NAZAR BÜYÜM

Nazar Büyüm

DÖNÜP BAKTIĞIMDA 

Meşhur İnsanlar Fotoğrafhanesi

Geçen hafta Ara Güler’i görmeye gittim. Beklediğimden, hatta umduğumdan daha iyi buldum onu. Ara üstüne bir belgesel hazırlayanlar film çekmeye gelmişler, çevresinde pervane insanlar, o ise böyle şeylere alışkın, asla kayıtsız değil, gözleri etrafta fotoğraf arar gibi fır fır, öylece konuştuk.

 Ara Güler’i ilk 1966’da tanıdım. Kendisi de fotoğrafçı olan Bebo tanıştırmıştı. Sonra Eczacıbaşı İlaç Fabrikası’nda çalışmaya başladım, Levent’te. Sık sık Şakir Eczacıbaşı’nı ziyarete gelirdi, o sırada görüşür konuşurduk. Biz tabldota talim ederken bu ikisi cızbız köfte yerlerdi. Şakir Eczacıbaşı fotoğrafa da düşkündü. 

Ara Güler ve Şakir Eczacıbaşı’yla ilgili çok bilinen bir anekdot var.

Birbirlerinin portresini çekmeye karar verirler. Fotoğraflar basılıp geldiğinde, kimin portresi daha iyi, bakarlar. Şakir’in çektiği Ara portresi daha iyidir. Ara fotoğraflara bakar bakar, “Şakir, gördün nasıl durulur?” der... Müthiş!

1990’lı yıllardı. Ara Güler bir projesini getirdi. 10 büyük edebiyatçıyı, sanatçıyı kendi çektiği fotoğraflarla bir araya getiren, onları yazılarla da anlatan/tanıtan büyük boy bir kitap: Bir Ömür Böyle Geçti Kalanlara Selam Olsun. İçinde Halikarnas Balıkçısı’ndan Orhan Kemal’e, Aliye Berger’den Orhan Veli’ye, Sabahattin Eyuboğlu’na ‘zamanımızın on kahramanı’nın bulunduğu muhteşem bir kitap. Her biri için Ara bir giriş yazmış, ısrarımla, o insanları yakından tanıyan başka edebiyatçıların, sanatçıların anılarına, tanıtım yazılarına yer vermiştik. Kitapta Ara’nın naklettiği Orhan Kemal’in bir sözü aklımda: “Adamakıllı bir resmimi çek, ulan. Geberip gideceğiz.”

Sonraları ben Ara’ya bir öneri götürdüm. “Ara, senin fotoğraflarından en beğendiklerini, şöyle 80-100 kadarını büyük boy bir kitapta toplayalım. Kitapta yer alacak fotoğrafları sen seç.” “Tamam,” dedi Ara. “Ama fotoğrafları sen seçeceksin. Sekiz yüz bin kadar diyapozitif var...”

Sonunda şöyle anlaştık. Ara 1000-2000  kadar kendisi seçecek, sonra birlikte son seçimi yapacağız.

Seçti getirdi, muhteşem fotoğraflar, seçmesi güç. Birkaç gün/hafta çalıştık, kitabın iskeleti ortaya çıktı. 

“Ara,” dedim, “bunların hepsi sümüklü çocuk, beli bükük yaşlı, perişan işçi-balıkçı fotoğrafı. Türkiye bu mu allasen? Şöyle biraz çağdaş, ilerlemeyi gösteren birkaç fotoğraf?..”  Çıktı gitti, çağdaş, ilerlediğimizi gösteren fotoğraf çekmeye. Birkaç gün sonra yeni fotoğraflarla geldi. İçlerinden birinin öyküsünü de anlattı:

“Ulan, ne yapayım? Halkalı’ya gittim, orda Toplu Konut’un yaptığı muazzam bloklar var, 10-20 katlı, onları çekmeye. Binalar kocaman, iyi, lakin yollar toprak. Bir de yaşlı bir kadın geçiyor, çarşaflı. Aman iyi, dedim, ama bekliyorum, bir de havadan bir uçak geçsin...”

Kitabı yaptık yayımladık, Türkçe ve İngilizce. Yaşar Kemal uzun, güzel bir önsöz yazdı. Kapağında Ara’nın 1964’te çektiği Bodrumlu bir balıkçı portresi. Adını Cevat Çapan koydu: Yüzlerinde Yeryüzü/All The World in Their Faces.

Kapağında bir portre olan siyah/beyaz bir fotoğraf kitabını Bonn’da kitapçıda görmüş, vurulmuştum. Adı, galiba, Was Ist Der Mensch idi. Kapakta yüzü çorak toprak gibi binbir derin yarıkla Alberto Giacometti vardı. Kıt, ne kıtı, yok parama kıyıp almıştım. Londra’ya dönüşte Tate Gallery’de Giacometti sergisi vardı. Sergi muhteşemdi. Aynı yıl Jean Genet’nin “Giacometti’nin Atölyesi” başlıklı bir yazısını görmüş, Türkçe’ye çevirmiştim. Yeni Dergi’de yayımlandı.

Yazıda Genet, Giametti’nin atelyesinde gördüğü bir resmi de anlatıyordu. Beyaz fonlu bir tuvaldi anlattığı, tuvalın alt köşesinde bir insan figürü vardı. “Bembeyaz boşluk insanı mı eziyor, yoksa bu küçücük insan o boşluğa meydan mı okuyor,” diye yazmıştı Genet.

Ara’nın fotoğrafları iki boyutlu değil, üç boyutludur. Yok hayır, altı boyutludur.

Diyelim, balıkçılar...Silüetleri ağlar arasında birer gölge, hava kapalı, deniz civa dökülmüş gibi. Geride şehir...Ya da duvar dibine çömelmiş üç yaşlı. Fotoğrafa bakar, baktığınızı gözlerinizle görürsünüz. Ama o fotoğrafta o insanların düşünceleri vardır, bunu da görürsünüz. İçtikleri tütünün dumanında onların hayat yükünü görürsünüz. O insanların ne yaşadıklarını omuzlarının duruşundan anlarsınız. Bir bütün Anadolu’nun o insanlarla temsil edilen manzarası çıkar karşınıza. Fotoğrafa dokunur, insan seslerini duyar, onların yorgun kokularını alırsınız; yaşantılarıının yavan tadı dilinize gelir. Bir şey daha olur siz fotoğrafa bakarken: Sizin dışınızda bir başka dünyanın varlığını hissedersiniz. Ve bütün bunların icmali olarak hayata bakmayı, insanı tanımayı öğrenirsiniz...

Eremya Çelebi Kömürciyan 17. yy’da ne idiyse bugün Ara Güler de o. Bir vakanüvis. Zaman(lar)ımızın tanığı...

Ara’nın bir fotoğrafı var ki, aklımdan çıkmaz.

Ağrı Dağı. Gecenin laciverdinde kendinden emin, bembeyaz, pırıl pırıl yanıyor. Beride, fotoğrafın eteklerinde, dağdan uzak, alçak, muhtemelen toprak bir yapı. Pencerelerinde ışık var, solgun, sarı bir ışık. Jean Genet’nin Giacometti atölyesinde gördüğüne benzer bir manzara: O yalçın, görkemli dağ, cüssesiyle bu biçare, kerpiç evi eziyor mu, yoksa bu yapı, penceresinden sızan cılız ışıkla, pırıl pırıl dağa meydan mı okuyor...

Nazım Hikmet  Eylül 1940’ta Çankırı Hapishanesi’nden karısı Piraye’ye yazdığı bir mektupta, “Meşhur Adamlar Ansiklopedisi ismiyle...” bir yazıya başladığını söyler. Sonradan adını Memleketimden İnsan Manzaraları olarak değiştireceği o büyük, eşsiz destandan ilk söz edişidir bu. Bu ‘ansiklopedi’deki meşhur adamlar kimlerdir?

Bunu Nazım’ın o olağanüstü destanından, özetini o ünlü şiirinden öğreniriz:

            “Onlar ki toprakta karınca

                  suda balık

                           havada kuş kadar

                                    çokturlar,

         korkak

                  cesur

                           cahil

                                    hakim

                                             ve çocukturlar

         ve kahreden

                  ve yaratan ki onlardır,

         destanımızda yalnız onların maceraları vardır.”

Ara Güler dünyadan ve Türkiye’den ‘meşhur’ pek çok insanın portresini, o olağanüstü portreleri geleceğe taşıdı. Picasso’nun, Dali’nin, Kemal Tahir’in, Orhan Kemal’in, Sait Faik’in, daha nicelerinin anlam yüklü, az bulunur güzellikte portreleri... Ama asıl, benim gözümde Ara, Nazım’ın sözünü ettiği insanların, o insanların ‘maceraları’nın, durumlarının fotoğrafçısıdır. O insanlardır asıl Ara’nın meşhurları.

O nedenledir ki işte, bu yazının başlığı...

Merhaba Ara.