Ferit Öngören eşine az rastlanır bir satiristti(r). r’yi parenteze almam, çok uzun zamandır onun bir işine/yaptığına tanık olmasam da izlerinin, anısının pek çok insanda, yerde bulunduğunu bilmemden... Ferit’i 2010’da kaybettik; kaybedilene, çoğu kez, bir daha rast gelinmiyor... 60’lı yıllarda onu ‘Alın yazısı olmayan adam’ olarak bilirdik aramızda, saçıyla kaşları arasında az mesafe olduğundan... Tiyatrocu Vasıf Öngören’in ağabeyi, yazar, şair Veysel Öngören’in kardeşi.
Ünlü karikatürü, galiba o eski Vatan’da, 1965 genel seçimlerinin ertesi günü yayımlanmıştı. CHP, bugün olduğu gibi o zaman da, ne yapsam acep biraz daha oy alırım, MHP de yok ki çatı kuralım, telaşesiyle, ortanın solu diye bir şey uydurmuştu, büyük halkçımız Ecevit’in dürtüklemesiyle. Demirel’in Adalet Partisi (şu işe bakın! O zaman Adalet Partisi, şimdi de Adalet ve Kalkınma Partisi! Hiç bir şey değişmez mi, değişmeyecek mi acaba bu ülkede, bu dünyada? Ne eksikse onun sözü verilir, onun partisi kurulur! Tevekkeli, ‘Kanun diye, kanun diye kanun tepelendi’ dememiş Tevfik Fikret, 120-130 yıl önce...), Demirel’in AP’si “Ortanın Solu Moskova’nın Yolu” diye diye seçimleri alınca, ertesi sabah Ferit Öngören’in karikatürü patladı: İsmet Paşa’nın o çok bilinen profili, burnuna doğru yumruğu sıkılı bir kol uzanmış, karikatürün altında, “Ortanın Solu Demirel’in Sağı” yazıyor...
Ferit’e sorardık, ki konuşkandır, sorunca da söyler, sormadan da, “Ferit anlatsana alla’sen, nasıl oldu şu hırsızlık işi, senin şiirini Cemal’in aşırması?”
“Nazar ya, sen de yatılıda okudun, bilirsin işte, koğuş gibi bir yerde uyuyoruz ya gece, ben bu şiiri, bu kısa mükemmel şiiri düşünmüşüm, düşünüp yastığımın altına koymuşum, gece, bu Cemal tıpış tıpış gelmiş, tıpış tıpış lafın gelişi, ses çıkarmadan, usul usul gelmiş, yastığımın altından alıp çalıvermiş şiiri!”
“Peki de Ferit, neydi o şiir ya!”
“’Benim amcam keman çalar her hususta!’ Buydu işte.”
“İyiymiş be!”
“İki ‘y’sinden birini iddiada kaybetmeseydi Cemal, ben kesecektim zaten, şeriat gereği, hırsızlıktan...”
Sarkis Çerkezoğlu da böyleydi işte, hayata bıyıklarının ucuyla, gözlerinin kenarıyla gülen.
1966. Bir bütün yaz Sarkis’in Kumkapı’daki marangozhanesinde ikimiz çalışmışız. Sıracevizler’de bir dükkan kiralamışız, Tıbrevank’tan arkadaşım Şavarş’la, cam çerçeve yok, yeni bina, kitabevi açacağız, Sarkis’le kapı camekan raf masa iskemle... her şeyi üreteceğiz.
Bir gece çalışırken, ağzında cigarası, yaz günü üstünde pardesü, uzunca boylu, yapılı biri geldi, 35-40 yaşlarında. Ağzında cigarasını çıkarmadan, bana, raspa öyle tutulmaz, cila öyle olmaz, gönyeyi düzgün tutmuyorsun, deyip duruyor. Sarkis’e bakıyorum, bıyık altından kıs kıs... Kan ter içindeyim, “Al madem, çok biliyorsan geç çalış,” diye elimde ne alet varsa uzattım. Sarkis kahkahayı patlattı, “O Orhan abi, çalışmaz, teorisi kuvvetlidir, Bulgar göçmeni,” dedi.
Sonra öğrendim ki, Sarkis, Kumkapı’daki Yugoslav göçmeni Nusret’e de Orhan abiyi böyle tanıtmış. Nusret, hani güneşten o an inmiş gibi güzel, sarışın iki genç kızı olan, fırının hemen yanındaki aşçı Nusret. Anlatır ya, “Tito’nun madenlerinden çıktık, trene bindik, ille vatan ille vatan, geliyoruz. Yugoslavya’dan geçiyoruz, büyük memleket, her taraf yemyeşil, çuhçuh geliyoruz, Bulgarya’ya geldik, güzel memleket, her taraf yeşil, vatan yaklaştı, çuhçuh, derken Kapıkule’yi geçtik, Bulgar sınırından bu yana, baktım, Mehmetçiğin g.tü yamalı, ‘Ulan Nusret, ne halt ettin!..’ dedim, ama iş işten geçmiş.”
Bu Nusret’e işte, Sarkis, Orhan abiyi böyle tanıtınca, ve hatta ekleyince, ‘Nusret, iyi bak ona, onun Sofya’da heykeli var,” deyince, Nusret: “Abe madem heykeli vardır, ne yaşar, gitsin atsın kendini Sarayburnu’ndan!”
Kumkapı, Sarkisiyle, Kör Agopuyla, Yorgosuyla, Minasıyla, Çamur Şevketiyle, Bulgar sütçüsüyle, fıstıkçı Vartuk’uyla, Kamalı Necdet’i, Piç Garbis’iyle böyle bir yerdi işte...
Kitabevimizin adını Akgürgen koymuştuk. Şişli Sıracevizler’de, Kervan sinemasının tam karşısında. Kervan sineması Sinematek gösterilerinin yapıldığı sinema olduğundan, Sinematek’in de okur yazar 4.600 üyesi bulunduğundan, yüzde 10’u kitap alsa her hafta üyelerin, köşeyi döndük, diye düşünüyoruz Şavarş’la. Evet, tüm üyeler uğradılar bize, bütün dergiler, haftalık aylık, yeni çıkan kitaplar, daha mürekkebi kurumadan raflarımızda. Cevat Çapan, Fethi Naci, Mengü Ertel, Bertan Onaran, Murat Belge, Onat Kutlar, Ataol Behramoğlu, Süreyya Berfe, Ülkü Tamer, daha kimler, hepsi dostumuz arkadaşımız, hepsi de hatırşinas, gelip uğruyorlar, oturup yeni çıkan dergileri okuyorlar, “Nazar, konyak kalmadı mı allahaşkına, ya çam fıstığı?” Sonra çıkıp gidiyorlar filmlerini izlemeye...
10 ayda battık.
O benim ilk ticari fiyaskom...
Sonra, 1967 Haziran’ında Jermen’le, kızlarım Milena ile Ludmilla’nın anneleriyle evleniyoruz, Beyoğlu Evlendirme Dairesi’nde. Jermen’in üstünde müstesna kadın terzisi annesi Silva’nın elinden çıkma leylak rengi bir döpiyes, ben de bulmuş buluşturmuş takım elbise kravat falan, façamız yerinde. Sarkis de gelmiş. “Sizleri karı koca ilan ediyorum”dan sonra çıkıp Tünel’e bindik Jermen’le ikimiz, Sarkis aynı vagondaymış, “Nereye böyle?” “İşte nikahlandık, sen de ordaydın, şimdi Karaköy’den vapura binip Kadıköy’e geçeceğiz, Fenerbahçe Burnu’ne gidip biraz denize bakacağız,” dedim...
Sarkis, kendine özgü bir kahkaha daha attı, “Size bir şey anlatayım,” dedi.
“Ağavni, düdüklü tencere, düdüklü tencere, diye başımın etini yiyor. Gittim aldım, sardırdım, ‘Al kadın, düdüklü tencere deyip duruyordun, al işte,’ diye verdim. Çok sevindi. Hemen paketi açtı, baktı ki ne görsün, bir alüminyum tencere! ‘Bu da ne?’ diye sorunca, cebimden bir düdük çıkartıp uzattım, ‘Al sana bir de düdük, yemek pişince öttürürsün artık.”
Sarkis buydu işte. İnançlı bir komünist, yoksul ama Türkiye İşçi Partisi Eminönü İlçesi’nin tüm masa sandalye ihtiyacını üretip karşılamış, partide ‘en bilinçli proleter sayılan’ bir emekçi. Birlikte Yeğişe Çarets’in
Ես —Հայաստանցի պոետ—
Երկիր, ուր մշուշ ու մահ—
Բոլորի, բոլորի համար
Երգում եմ
Նորից
Հիմա։*
dizeleriyle başlayan, “Dünya Şarkısı” adı altında bir kitapta toplanmış uzun şiirini Türkçe’ye çevirmeye başladık, bitiremedik. Çarents proleterya övgüsü üstüne kurulu bu uzun şiiri 16-17 yaşında yazmış, bizim, Sarkis’le benim o zamanki ruhiyatımıza çok uygun bir şiirdi. 2000’li yıllarda Küçük Parmakkapı Sokak’taki yayınevine, bir kaç kitap alma bahanesiyle beni görmeye her gelişinde birlikte hayıflanırdık yarım kalmış Çarents çevirisine...
Cevat Çapan’ın evine yaptığı kitaplıkları 45-50 yıl sonra Cevat’la Gönül hala kullanırlar.
Sarkis Çerkezoğlu... “Dünya Hepimize Yeter” diyen, bunun kitabını yazan adam. Ağavni’nin eşi, Ğazaros ile Ohannes’in babası. Onu 2009’da kaybettik.
___________________________________________
* Ben, -sislerin ve ölümün ülkesi
Hayasdanlı şair-
Hepiniz için, herkes için
Söylüyorum şarkımı
Şimdi
Yeniden.
Önemli not: Geçen haftaki yazıda bağışlanması güç bir hatam oldu. Demir Özlü’nün kardeşlerinden söz ederken, Sezer ile Tezer Özlü’ye yer değiştirtmişim. Orhan Duru ile evli, hayatta ve esen olan Sezer’dir, kaybettiğimiz ise Tezer. Sezer-Orhan Duru’dan ve sizlerden özür dilerim.