YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

‘Kutsal’ AKP devleti

 

 

Kapalı kapılar ardında neler konuşulduğunu elbette bilmiyoruz ama eldeki tüm ipuçları gösteriyor ki, AKP, ya da daha çok Erdoğan ve çevresi, Gezi Parkı Direnişi’ni, büyük ölçüde hükümete karşı bir darbe girişimi olarak görmekte. AKP içinde bunun böyle olmadığını söyleyen çevreler muhtemelen vardır. Ancak Erdoğan ve çevresinde biriken kliğin anlayış ve eyleyiş tarzı, ‘masum çevreci gençler’i ayırıp geri kalan herkesi darbeci / isyancı / dış güçlerin maşası olarak görmek şeklinde. Burada durup şu ihtimali de hesaba katmak gerekebilirdi: Efendim, aslında ne olduğunu gayet iyi biliyorlar ama bunu bir darbeci kalkışma olarak sunmak işlerine geliyor olabilir. Bu da bir ihtimal ve hâlâ geçerli ama son iki haftada olup bitenlere baktığımda, maalesef ve gerçekten, kendi çizdikleri tabloya inanmaya başladıklarını düşünmeye başladım.

Böyle bir algı Ergenekon ve 27 Nisan muhtıraları ile, kapatma davası sonrasında oluşmuştu zaten; hiç yeni değil. Bu dönemde ulusalcı olarak görebileceğimiz kesimlerin her fırsatta türlü oyunlara kalkışması AKP’nin dikkatle baktığı ve bir kenara yazdığı gelişmelerdi. Bunu tahmin etmek zor değil ve AKP burada büyük ölçüde haklıydı. Ancak hayat devam etti ve nehir bizi başka bir yere getirdi. Getirdi getirmesine ama bütün bu süreç içinde AKP devlete, yargıya, bürokrasiye, orduya, istihbarata, polise, iş dünyasına, medyaya hâkim oldu. Bunları büyük ölçüde, bir daha darbe girişime, ayak oyunlarına maruz kalmamak ve sürdürülebilir (bunu ‘çevre ve kentsel dokuyu tahrip edici’ olarak okuyun) bir ekonomik kalkınma modeli ile çok uzun, oy destekli bir AKP iktidarı yaratmak için yapmaktaydı. Dolayısıyla, bu çapta bir totaliterleşme ve toplumu nefessiz bırakma operasyonunun gayet meşru olduğunu düşünüyorlardı. Ancak sonuç, devlet ve partinin iç içe geçmesi ve üzerine bir de ‘kutsallık’ halesi gelmesi oldu. İki anlamda da: Hem taraftarları açısından, ‘dindar’, türlü belaları savuşturmuş, dolayısıyla kutsal bir devlet ve hükümet vardı artık; hem de dindar olmayan ama dışarıdan destek veren kimi kesimlerce ‘dokunulmaz’, ‘arada sırada hata yapsa da daha iyisi bulunamayacak, dolayısıyla eleştirilemeyecek’ bir hükümet ve devlet...

Gezi Parkı direnişine bu havada geldik. Direnişin, yapısı gereği, çok sayıda çevreyi, dinamiği, kesimi bir araya getirmesi, AKP için alarm sensörlerinin çalışmasını getirdi. ‘Ulusalcılar’ vardı! Acaba her şey bir 27 Mayıs 1960 senaryosuna uygun biçimde mi cereyan edecekti? Gösterilerle hükümetin meşruiyeti sorgulanır hale gelecek, sonra da gelsin darbe vs. Böyle mi olacaktı? Bu düşünce biçimini ilk başta Erdoğan mı izledi, yoksa AKP içinde bir klik (“astılar”, “zehirlediler”, “yedirmeyiz” diyen bir heyet mesela) meselenin böyle görülmesini mi sağladı, bilmek zor. Ancak Gezi Parkı direnişinin bu hale gelmesinde kendi kabahatine, toplumsal dinamiklere zerre kadar dönüp bakmayan ve buradan bir darbe girişimi çıkarmaya çalışan ‘akıl’, sonunda galip geldi. Böylece, kutsal AKP devleti biraz daha kutsal hale geldi.

Tam bu esnada, bu ‘akıl’ın neredeyse arayıp da bulamadığı bir gelişme daha oldu: Mısır’da darbe. Üstelik, çok büyük meydan gösterilerinin ardından. Ve üstelik, ABD ve Batı’nın göz yummasıyla. Bu meselenin detaylarına girmeyeceğiz, yazının konusu değil, ama bütün bu olup bitenlerin AKP’ye yeni bir alan açtığını ve hükümete biraz daha ‘kutsallık’ kattığı açık. AKP içindeki bu akıl, Mursi’nin sokak gösterileri sonrasında bir darbeyle devrildiğini muhtemelen hem kullanmaya karar verdi, hem de –yine muhtemelen– bu ‘gösteriler’ yolunu artık net biçimde tehdit olarak gördü. Son bir haftadır Taksim Dayanışması’nın ve göstericilerin maruz kaldığı devlet şiddetini, gözaltıları ve bu şiddetin AKP ve çevresince meşrulaştırılmasını böyle anlamalıyız.

Dolayısıyla, şöyle bir noktaya gelmiş durumdayız: AKP öncesi devlet, nasıl ki kendine bir kutsallık atfediyor, her türlü muhalif hareketi ‘devlete/millete karşı bir kalkışma’ olarak görüyor ve bunlara bu nispette bir ‘orantısız güç’ ile karşılık veriyor, bunu nasıl meşrulaştırıyor idiyse, AKP de devraldığı ve birleştiği devlete, mecazen değil neredeyse kelimenin sözlük anlamıyla bir kutsallık atfetmiş durumda ve o da her türlü harekete bu ‘kutsallığa’ karşı bir hareket olarak bakıyor, ‘orantısız bir güç’ harcıyor ve yaptıklarını meşrulaştırıyor.

Cumartesi ve Pazartesi akşamı Taksim civarında yaşananlar, polisin göstericilere, gazetecilere uyguladığı şiddet ve küfürler, çoğu barışçı gösterinin polisin (elbette devletin emriyle) çığırından çıkması, müdahale anlarında çoğu polisin öfkeden gözünün kararması, Emniyet’in de bu ‘AKP = kutsal devlet’ denklemini yavaş yavaş devraldığını gösteriyor. Keza Başbakan Erdoğan’ın propaganda çalışmaları sayesinde toplumun bir kesiminin de bu göstericilere kin beslemeye ve olaylara kendiliğinden ‘müdahale’ etmeye başladığını görüyoruz.

Tehlikeli bir gidiş bu. ‘Devlet=Parti, o da eşittir toplumun bir kesimi ‘denklemini kurmaya başladığınız ve buna bir de ‘kutsallık’ atfettiğinizde, mevcut dengede büyük bir tahribat yaratırsınız. Kolay kolay tamir edilmeyecek bir tahribat.

not: Eskişehir’de Gezi Parkı protestolarına katıldıktan sonra eli sopalı gruplarca dövülen ve yaklaşık 20 gündür komada olan 19 yaşındaki Ali İsmail Korkmaz’ın ölüm haberini aldık. Onu dövenleri bulamayan İçişleri Bakanlığı, “Önce karakola git” diyerek onu almayan devlet hastanesi, çevredeki kamera görüntüleri sağlam girip bozuk çıkan Emniyet, ve bu şiddeti meşrulaştıran hükümet, hepsi töhmet altındadır ce şu soruya cevap vermek zorundadır: Ali İsmail Korkmaz’ı kim öldürdü?