Ergenekon Süreci’ni izliyor musunuz?
Haklısınız!
Bu ülkede olup da bu tutuklama zincirlerine tanıklık etmemek mümkün değil…
Ne çok insan suçlandı değil mi?
Hukuksal süreç ne kadar hızlı işledi!!!
Hiçbir şey şansa bırakılmadı!!!
Hatta öyle ki, her şey “bir elin koyduğunu diğer el” bulur gibiydi!!!
Bizler “gemici” düğümü beklerken, olaylar “çorap” söküğü gibi çözülüverdi!!!
Kim darbeci kim değil, hepsi ortaya çıktı!!!
O “süreç” hala işliyor!
Hızlı mı hızlı!!!
Ama dedim ya, sürecin “hızı” o “hız”a takılan insan sayısı ile de ilgili belki de!
Hani toplanan o “kalabalık” küçük bir köy nüfusunu geçti bile…
Aslında konu, bu kadar derin bir konuda “suçlanan”lara bu kadar kolay ve hızlı ulaşılması.
Bunu “takdir” etmemek mümkün mü ???
Ama bunu takdir ederken de şunu sormadan edemiyor insan…
Sahi, Ergenekon Süreci’nde her şey bu kadar hızlı işlerken, Hrant Dink Cinayeti’nde neden her şey “çamurlu” suda balık avlamaya benziyor?
Hele ki, eldeki, biri “çocuk” 3 kişiyi mahkûm ettikten sonra bitirilecek (!) bir davanın arka planı neden sorgulanamıyor?
Soruşturma izni verilmeyen “isimler”, davadan uzak bir tarafta hayatlarına nasıl oluyor da bu kadar rahat devam edebiliyor?
Sahi o “rahatlığı” onlara sunan ne?
Ya da kim?
Darbe noktasındaki işleyen o dava sürecine bakarken, var olan bir cinayet için yaşananlara anlam vermek gerçekten de mümkün değil.
Yaşananları bir kez daha hatırlayalım mı?
Biraz ansiklopedik bilgi olacak ama, bugüne karışan bu grilik ne zaman ve nasıl başladı, ona bakalım…
Belki hatırlıyorsunuz, Hrant Dink'in ölümüyle sonuçlanan olaylar 6 Şubat 2004 günü Agos Gazetesi'nde Sabiha Gökçen'in binlerce Ermeni yetimden biri olabileceği yolundaki haberle başladı.
Haberin hemen ardından 24 Şubat 2004 günü İstanbul Valiliği'ne çağrılan Dink, iddialara göre burada bir vali yardımcısının yanında bulunan iki kişiden biri tarafından tehdit edildi.
Valilikteki bu olaydan bir gün sonra 25 Şubat 2004 tarihinde Mehmet Soykan tarafından verilen şikayet dilekçesi üzerine Şişli Cumhuriyet Savcılığı tarafından Hrant Dink'in başka bir yazısı için 'Türklüğü aşağılamak' suçlamasıyla TCK'nın 301. maddesinden dava açıldı.
26 Şubat 2004 günü Agos Gazetesi önünde toplanan Ülkü Ocaklarına mensup bir grup, tehditler de içeren pankartlar açarak gösteri yaptı.
Ancak bu olay bir iki istisna dışında gazetelerde yer almadı. 301. madde'den açılan dava boyunca tehditler artarak sürdü.
Sonuç mu?
Sonuç, 19 Ocak 2007 günü saat 15:00 sıralarında gerçekleşti…
Hrant Dink, başına ve boynuna isabet eden üç kurşun sonucunda hayatını kaybetti.
Bugün ise o sonucun ardına saklanan aydınlığı arayanlar, mahkemeden bekledikleri o adaletin çıkacağına dair umutlarını korumak istiyor!
Koruyabilecekler mi peki?
Mümkün mü?
Bana sormayın!
Ben de bilmiyorum!
Aslında hiç kimse bilmiyor…
Devlet mi?
Bilmem, ona sormak lazım…
Cevap verir mi sahi?
Şu ana kadar verdi mi?
Sanırım mahkemenin cevabı devletin cevabı olacak!
Mahkemenin adaleti de devletin adaleti…
Evet…
Suikastın, Türkiye'de askeri darbe ortamı yaratmak isteyen Ergenekon (örgüt)ü tarafından organize edildiği iddia edilip durulsa da, hani bu iddia ne kadar gerçek onu da kimse bilmiyor, elde “biri” çocuk, 3 kişi var!
Cinayet anında ateş ettiği ifade edilen, Ogün Samast…
Onu azmettirdiği gerekçesiyle, Yasin Hayal…
Ve Hayal tarafından cinayeti planladığı iddia edilen, Erhan Tuncel…
Ne mi olacak?
Adalet mi?
Bilinmez…
Sahi, 02.07.2007 tarihinde Beşiktaş’taki eski Devlet Güvenlik Mahkemesi binasında başlayan dava “adalet” doğuracak mı?
Bilmiyorum!
Aslında “bilmiyorum” demekten de nefret ediyorum…
Ama şu bir gerçek ki, beklenen o adalet için zorunlu bir “erken” doğum sancısı yaşanıyor…
“Karar”, o erken doğumun sancısı kadar “sancılı” olmaz umarım…
Tamer Yazar / Kent Gazetesi editörü
Antakya
mobile : +90 536 7634080
msn: yazar5@hotmail.com