Başbakan Erdoğan, Dışişleri Bakanı Davutoğlu ve AB Bakanı Bağış bir hafta içinde ardı ardına Ruhban Okulu’yla ilgili şunu söylediler kabaca: “Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılması, ancak Atina’da cami ve Batı Trakya'da müftülük (ve ayrıca başmüftülük) seçimine bağlı. Bunlar olursa Ruhban Okulu açılacak, Yunanistan bunları yapmaz ise, Ruhban Okulu açılmayacak!”
Başbakan bunun üstüne bir de, “Bizim için Ruhban Okulu anlık meseledir. Sen camilerden haber ver” dedi.
Sanki Ruhban Okulu’ndan veya camiden, nihayetinde din özgürlüğüyle ilgili önemli bir meseleden değil, pazar yerinde alelade bir mal pazarlığından söz ediyoruz!
Erdoğan ayrıca, yine azınlıklarla ilgili olarak Adana’da, “Bizim bu iyi niyetimiz yeter. Yetimhaneyi verdik, şu âna kadar 2 buçuk milyar liralık gayrimenkullerini, Rumların, Musevilerin, Ermenilerin iade ettik. Biz bunu da yaptık. Niye? Dedik ki 'Bu onların hakkıdır, bugüne kadar burada bir yanlışlık oldu, bu yanlışı da biz düzeltelim'. Zira bizim tarihimizde, bizim medeniyetimizde Müslimin de gayrimüslimin de hakkını korumak devletin görevidir. Biz bunu yaptık.”
Allah için, Başbakan “Yaptık” derken yalan söylemiyor. Yaptılar. Önceki hükümetlerin bu memleketin gayrimüslim vatandaşına yaptığı haksızlıkları gidermek için bazı adımlar attılar. Peki, madem ortada “İyi niyetimiz” diye sözü edilen bir iyi niyet var, Başbakan ve iktidarı, bu adımların eksik ve yüzeysel olduğu eleştirisine kulak vermede neden bu kadar “niyetsiz”?
Sırf yukarıda alıntılanan cümlelerde bile tonla hata, çarpıtma, hakikati eğip bükme var.
• Yetimhane’yi verdik: Hayır, siz vermediniz. AİHM Türkiye’yi mahkûm etti ve Büyükada’daki Rum yetimhanesinin iade edilmesine karar verdi.
• 2,5 milyar liralık gayrimenkul iade ettik: Hani, nerede? Daha önce de bu rakamı zikrettiniz; şu hesabı bir ortaya çıkarın da 2,5 milyar lira rakamına nasıl ulaştınız bir bilelim. Diyelim ki rakam doğru, peki, ya iade etmediklerinizin değeri ne? Kaç milyar lira? Ya da, iade ettiğiniz mülklerin onlarca yıllık gaspı sonucunda ortaya çıkması gereken kullanım değeri? Tazminat?
• Bizim medeniyetimizde Müslimin de gayrimüslimin de hakkını korumak devletin görevidir: Ne kadar güzel bir yaklaşım. Peki, madem Müslimin de gayrimüslimin de hakkını korumak devletin görevi, o zaman, misal “anlık mesele” olan Ruhban okulu neden açılmıyor? Neden Atina’da cami yapılması şartına bağlanıyor. Evet, Yunanistan, Atina’da cami inşa edilmesine izin vermeyerek, Avrupa’nın camisiz tek başkentine sahip olarak son derece ayrımcı bir politika yürütüyor, peki ama Ruhban okulunun açılmasını Atina’ya cami şartına bağladığınızda siz ne yapmış oluyorsunuz?
• İade ettik: Doğru, ettiniz. Ancak şu ana kadar vakıf mülklerinin yaklaşık yüzde 25’ini iade ettiniz. Bu ülkenin gayrimüslim yurttaşlarının vakıflarının mallarının yüzde 75’i hâlâ devletin veya kapanın elinde. Üstelik bu rakama, vakıf mülkü olmayan mallar, kişilerden gasp edilenler dahil değil.
• Bizim bu iyi niyetimiz: Söylediklerinizde bu kadar hata, çarpıtma, kenardan dolanma ve böbürlenme varken, hangi iyi niyetten söz ediyorsunuz? Alçakgönüllülük, tevazu, iyi niyetin olmazsa olmazı değil midir? Yurttaşlarınızın gasp edilmiş haklarını iade ettiğinizi onların gözünün içine sokmanız, onlar lütuf veriyormuş.
Oy artar ama huzur kalır mı?
Özellikle Gezi sonrasında muhafazakâr cenahta gittikçe daha fazla görülen, her ne pahasına olursa olsun AK Parti’yi savunma, laf söyletmeme, her eleştirinin ardında darbecilik, ulusalcılık arama reflekslerinin ne kadar zararlı olduğunu görmek bu kadar zor mu?
Şu son Hüseyin Çelik vakasını alalım. Üstelik Türkiye’de büyük bir haksızlığın ortadan kalktığı, kadınların başörtüleriyle okullarda, devlet dairelerinde görev yapmaya başladığı günde, bir televizyon programında sunuculuk yapan bir kadının giyimine kafayı takarak televizyonda neyin giyilip neyin giyilmeyeceğini belirleme cüretini kendinde gören bir bakanı eleştirenler sadece laikler mi olmalı Türkiye’de?
AK Parti içinden de bakanı kınayan, muhafazakârlardan da bu sözlerin kabul edilemez olduğunu ilan eden beyanlar, açıklamalar, bildiriler gelmemeli mi? Bu adil tavrı beklemek çok mu fazla lüks? Olmamalı oysa…
Başbakan, kutuplaşmayı artırma siyasetinin önümüzdeki seçimlerde AK Parti’nin oylarını artıracağı hesabıyla hareket ediyor, bu açık. Bunu yaparken de, bu kutuplaşmanın toplum üzerinde bıraktığı geri dönülmez tahribatı hesaba katmıyor. Oysa haklı olsun olmasın, toplumun bir kesiminin, AK Parti’nin günlük yaşam dinamikleri üzerindeki niyetine dair ciddi kaygıları var. AK Parti ise bu kaygıları gidermek yerine daha da kaşıyarak toplumsal desteğini tahakküm etmekten başka bir yol tutmuyor.
Bu durumda sorumluluk, muhafazakârlar arasında aklıselim ve vicdan sahibi insanlara düşüyor. Onlar adına siyaset yapanlara, “Ne yapıyorsunuz, nasıl ki Müslüman kadınların başörtüsüne karışılmasını istemiyoruz, kimin ne giyeceğine de karışmamalıyız” demeleri gerekiyor. Tabii ki, bir partinin iktidarını, inandıkları adil değerlerin önünde tutmuyorlarsa.
AK Parti bu yönüyle, gittikçe miadını doldurmaya doğru giden ve eninde sonunda kendi içinden çıkacak yeni bir akım tarafından yenilecek bir kazulete dönüşüyor. Buna dur demek ise, öncelikle AK Parti’nin sevenlerine düşüyor. Bu sağduyu gösterilmezse, belki AK Parti yine iktidarda kalır, ama bu toplumun iki yakası bir araya gelmez kolay kolay.
Böyle muhalifliğe böyle iktidar
Can Dündar ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları ardı ardına geldi. Kılıçdaroğlu Andımız’ın kaldırılmasına cansiperane bir şekilde karşı çıkarken, Can Dündar da, basın üzerindeki baskılardan dem vurdu, geçmişte askerlerle nasıl uyum içinde çalıştıklarından ve hatta 12 Eylül dönemi sansürünü dahi özlediğinden bahsetti.
Ana ‘muhalefet’ partisinin genel başkanı ve tanınmış bir ‘muhalif’ gazeteci. Muhalefet buysa, AK Parti daha çok seçime rakipsiz gider.