Paul Breman’ın anısına
1964 Aralık ayında Londra’dan Bonn’a gittim. İngiltere’de yarı-zamanlı öğrenciyim ama, pasaportta turist vizesi, en çok 6 ay kalabiliyorum, o süre dolmadan ülkeden çıkmak, bir süre dışarıda kalmak gerekiyor. Nereye gideyim derken, Kevork ve Vağarşak’la birlikte aynı evde kaldığımız Ganalı bir aile, Bonn’da arkadaşlarının olduğunu söylediler. Cebimde 25 İngiliz Lirası, Bonn’un yolunu tuttum.
Ganalı Felix dünya iyisi bir insandı. Bonn’da öğrenciydi. Pastor Dixon ve karısıyla tanıştırdı, beni konuk öğrenci olarak Evangelische Studenten Gemeinde adını taşıyan bir öğrenci yurduna yerleştirdiler.
Birkaç gün sonra bir akşam odamda kitap okurken kapı çalındı. Biri çok uzun boylu iki sarışın genç, İngilizce, “Siz Türk müsünüz?” diye sordular. Türkiye’de Ermeni, dışarıda Türk olmaya alıştığımdan, “Evet,” dedim. İngilizce konuşmayı sürdürerek, “Biz İstanbul’da yaşadık, Alman Lisesi’nde okuduk, Türkçe biliyoruz,” dediler. Michael Ziegel ve Hans Henning Heine ile öyle tanıştım. Michael’in babası İstanbul’da Dutch Chapel olarak bildiğimiz kilisenin rahibi, Henning’in babası Yeşilköy’de oturan bir işadamı idi. Birlikte kaldığımız kız-erkek karışık bir yurttu. Noel, Şubat faşing’i, çok eğlenceli birkaç ayı onlar sayesinde yaşadım.
Bu arada birkaç kez aç kaldığım oldu. Üniversitede 3 kap öğle yemeği 1 mark, sudan ucuz, ama para olmayınca ne su ne ekmek... Bir defasında 3 gün aç kaldım. Pastor evinde toplantıya çağırmıştı, gittiğimde pastalar falan; bunları yiyemem, 3 gündür ağzıma lokma koymadım, dedim. Dehşete düştüler, karısı ve Pastor, toplantı unutuldu, önce yağı alınmış bir bardak ılık süt, sonra yağsız şekersiz iki kurabiye, koca bir file dolusu yiyecekle söz verdirdiler, bir daha böyle olmaması için, yurdun yolunu tuttum.
Sonrasında 9 gün hamallık ettim, Savunma Bakanlığı’nı bir yerden bir yere taşıdık. O yıllarda Almanya’da hamal bulmak zor olmalı ki iyi para verdiler, bir-bir buçuk ay rahatladım. Benimle birlikte 30 kiloluk sandıkları yüklenenler arasında iki de Mısırlı öğrenci vardı. Bir akşam beni odalarına çağırdılar, birlikte Kahire radyosunda özel bir konseri dinledik saatlerce. Ümmü Gülsüm’ü o gece tanıdım, o gece aşık oldum.
Londra’ya dönme vakti gelince, Pastor’un Hıristiyan, inançlı iyi kadın timsali Alman karısı bana Londra’daki arkadaşlarının telefonunu verdi. Bunlar, Londra’ya yerleşmiş Hollandalı bir çiftti, Paul ve Wilhy Breman. Paul’ün British Museum karşısında eski kitap ve kartpostal satan bir dükkanı, o adreste yayıncılık eden bir şahıs şirketi vardı. Wilhy, dükkanda satılan suluboya kartpostalları da ustalıkla kopyalayan bir sanatçı ve balerindi. Hamstead’deki evlerine sık sık konuk oldum, beni beslediler.
Liseden başlayarak Afrika ve Siyahi Amerika şiirleriyle tanışmıştım. Sabri Altınel’den Leopold Seghar Senghor’u (sonradan Senegal cumhurbaşkanı) duymuş öğrenmiş, Langston Hughes’u okumuştum. Kübalı Jose Marti ile Nicholas Guillen’i biliyordum, Guillen’den çevirdiğim birkaç şiir Yeni Dergi’de yayımlanmıştı.
Paul, işte o şiirin, Afrika/Amerika siyahi şiirinin dünya üstündeki ilk düzenli yayımcısıydı. Bazıları ilk kez yayımlanan 30 kadar şairden seçtiği şiirleri, Heritage Black Poetry ana başlığı altında, 3-4 formalık, kalın gri kağıda basılı, son derecede zevkli kitaplar halinde yayımlıyor, o şairleri ve o şiirleri Avrupalı, Amerikalı okura tanıtıyordu. Paul’e benim de şiir yazdığımı söyledim, “Merak etme, geçer. Her erkek iki şeyi mutlaka yapar, bıyık bırakır ve şiir yazar,’ dedi.
Paul müthiş de bir müzik meraklısı ve bilginiydi. Hollanda’da daha öğrenciyken caz kulübü kurmuş, ardından siyahi müziğin peşine düşmüş, 1958’de Spirituals (siyahilere özgü, Mahalia Jackson’da sembolleşen ilahiler), 1961’de Blues (gene siyahilere özgü, Billy Holidey’le, Odetta’yla doruklara çıkan hüzün şarkıları) adlı kitapları yayımlanmıştı.
1960’lar. ABD’de, Afrika’nın hemen her ülkesinde, hele Güney Afrika’da ırkçılık almış başını gidiyor. Siyahileri Amerika’da beyaz çoğunluk eziyor, Afrika’da beyaz azınlık...
Yıllar sonra, 1974-75, o yıllarda bir kış, Paul ve yeni karısı Jill İstanbul’a geldiler. Jillian Norman Penguen yayınlarının editörlerindendi. Biz Çengelköy’de oturuyoruz. Bir akşam yemeğe çağırdık onları, Gönül’le Cevat Çapan’ı da. Kış kıyamet. Kar tipi... Keyifli bir akşam yaşadıktan sonra gidecekler, taksi yok, Çengelköy polis karakoluna sığındık. Çay kahve ikram ettiler, gecenin bir yarısında, taksi de buldular, yolcu ettik Breman’ları.
Paul, Penguen yayınlarında çıkan bir şiir derlemesini yanında getirmişti bana. Kitap You Better Believe It (İnansan İyi Edersin) adını taşıyordu, alt başlığı ise Black Verse in English (İngilizce Siyahi Şiir) idi. (Aynı yıl aynı adda bir başka derleme yayımlandı, editörü şair John Silkin’di. Kitapta tüm dünyadan seçilmiş, aralarında Nazım Hikmet’in de olduğu şairler yer alıyordu. Pek çok başka kitabım gibi bu iki kitabı da kaybetmiştim, bu yaz kızım Milena onları arayıp buldu, alıp getirdi.)
Milena bir de ‘akordeon’ dediğimiz biçimde basılmış (o zamana kadar haberim olmayan) broşürümsü bir yayın da getirdi, internette müzayededen satın almış benim için. Gene Paul Breman işi. O tarz yayınların üçüncüsü olduğunu kapağından öğrendiğim bu ‘kitap’ 1906 Washington D.C. doğumlu Afrika-Amerikalı Waring Cuney’i tanıtıyor, onun neredeyse Haiku tadında söylediği şiirlerden örnekler taşıyordu. Birkaçına bakalım:
Günaydın hüzün
Bu sabah uyandım
kederli ki ne keder
bir ağıt fısladı kulağıma
“Oğul halin benden beter.”
Nehre doğru
Nehre giderim belki
boğulup ölmek için
ama ıslaksa nehir
beklerim yaşlık geçsin.
Bazen
Bazen düşünür şaşarım
gerçekten öyle
başkaları da acep
şaşar mı böyle?
Fotoğraf
Öyle berbattı halim
bir fotoğraf çektirdim
şimdi hallice durum
benden iyi suretim.
Biftek sert
Nice sert olsa biftek
batır çatalı sosa
sosun varsa tabii ki
ve yanında bir biftek.
Anında
Şerifin bir copu var
tabancası şerifin
vurur seni kalırsan
kaçarsan vurur seni.
Bizim oralar
Göller yöresinin yeli
eser dondurur böyle
bende ince pardesü
kürklü insan kentinde.
Çocuk sesleri
Çocuklar oynarken bak
ilginç bir şey görürsün
hiç konuşmaz çocuklar
şarkı söyler sesleri.
Paul Breman’ı 29 Ekim 2008’de kaybettik.