassasiyetlerini’ de dikkate alarak düzeltir. Savaş sonunda dağılan NfO, Türkiye-Almanya ilişkileri açısından günümüze kadar etkisini sürdürecektir.
Wesel’deki, 1.Dünya Savaşı’nda Alman-Osmanlı İttifakı’nı anlatan sergiyi hazırlayan Prusya Müzesi Direktörü Dr. Veit Veltzke, belgelere göre Almanya ile müttefiki Osmanlı İmparatorluğu’nun Ortadoğu’da farklı hedefler güttüğünü ve bunun da yapısal problemler yaratıp, savaşın kaybedenleri olmalarına sürüklediğini anlatıyor. Alman Dışişleri Bakanlığı Arşivi’ndeki özel belgeleri, özel koleksiyonları, Fritz Klein’ın savaş günlüklerini, yaveri ve daha sonra gazeteci olarak çalışacak Edgar Stern’in notlarını, 10’ncu yüzyıldan günümüze Osmanlı ve İran el yazmalarını, Osmanlı-Alman anlaşmalarını ve daha bir çok dökümanı titizlikle inceleyen Dr.Veltzke, Ortadoğu’nun 1.Dünya Savaşı sırasında ‘yan cephe’ olarak kullanıldığını söylüyor.
‘Arabistanlı Lawrence’
Almanların ‘Arabistanlı Lawrence’ı Fritz Klein Bey’e gelince...İran’ın batısındaki Karun nehri yakınlarından geçen İngiliz boru hattına düzenlenen saldırılar ve İngilizlerin petrol ticaretine vurulan darbe, Müntefik Arapları ile kurulan yakın işbirliği, Şamar Araplarının lideri Şeyh Bedir Bey ile kan kardeşliği, 1917/18 yılında Mareşal von Falkenhayn’ın emrindeki Yıldırım Alayı’nın Müntefik Arapları komutanı Acemi Paşa öncülüğünde İngilizlere karşı düzenlenen ayaklanma Fritz Klein Bey ve ekibinin hanesine yazılıyor. Bu çabalarla İngiliz ve Rusların bölgede frenlendiği vurgulanıyor.
1 Ağustos 1915’te Fritz Klein Osmanlı ordusundan ayrılır ve merkezi Kermanşah’ta bulunan, ‘6. Mezopotamya Irak ve İran Osmanlı Gücü’ne bağlı, Prusyalı Türk Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa’nın ermine verilir. Fritz Klein, burada aşiretlerin, Pers jandarma ve askeri birliklerinin güçlenmesinde çalışır. Şubat 1916’da, 8150 askerin bulunduğu düzensiz ordusunda en iyilerin 850 Türk askeri olduğunu günlüğüne not eder. Bu orduyla Rusların Irak’ta önünü keser. Ancak 20 bin askerli Rus ordusu karşısında daha fazla direnemez ve geri çekilirler. Klein, ülkesine geri dönmek için yola çıkar ve ancak 1916 Nisan ayında Halep yakınlarına geldiğinde Ermeni katliamının dehşet verici izleri, açlık nedeniyle yaşanan ölümle ve bir Ermeni toplama kampıyla yüzleşir. Savaş anılarında şimdiye kadar gördüğü hiçbir savaşın karşılaştığı bu korkunç manzarayla karşılaştırılamayacağını yazar. Savaştan sonra Klein, emperyalizmin en büyük eleştirmenlerinden biri olur ve Doğu ile Batı’nın farklılıklarına ragmen bir orta yolda bulunabileceğine, birinin diğerinin yerine kendini koyarak ‘yaratıcı hoşgörü’ noktasında birleşilebileceğine dair bir felsefe geliştirir. Yaveri Stern de aynı yolda ilerler ve 2.Dünya Savaşı sırasında nazilerden kaçarak 1.Dünya Savaşı’nda mücadele ettiği İngiltere’ye sığınır ve hayatı boyunca yüzünü Türkiye’ye döner.