En çok keyif aldığım şey, yemek ve şarap hakkında konuşmak. Beni tanıyanlar, kimi zaman alayla da olsa, ben yemek ya da şarap anlattıkça acıktıklarını, canlarının şarap çektiğini söylerler.
Bugün yazımı yazmak için kendimi zorluyorum. Havalar ısınıyor, roze şarapları, şaraptan yapılma kokteylleri, sangirayı anlatacaktım. Yazın sıcağında keyifle serinlemekten bahsedecektim.
Olmuyor, yapamıyorum. Her hafta can sıkıcı bir dolu şeyi görmezden gelip hedonizm yazıları yazıyorum ama bu hafta olmuyor. Nasıl bir memlekette yaşadığımız sürekli olarak yüzümüze çarpılıyor.
Ekmek almaya giden 15 yaşında bir çocuğu daha yeni devlet eliyle mezara koymuşken, arsızca onun annesini yuhalatanların cezasını, yine 15 yaşında bir çocuk, göçük altında kalarak ödüyor, üstelik yüzlerce abisiyle birlikte.
Ekmek parası için toprağın altına girip, oradan çıkamayan yüzlerce adam ve ne yazık ki çocuk işçiler, aklımdan çıkmıyor. (Çocuk işçi mi? Çocuklar oyunlarında korsan olur, kovboy olur, astronot olur, öğretmen olur, işçi olmaz.)
Tam sayıyı bile bilmiyoruz. Devlet baba kendi bildiğini bizden gizliyor. Maliyeti düşürmek için en kolay gözden çıkarılan, belli ki en ucuz mal olan insanı umursamayan işletmeye göz yuman devletin temsilcileri, beton gibi yüzleriyle “kader” diyorlar, “şehit” diyorlar.
Devlet, dahli olan cinayetleri hep şahadetle açıklıyor zaten.
Ekmek parasının peşinde kendi mezarlarını kazan yüzlerce insan varken, yemekten ve şaraptan bahsetmekten utanıyorum. Kusura bakmayın, bu hafta hiçbir şey yazamıyorum.