İstanbul Ermeni Patrikliği, 1919’da Atatürk’ün başkanlık ettiği Erzurum Kongresi’nin de toplandığı, Erzurum’daki Sanasaryan Koleji’nin iadesi için Ankara’da mahkemeye başvurdu. Sanasaryan Vakfı yönetiminin İstanbul Ermeni Patrikliği'ne ait olduğunu belirten patrikhanenin avukatı Ali Elbeyoğlu,vakfın metruk olarak sayılabilmesi için Türkiye'de tek bir Ermeninin kalmamış olması gerektiğini savunuyor.
Ermeni Patriği Mesrob Mutafyan’ın rahatsızlığı nedeniyle fiilen Patrikhane’yi yöneten Başvekil Aram Ateşyan’ın Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne; tarihi Sanasaryan Han’ın iadesi için Ocak ayında açtığı davayla başlayan hukuki mücadelenin kapsamı genişliyor. İstanbul Ermeni Patrikliği, Mustafa Kemal Atatürk’ün başkanlık ettiği Erzurum Kongresi’nin de 1919’da toplandığı, Erzurum’un doğusundaki tarihi Sanasaryan Koleji’nin iadesi için Ankara’da mahkemeye başvurdu.
Patrikhane'nin davadaki avukatı Ali Elbeyoğlu, Pazar günü Hürriyet Daily News gazetesine yaptığı açıklamada, 'Azınlıklara ait vakıflar bazı topluluklara ait, fakat Sanasaryan Vakfı patrikhaneye Mıgırdiç Sanasaryan tarafından 1800'lerde bağışlanmıştır. Sanasaryan Vakfı'nın yönetim ve idaresi yasal olarak patrikliğe aittir' dedi.
Sivas'tan sonra Erzurum
Patrikhane, önceden Sanasaryan Vakfı’na ait olan Sivas’taki diğer arazilerin iadesi talebiyle 14 Mart’ta mahkemeye başvurmuştu.
Elbeyoğlu, “Sadece tarihi binaların devredilmesi yetinmeyeceğiz. Ama aynı zamanda Patrikhane’nin 1936’dan beri maruz kaldığı kayıplar için Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden tazminat talep edeceğiz” ifadesinde bulundu.
Türkiyeli azınlık cemaatleri, 1936’da hükümetin isteği üzerine gayrimenkul beyanında bulunmuşlardı. Fakat bu mülklerin birçoğu yıllar boyunca azınlık cemaatlerinin isimlerine kayıtlı kalmamış ve hatta bazısı da üçüncü şahıslara satılmıştı.
Elbeyoğlu’na göre Vakıflar Genel Müdürlüğü Sanasaryan Vakfı’nı 1936 Beyannamesi’ne dayanarak el koymuştu.
İstanbul Ermeni Patrikliği, geçtiğimiz aylar içerisinde Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne dava açarak, İstanbul Eminönü’deki Sanasaryan Han'ın iadesini talep etmişti. İstanbul mahkemesinin ihtiyati tedbir koymasına rağmen Vakıflar Genel Müdürlüğü binayı iade etmeyeceğini açıklamıştı.
Lozan'a aykırı
Elbeyoğlu, “Bu uluslar arası bütün yasal normlara ve aynı zamanda Lozan Antlaşmasına da aykırı. Tapu senedi hala Patrikliğe ait” şeklinde konuştu.
İstanbul Ermeni Patrikliği'nin dava kazanması durumunda, Türkiye’deki Ermeni cemaati ilk defa Anadolu'da bir vakfın kontrolünü geri kazanmış olacak.
Elbeyoğlu açıklamasına şöyle devam etti: “Eğer Ermeni cemaati çeşitli nedenlerden ötürü tereddüt etmeseydi bu davayı, yasal olarak hakkı olduğu için 1936’da da açabilirdi. 1936 tarihli bir dosya var, ve belgelerde Patrikhane’nin Sanasaryan’ın sahibi olduğu belirtiliyor. Bizim araştırmalarımız en iyi şekilde muhafaza edilmiş belgelerin Tapu Kadastro’da olduğunu gösteriyor.”
Yeni Vakıflar Kanunu'yla ilgisi yok
Elbeyoğlu açılan dava ile yakın zamanda yürürlüğe giren Vakıflar Kanunu’nu arasında bir bağlantı olduğu iddialarını da reddetti. Hükümet, 1936 beyannamesiyle el koyulan azınlık vakıflarının iade edilmesi için 27 Ağustos 2011 tarihinde yürürlüğe giren bir yasa çıkarmıştı.
Vakıflar Genel Müdürlüğü, Sanasaryan’ı yöneticisi olmayan bir mülk olarak değerlendirip, buna müteakip mülkiyetin kuruma geçtiğini öne sürüyor. Ancak Elbeyoğlu’na göre bu tanımın mahkemede geçerli olması için Türkiye’de Ermeni asıllı hiçbir vatandaşın olmaması gerekiyor.
Sanasaryan Vakfı, Rusyalı hayırsever Ermeni Mıgırdiç Sanasaryan tarafından kurulmuştu. İstanbul’daki Sanasaryan Han, işkencenin yaygın olduğu dönemlerde polis tarafından kullanılmıştı.
İşkencehane
Gerçek ismi “Sanasaryan Han” olan İstanbul Sirkeci’deki bina; Nâzım Hikmet, Vedat Türkali, Ece Ayhan, Attila İlhan, Mihri Belli, Ahmet Arif, Ruhi Su gibi Türkiye’nin en önemli aydınlarının dik bir tabuta benzemesi dolayısıyla ‘tabutluk’ diye anılan hücrelerde tutulmasıyla Türkiye tarihine kara harflerle yazılmıştı.
Vakıflar Genel Müdürü'nün
Ocak ayındaki açıklamaları
Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem Sanasaryan Han için 2012 yılı Ocak ayında ihtiyati tedbir kararı aldırılmasına ilişkin süreci AA muhabirine değerlendirmiş ve açıklamalarda bulunmuştu.
Patrikhanenin başvurusunun hukuki zemini bulunmadığını öne süren Ertem; “ Bu vakfın aynı şekilde Erzurum ve Elazığ'da da mülkleri var. Ama Patrikhane nedense sadece Sanasaryan Han ile alakalı olarak ihtiyati tedbir kararı talebinde bulunuyor. Erzurum ve Elazığ'daki mülklerle ilgili bir talebi yok'' şeklinde konuşmuştu.
Patrikhanenin o tarihte yaptığı başvurunun sadece İstanbul Sirkeci’de bulunan iş hanıyla sınırlı olmasını iyi niyetli bulmayan Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem açıklamalarına şöyle devam etmişti:
''Sanasaryan Mıgırdıç Ağa Vakfı, Osmanlı tebaasına mensup bir Ermeni vatandaş tarafından kurulmuş, cemaat vakıflarıyla ilgisi olmayan bir vakıf. Dolayısıyla bu vakfın cemaat vakıflarına uygulanan kanunlardan yararlanması ve Sansaryan Han'ın Ermeni Patrikhanesine verilmesi söz konusu değil. Cemaat vakıfları 1936'dan sonra hükmü şahsiyet kazanmıştır. Çünkü Lozan Anlaşması böyle bir düzenleme yapılmasını istedi. Bir de 1936'da çıkan Vakıflar Kanununa istinaden bu vakıflara hükmü şahsiyet tanıdık. Hangi şartla? Beyanname vermeleri şartıyla. Sanasaryan Mıgırdıç Ağa Vakfı niye mazbut vakıf statüsünde? Vakıfların yöneticisi ve hayır şartı kalmamışsa, o vakfın mazbut vakıf statüsüne alınmasına yönelik kanun vardır. Niye? Yöneticisi yoksa o vakfı kim yönetecek? Devlet diyor ki; Vakıflar Genel Müdürlüğü yönetsin. Sanasaryan Mıgırdıç Ağa Vakfı da 1936'da mazbut vakıf statüsüne alınıyor. Tesadüftür ki, cemaat vakıfları da aynı yıl vakıf statüsünde tanınmaya başlıyor. Yani bu durumda mesela Patrikhane o gün 'Sanasaryan Mıgırdıç Ağa Vakfı bizim mülkümüzdür' diye müracaat edebilirdi. Halbuki Patrikhanenin 1936'da böyle bir müracaatı söz konusu değildir. Ama aradan 74 yıl geçiyor, bunlar vakfın bizatihi kendisine itiraz etmiyorlar, bir gayrimenkulüne itiraz ediyorlar ve 'bizimdir, bizim olması gerekir, kiraya verilmesin' diyorlar. Hiç ilgisi, alakası yok. Tamamen farklı olaylar. Tamamen çarpıtma, tamamen 'biz buradan ne koparırız'a yönelik bir çaba.''
Zarakolu'nun mektubu
Ragıp Zarakolu'nun tutuklu bulunduğu Kandıra cezavinden yolladığı makalede ise Sanasaryan Han'ın iadesi istemiyle açılan davanın ardından başlayan süreci değerlendiriyordu.