Bir zamandır, bilhassa PKK, BDP ve Öcalan’dan gelen sinyaller, sürecin pek de istendiği, planlandığı gibi gitmediği yönünde. Kürt siyaseti, son dönemde her fırsatta hükümetin bir nevi frene bastığını, PKK’nın ve Kürt siyasetinin üzerine düşeni yaptığını, ancak hükümetin üzerine düşen adımları atmadığını söylüyor. Bunun için de hem Anayasa düzeyinde, hem de parlamentodan çıkarılacak yasalar düzeyinde bir gelişme olmadığını kanıt olarak gösteriyorlar. Keza Başbakan Erdoğan’ın bilhassa anadilinde eğitim konusunda takındığı olumsuz tavır, Kürt siyasetini umutsuzluğa sürüklüyor.
Kürt siyasetinden gelen tepkilerde haklılık payı var, hem de yüksek oranda. PKK’dan gelen “Adım atılmazsa eskiye dönülür” sinyallerini makul görme taraftarı olmasam da, Kürt siyasetinin “Yine mi aldatılıyoruz?” kaygısı yerindedir ve meşrudur. Peki, bu tablo içinde hükümet ne yapmakta? Anadilinde eğitim talebini reddetmekte, hapisteki siyasetçilerin serbest bırakılması için somut bir adım atmamakta, PKK’nın çekilme sürecini bir nevi ‘göz boyama’ olarak sunmakta ve Öcalan’ın meşru bir müzakereci olması için gerekli şartları yerine getirmemekte. Bundan kasıt, Öcalan’ın MİT ve devletin uygun gördüğü BDP’liler dışında çevrelerle de görüşebilmesi, konumunun –kendisinin de talep ettiği gibi– ‘stratejik’ hale getirilmesi (bununla ne kastettiği net olarak bilinmese de muhtemelen AKP, BDP ve PKK kastedileni anlamıştır. Tahminimiz, süreç başladığından beri dile getirilen, Öcalan’ın daha etkin bir müzakereci haline getirilmesidir), hatta belki de bir grup gazeteci ile görüştürülmesidir. Bunların makul talepler olduğunu düşünüyorum. Madem bir ‘müzakere’ yürütülüyor, karşı tarafın elinin kolunun bağlı olması, müzakere mantığına ters olur. Kulislere yansıyan Öcalan’ın ‘Kandil’ ve ‘Akil İnsanlar’ ile görüşme beklentisi de bu çerçevede değerlendirilmeli.
Kürt siyaseti cephesinde kalacak olursak; aon açıklamalarda sürekli bazı tarihlerin zikredildiğini görüyoruz. Bu, hükümet cephesinde hoşnutsuzlukla karşılansa da, BDP cephesi “Bu tarihleri biz uydurmadık, siz verdiniz” diyor, ki öyle olması muhtemel. Dolayısıyla, “Eh, madem gecikme var, eskiye dönüyoruz” argümanını kabul etmek istemesek de, şu soru cevaplanmaya muhtaçtır: Hükümetin ipe un sermesi, süreci tavsatması karşısında siyasal Kürt hareketinin ne tür bir güvencesi olacaktır? Ki, mevcut tablo böyle görünmese de, teorik olarak bunun tam tersi de geçerli.
Bu soruya iyi niyet ve samimiyetle cevap aramalıyız. Süreç başladığında, burada ve radikal.com’da, sürecin biraz fazla ‘içe dönük, biz bize’ yani dışa kapalı yürüdüğüne dikkat çekmiştim. Akil İnsanlar çabasının değerli olduğunu ancak evrensel manada bir Akil İnsan grubu oluşturulacaksa, böyle vakalarda rol almış, uluslararası deneyime sahip isimlerin de bu sürecin ortasında yer alması, muhtemel tıkanma noktalarında devreye girmesi gerektiğine, sadece ben değil birçok isim dikkat çekmişti. Ancak “Süreç başladı, yürüyor” coşkusu içinde ve AKP’nin süreci o dönemde büyük bir PR kampanyası ile birlikte yürütmesi sayesinde bu tür sesler hiç önemsenmedi, biraz daha ısrarlı olanlarsa ‘süreci baltalamak’la, ‘çözüm istememek’le suçlandı.
Böyle kritik bir tabloda “Demiştik” sevimsizliği içinde davranmak istemiyorum, ama burada bir meselemiz olduğu açık. Evet, belki AKP yine bir son dakika manevrasıyla, haftalardır konuşulan bir tür demokratikleşme paketini devreye sokacak ve yine zaman kazanacaktır. Ancak genel tabloya baktığımızda, AKP’nin tüm o “Çözüyoruz. Ses etmeyin” propagandasına rağmen hâlâ somut bir adım atılmadığını görebiliyoruz. Keza Kürtlerin ve diğer ‘anasır’ın bu ülkenin ortak bileşenleri olduğunu kayda, zihinlere geçirecek bir iklim de hâlâ yaratılmadı.
Peki, o yapılmadı, bu yapılmadı, bağımsız bir komisyon kurulmadı, sürecin –olabildiğince– sağlam bir şekilde yürümesini garanti altına alacak mekanizmalar kurulmadı, aramıza ‘elleri’ sokmadık; iş buraya geldi. Ne yapacağız?
Üstelik hükümet bir Suriye savaşına girmeye böylesine hevesli görünürken... Defalarca altını çizdiğimiz gibi, Suriye’deki insanlık dramına bir hal çaresi aramak, bulmak şarttır ancak AKP’nin bu vesileyle –yani ‘savaş’ ile– içteki birçok meseleyi punduna getirmeye çalıştığı da ayan beyan ortada. Ve bu punduna getirilecekler arasında acaba ‘çözüm süreci’ de mi yer alacak kaygısı da ortada. Elbette, buna ilave olarak, Rojava yani Batı Kürdistan’daki Kürt varlığının ne olacağı, oranın da acaba bir punduna getirilip getirilmeyeceği meselesi var. Özetle, soru işaretleri gerçekten de hayli fazla.
Sanıyorum tüm bu tablo içinde sivil güçlere, aktörlere tam da şimdi iş düşüyor. Süreç ilk başladığında, AKP’ye yakın basın “İş bitti” havası yaydığında, hükümet “Çok güzel elbette, ama nasıl olacak?” diyenleri savaş yanlısı ilan ettiğinde, çözüme destek vermek elbette gerekli, kıymetliydi. Ama galiba asıl şimdi, iş zora girmişken çözüm için sesimizi yükseltmemiz, hükümeti hızla adım atmaya, çözüm üretmeye, tarafları eski statükoya dönmemeye çağırmamız gerekiyor.