Hrant Dink Vakfı, 22-23 Kasım’da Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde, ‘Mühürlü Kapı: Türkiye-Ermenistan Sınırının Geleceği’ adlı bir konferans düzenledi. Türkiye ve yurtdışından siyasetçi, akademisyen, aktivist ve araştırmacılar, iki gün boyunca, sınırı, sosyal, ekonomik, tarihsel ve güncel bağlamlarıyla tartıştılar. Bu konferansın başlıca konusu olan sınırı, hem siyasi hem de toplumsal açıdan tartışan katılımcılarla konuştuk.
MARAL DİNK
maraldink@gmail.com
LORA SARI
lorasari@agos.com.tr
FOTOĞRAFLAR • EREN AYTUĞ
Türkiye-Ermenistan sınırı, 1993 yılında Karabağ savaşı öne sürülerek Türkiye tarafından kapatıldı. Bu ‘mühürlü kapı’nın ne Türkiye’ye, ne Ermenistan’a, ne de iki halkın ilişkilerine yararı var. Öte yandan, Karabağ sorunu dolayısıyla Azerbaycan’ın sınır meselesine dahil olması, sınırın kısa vadede açılmasının hiç de kolay olmadığını gösteriyor. Üstelik 2015’te soykırımın yüzüncü yıldönümü nedeniyle gerilmesi muhtemel olan ilişkilerin ve Türkiye’de yapılacak olan genel seçimin sınırın açılma ihtimalini daha da zorlaştıracağı tahmin ediliyor.
Tüm bu olumsuzluklara karşın, sınırın kapalı kalmasının hiçbir rasyonel açıklaması olmadığı da açık. İki ülke halkları arasında bu mühürlü kapının artık açılması gerektiğine inanan hiç de azımsanmayacak bir kitle var. Hal böyleyken, devletler arasında sıkışmış ilişkileri yumuşatabilmek için halk diplomasisine her zamankinden daha çok ihtiyaç var. Hrant Dink Vakfı’nın düzenlediği konferans da, bu yönde atılan çok önemli ve teşvik edici bir adım olarak, Hrant Dink’in o çok isabetli tanımıyla ‘İki Yakın Halk, İki Uzak Komşu‘ arasındaki buzların çözülmesine katkıda bulundu.
Sınır en çok bölge halkına kapalı
Sınır konferansının dikkat çeken konularının başında, şüphesiz, sınırda yaşayanların hikâyeleri geliyordu. Kars, Iğdır, Ardahan’da yaşayanlarla, Ermenistan’ın sınır köylüleri, çoğunlukla sınırın açılmasını istiyor. İki tarafın farklı çekinceleri var, yine iki taraflı bir merak ve özlem var. Iğdır Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Araştırma Görevlisi Özlem Şendeniz’in Iğdır’da, araştırmacı Sayat Tekir’in ise Ermenistan sınır köylerinde yaptıkları saha çalışmaları, sınır insanlarının birbirlerini algılayış biçimlerine ışık tutuyor. Şendeniz ve Tekir’le yaptığımız görüşmelerin ardından söylediklerini, onların ağzından aktarıyoruz.
‘Kürtler ve Azeriler farklı düşünüyor’
Özlem Şendeniz:
Iğdır’da yaşayan 17 kişiyle uzun mülakatlar yaparak geride kalan halkın Ermeni ve Ermenistan algılarının oluşum sürecini inceledim. Iğdır’da 20.yy’ın başında Rus işgalinden önce Ermeniler, Azeriler, Yezidi Kürtler ve Müslüman Kürtler yaşıyordu. Şimdi sadece Azeriler ve Müslüman Kürtler kalmış. Peki bu insanların gittiği yerler nasıl dolduruldu? Kimlik inşası sürecinde insanlar ulus devletle bir pazarlığa oturuyor. Azeriler arasında ‘Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlıyız, Türk’üz’ söylemi yüksek. Iğdır, Türk tezinin ilk ve son kalesi. Halkın belleğini canlı tutmak için anıtlar var. Azeriler kendi ölülerinin daha fazla olduğunu söyleyerek karşı duruyorlar. Öte yandan, Kürt hareketiyle birlikte Kürtlerin devleti sorgulaması, dolayısıyla resmi tezi sorgulamaları var. Ermeni hattı üzerinde böylece iki farklı görüş oluşuyor. Ararat örneği var. Azeri biri Ağrı der, Kürt’e sorduğunuzda karşısında Azeri varsa Ararat der. Ben komşuluğun üzerinde durmaya çalıştım. Dedesinin Ermeniler tarafından öldürüldüğünü söyleyen bir Azeri, babasının ise bir Ermeni evine sığınmasını anlatıyor. Acılar da, özlemler de iç içe.
‘Sınırların aslında sanal’
Sayat Tekir:
Ermenistan tarafında kalan Yervandaşad ve Bagaran sınıra en yakın iki köy. Özellikle Bagaran köyü ile, Türkiye tarafındaki sınıra en yakın Halkışla köyü iç içe, sadece Arpaçay ayırıyor. Sınıra gidince, sınırların ne kadar sanal olduğunu görebiliyoruz. Orada yaşayanlara sınırda yaşama halini, nereden geldiklerini sordum. Bir sürü göç hikâyesi duydum. Çoğunun kökeni Türkiye. Eski Bagaran, sınırın Türkiye tarafında. Köylüler, sınır çizildikten sonra Ermenistan tarafına kaçıyorlar, oradan Yerevan’a yerleştiriliyorlar. Kendi tabirleriyle buraya pek uyum sağlayamıyorlar, Yerevan’dan tekrar Arpaçay’ın kenarına geliyorlar – tabii bu sefer sınırın Ermenistan tarafına – ve şimdiki Bagaran’ı kuruyorlar. Mistik anlatılar ve sınır geçme hikâyeleri dinledim. Örneğin, ölüm döşeğindeki annesi kendi köyünün suyunu istedi diye sınırı geçen biri var. Eski Bagaran’ın suyunun şifalı olduğuna inanıyorlar.
Karabağ’da gidişat kaygı uyandırıyor
Konferansın ilk gününde ele alınan en önemli meselelerden biri Karabağ sorunuydu. Karabağ, Türkiye-Ermenistan sınırının açılmasının önündeki en önemli engellerden biri. Güney Kafkasya Bölgesi Uzmanı Thomas de Waal, Karabağ’daki son gelişmeleri ele alırken, Karabağ’da barış ihtimalinin yakın olmadığının altını çizdi ve bölgenin geleceğine dair kötümser bir tablo sundu. Öte yandan, Kafkasya Medya Enstitüsü kurucusu, gazeteci Vicken Cheterian da, Karabağ’da ikinci bir savaş çıkması riskinin yüksek olduğunu yine de, Türkiye’nin, eğer isterse, böylesine büyük bir krizin önleyicisi olabilme şansının olduğunu söyledi. Cheterian, Türkiye ve Ermenistan arasındaki, geçmişten gelen yükün, bu şansın değerlendirilmesinin önüne geçtiğini belirtti.
Sizce bu konferans hangi açılardan önem taşıyor?
Entelektüel düzeyden pratik alana kadar geniş bir skalada Türkiye-Ermenistan ilişkilerini ve sınır meselesini tartıştık. Sembolik olarak da önemliydi; Türkiye’nin başkentinde ve bir devlet kurumu olan Ankara Üniversitesi’nde yapılması önem arz ediyordu. Güvenlik yoktu, herhangi bir protesto yoktu. Bu da artık bu meseleyi konuşmanın Türkiye’de normalleştiğine dair bir işaret olarak okunabilir.
Sunumunuzda, Karabağ meselesiyle ilgili karamsar bir tablo çizdiniz…
Karabağ meselesi, Sovyet döneminin sonundan beri, en eski ve en tehlikeli mesele. Ateşkes hattı üzerinde artan askerileşme, on binlerce asker, uçaklar, helikopterler, tansiyonun hep yüksek olduğunu gösteriyor. Bu hattın Avrupa’da en çok askerileşmiş bölgelerden biri olduğunu söyleyebiliriz. Askerileşmenin artması gerilimi yükseltiyor. Uluslararası bağlamda da tablo parlak değil; Rusya ve ABD’nin yüz yüze gelmesi, meselenin çözümü için karamsar olmamıza sebep oluyor.
Geçtiğimiz günlerde, Azerbaycan’ın Ermenistan helikopterini düşürmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Azerbaycan ateşkes hattı olarak belirlenen bölgeyi tanımıyor. Dünyaya ‘bu geçici bir ateşkes hattıdır’ demek için, zaman zaman bu hattı ihlal ediyor. Hat ihlalleri de genelde Azerbaycan’dan geliyor. Periyodik olarak, Ermenistan tarafı da karşı bir hamle yapıyor. Temmuz ayında, aynı anda üç Ermeni birimi hattı geçerek üç farklı noktada saldırı gerçekleştirdi. Akabinde, yaz boyu o bölgede ciddi çatışmalar oldu. Son olayı da bu çerçeveye oturttuğumuzda, Azerbaycan’ın, bu olayların intikamını almak için bir süredir beklediğini düşünüyorum.
Fransa’nın son dönem, meseleye müdahil olma çabalarını nasıl yorumluyorsunuz?
Fransa zaten, Minsk grubundaki üç ülkeden biri olarak 1998’den beri işin içinde. Bazen, ABD, bazen Rusya, bazen de Fransa öne çıkıyor. Fransa’nın girişimini değerli ve pozitif buluyorum, özellikle ABD ve Rusya’nın karşı karşıya geldiği durumlarda.
Türkiye-Ermenistan sınırının açılması Karabağ meselesine nasıl bağlanıyor?
Türkiye-Ermenistan ilişkileri, Ermenistan-Azerbaycan ilişkilerine bağlı. Çözümü zor bir mesele, çözümü çok daha zor bir soruna bağlı. Azerbaycan’ın Türkiye üzerinde etkisi çok büyük ve özellikle 2009’dan beri bu etki günden güne artmakta. Azerbaycan, Karabağ sorununda bir ilerleme olmadan sınırın açılmasını utanç verici olarak değerlendiriyor. Bence tek yol, görünen sahnenin arkasında sessiz bir diplomasi yürütmek. Azerbaycan’ın da, sınırın açılmasından pozitif bir çıkarı olmasını sağlamak gerekiyor. Sembolik bir şey de olabilir. Öte yandan, politikacıların, özellikle 2015’in yaklaşmasıyla sınırın açılmasıyla ilgili olarak daha muhafazakar bir tutum içinde olacaklarını tahmin ediyorum.
‘Türkiye savaş riskini ortadan kaldırabilir’ Vicken Cheterian:
Türkiye-Ermenistan sınırının, Karabağ sorunu çözülmedikçe açılmayacağı genel kanaat. Siz ne diyorsunuz?
Karabağ, sınırın kapalı oluşunun ve diplomatik ilişkilerin olmayışının sadece bir parçası. Bu iki ülke arasında geçmişten gelen bir yük var. Sınırlar, soykırımı tanımak... Bunlar kaçamayacağımız sorular. Türkiye, Karabağ sorununun çözümünde olumlu bir etkisi ve rolü olmasını istiyorsa, bölgeye, Azerilere ve Ermenilere yardım etmek istiyorsa politikasını ve tavrını değiştirmeli. Şu an taraflı bir politika yürütüyor. Tek taraflı bir hikâyeyi benimseyerek, diğer tarafı hiçe sayıyor. Ermenistan’la ilişki dahi kurmuyor. Çünkü bana kalırsa, ikinci bir Karabağ savaşı riski oldukça gerçek ve Türkiye bu riski ortadan kaldırabilecek adımlar atabilir.
Yakın gelecekte Türkiye’nin tavrını değiştirme ihtimali nedir sizce?
2008’de Davutoğlu zamanında Ankara Ermenistan’la diplomatik ilişkiler yürüttü. Bu dönemde başka bir çözüm, başka bir politika üretilebilmesi için teşebbüslerde bulunuldu. Sanıyorum, Ankara sürecin devamında yeterince ısrarlı olmadı. Aynı zamanda Bakü tarafından da bir baskı vardı. Böylelikle vazgeçildi, şansımızı kaybettik. Bu büyük bir hataydı. Tabii ki, Aliyev hükümetinin buna karşı çıkacağı belliydi. Artık güvenli bir Güney Kafkasya kurmanın yollarını düşünmek gerekiyor. Ortalıkta zaten yeterince çatışma var: Rusya Gürcistan arasındaki ilişki berbat, Kuzey Kafkasya istikrarlı değil, Ukrayna’da, Orta Asya’da, Ortadoğu’da savaş var. Yani burada olumlu bir adım atarak sadece Güney Kafkasya’da hayatlar kurtulmaz, aynı zamanda diğerlerine de olumlu bir görüntü, bir barış mesajı verilir. Şu anda süreç donuk. Belki 2015’te yeni diplomatik girişimler olur, belki Ankara bir şeyler yapar. Fakat şu anda bu gelişmelere yönelik bir işaret de göremiyorum.
Karabağ’da ikinci bir savaş ihtimalinden söz ettiniz. Azerbaycan’ın Ermenistan helikopterini vurmasının ardından durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu yaşanan olaylardan sadece biri. Ağustos’ta üç gün süren bir çatışma oldu, her iki taraftan toplamda 20 kişi öldü. Öncesinde de, Nahçıvan’da Ermenistan sınırında çatışmalar olmuştu. Yani durum ciddi. Daha da ciddi olan ise, Azerbaycan’ın silah alımına devasa miktarlarda para yatırıyor olması. Ayrıca, Azerbaycan Ermenistan’ın Karabağ’ı vermemesi durumunda zorla alacaklarını söylüyor ve bu minvalde propaganda ve müzakereler yapıyor. Bu yapılanlar Azerbaycan’da bir kamuoyu yaratıyor; halk silah almak için milyarlarca dolar harcandığını görerek ‘Hani, nerede Karabağ?’ diye soruyor. Sonuçta propaganda çatışma için bir talep doğuruyor. Yani, helikopterin vurulması hemen bugün savaşa yol açmayacak olsa da silah satın alarak uzun vadede savaşa götürecek koşullar üretiliyor.
Rusya’nın helikopter vurma olayının arkasında olduğu da söyleniyor...
Rusya çatışmadan yarar sağlıyor ve güç dengelerini inşa ediyor. Azerbaycan’ın güçlenmesi durumunda, Ermenistan’a uçak veya füze veriyor. Ermenistan’dan bir şey istemesi durumunda da, Bakü’de bir basın toplantısı düzenliyor ve dört milyar dolar değerinde silah satacaklarını söylüyor. Ermenistan mesajı alıyor, Moskova’ya gidiyor ve ‘Avrupalılarla ilişkimizi kesmemizi, Gümrük Birliği’ne katılmamızı mı istiyorsunuz? Pekâlâ’ diyor. Rusya bir Yerevan’ın kulağını çekiyor, bir Bakü’nün. Azerbaycanlı liderler, Ermenilerin Rusya’yla ittifak kurduğunu, Rusya’nın kuklası olduğunu söylediklerinde, benim cevabım Azerbaycan’ın Ermenistan’ı bu yöne ittiği olur. Eğer Ermenistan’la bir sorununuz varsa, Yerevan’la konuşarak çözüm bulun. Eğer bir çözüm bulunmazsa, elbette Rusya veya İran, Türkiye, AB ve ABD bu çatışmaya müdahale edecektir.
Konuşmanızda Azerbaycan’ın Ermenilerin tarih anlatısını taklit ettiklerini söylediniz...
Azerbaycan, Haydar Aliyev zamanından beri, daha da güçlü bir şekilde, Ermenilerin kurban olmadığını, soykırım olmadığını, yalan söylediklerini, asıl soykırıma uğrayanların kendileri olduğunu söylüyor. Hocalı’yı öne sürerek –ki Hocalı savaş zamanında olan bir katliamdır soykırım değil– kendilerine bir soykırım hikâyesi kurguladılar. Bu Azerbaycan için de büyük bir tehlike arz ediyor çünkü böylece Karabağ sorununa çözüm bulmak daha da zor bir hal alacak.
Sınırdakiler cezalandırıldığını düşünüyor
Hrant Dink Vakfı, konferansın düzenlendiği tarihlerde, ‘Türkiye-Ermenistan Sınırının Sosyo-Ekonomik Etkileri’ adlı bir rapor yayımladı. Rapor, Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM) tarafından farklı sınır bölgeleriyle karşılaştırmalı bir ekonometrik analiz yapılarak, sınırın açılması durumunda bölgede istihdam, farklı sektörlerde yaşanacak gelişmeler ve sosyal yaşama etkileri araştırılarak hazırlandı. Çalışmanın, Sosyal Araştırmalar Merkezi (SAM) tarafından yürütülen kalitatif kısmında ise Kars, Iğdır ve Ardahan illerindeki odalar, yerel yönetimler, kalkınma ajansı temsilcileri, baro temsilcileri, akademisyenler ve sivil toplum kuruluşları da dahil 70 kişi ile derinlemesine görüşmeler yapılarak, sanayi ve hizmet sektörü, tarım-hayvancılık, sağlık, gençlik ve eğitim gibi alanlarda veriler toplandı. Kapalı sınırın bölge üzerindeki ekonomik ve sosyal etkilerini ölçmek, bölgede kaçırılan fırsatları görünür kılmak ve bölgenin geleceğine dair potansiyelleri ortaya çıkarmak amacıyla hazırlanan çalışmayı, konferansta Bahçeşehir Üniversitesi araştırma görevlisi Zümrüt İmamoğlu sundu. İmamoğlu’ndan raporu değerlendirmesini istedik.
‘Sınır sadece bize kapalı’
Sosyal araştırma bulgularına göre mevcut iktisadi durumun kötü olması ve bölgenin iktisaden Türkiye’nin en az gelişmiş bölgelerinden biri olmasında iki önemli faktör ön plana çıkıyor. Birincisi, tarım ve hayvancılığın modernize edilememiş olması, diğer ise kış koşulları ve diğer bölgelere uzaklığın rekabet gücünü azaltması sonucu tarım dışı sektörlerin gelişememesi. Ancak bölge halkı bu nedenlerin dışında siyasi geçmişi nedeniyle bölgenin bir nevi cezalandırıldığına, sınırın sadece kendilerine kapalı olduğuna, özellikle 1980 darbesi sonrası bölgenin durumunun kötüleştiğine inanıyor. Darbe sonrası göçün artması ve nüfus azalışı talep yetersizliğini de beraberinde getirmiş ve bölge ekonomisinin gelişmesini engellemiş.
Turizm ve satış sektörleri büyük ilerleme kaydeder
Bölgede göç sonucu etnik yapıda da değişimler olmuş. Kürt nüfus artarak Kars’ta en yoğun etnik grup haline gelmiş. Iğdır’da da nüfusun yaklaşık yarısını Kürt nüfus oluşturuyor. Kürtler bölgede sınır açılımını en fazla destekleyen etnik grup. Diğer gruplar arasından Azeriler ise en az destekleyen grup olarak ön plana çıkıyor. Bu açıdan Kars’ın sınır açılımına Iğdır’dan daha sıcak baktığı değerlendirmesi yapılabilir.
Yapılan derinlemesine görüşmeler bölge halkının çoğunlukla Ermenistan sınırının açılmasının iktisadi ve sosyal hayata olumlu etkileri olacağına inandıklarını gösteriyor. Açılıma karşı olanlar arasında dahi bu görüş yaygın. Sorunun halklar arasında değil devletler arasında olduğu ağırlıklı olarak dile getiriliyor. İktisadi etki açısından bölgedeki iş adamları sınır açılımını önemsiyor, yeni iş alanları için bir fırsat olarak görüyor. Turizm, otelcilik, nakliye, perakende ve toptan satış sektörleri sınırın açılmasından en fazla fayda sağlayacak sektörler arasında sayılabilir.
Sınır Kars’ı dünyadan ayırıyor
Sınır açılımının psikolojik etkileri de önemsenmeli. Sosyal araştırma kapsamında yapılan görüşmeler Ermenistan sınırının açılmasının sadece Ermenistan’la ilgili olmadığını, bölgedeki kapalılık algısını yıkma potansiyeli taşıdığını göstermekte. Bölge halkı kendini Batıdan uzak, Gürcistan-Trabzon -Erzurum- İran ticaret hattının ise kenarında ve dışlanmış hissediyor. Sınır, halkı için, bölgeyi Ermenistan’dan değil dış dünyadan ayırıyor. Sınırın açılması burayı Türkiye’nin bittiği yer olmaktan çıkarıp başladığı yer haline getirecek.
Sosyal araştırma bulguları bölgede sınır açılımı sonrası iktisadi ve sosyal gelişimi engelleyecek ciddi engeller olmadığını gösteriyor. Ancak bölgedeki Azeri nüfus için sınırın hangi koşullar altında açıldığı önem arz ediyor. Karabağ sorununun çözümü bunların başında geliyor. Diğer etnik gruplar devletin sınır açılımına yönelik bir adım atması durumunda bunu olumlu karşılayacaklar.