Kürt yöneticilerin, 'İD'nin eline düşerse soykırım olur' uyarısında bulunduğu Kobanê’nin 100 yıl öncesini, Ermeni Soykırımı'nda ne durumda olduğunu Serdar Korucu yazdı.
SERDAR KORUCU
serdarkorucu@hotmail.com
Dünyanın gözü “İslam Devleti” adıyla halifelik ilan eden Irak Şam İslam Devleti’nin hedefinde yer alan Kürtlerin “Kobanê”, Suriye devletinin ve Araplarınsa “Ayn El Arap” yani “Arap Gözü / Arap Pınarı” dedikleri bölgede. En büyük endişe ise 1915’in acılarına gören bu toprakların yeni bir soykırımı yaşaması.
20. yüzyılın başında “Ayn Al Arab” ya da orada yaşayan Kürt nüfusun adlandırdığı isimle “Kobanê” 1912 yılında açılan Konya – Bağdat demiryolu hattında sıradan bir duraktı. Son dönemde gündeme gelme nedeniyse 15 Eylül’de IŞİD’in bölgede gücü elinde tutan YPG’ye karşı başlattığı saldırı oldu.
İç savaş öncesinde yaklaşık 200 bin kişinin yaşadığı, ancak kuzeye gelen göçlerle son dönemde nüfusu katlanan bölge bugün hem IŞİD hem de YPG için vazgeçilmez. IŞİD, “Ayn El Arap”ı, “Ayn El İslam” yani “İslam’ın gözü” yapmayı amaçladığını duyururken, YPG içinse Kobanê, hem Rojava bölgesinde ilan ettiği özerk kantonlar arasında en küçük olsa da 19 Temmuz 2012’te fitilin ateşlendiği bölge, hem de Abdullah Öcalan’ın 2 Temmuz 1979’de Suruç’tan geçtiği yer olduğu için önemli.
Bugün Kürt yöneticiler IŞİD’in Kobanê’nin merkezini ele geçirmesi halinde “soykırım” uyarısında bulunuyor. En büyük korku 1915 yılında Ermeni kurbanlarının yaşadıklarının tekrarlanması.
'Arab Punar yolunda insan cesetleri yakılıyordu'
Bölgede Ermeni soykırımı döneminde yaşananlar Almanya’nın Halep Konsolosu Walter Rössler’in İmparatorluk Şansölyesi Bethmann Hollweg’e gönderdiği, Kobanê’den “Arab Punar” diye bahsedildiği raporlarda izlerini koruyor.
Walter Rössler’in 13 Ağustos 1915’teki raporunda 11 Ağustos’ta kendisine iletilen “Bir Avusturyalının tuttuğu kayıtlar” bulunuyor. Bu kayıtlarda bölgede hayatını kaybetmiş soykırım mağdurlarının cansız bedenleri yakılıyordu: “Urfa – Arab Punar yolu üzerinde herhalde karanlıktan ceset görmüyordum, ancak bu yolu sürekli gidip gelen arabacım yol boyunca ara sıra yanmış yerleri gösteriyordu – çünkü insan cesetleri bulundukları yerde hemen yakılıyor.”
'Acı içindeki kafilelerin ölümü kesin'
Kayıtlarda soykırım kafilelerinin yürüyüşlerine de yer veriliyor: “Bazı kafileler acı içerisinde topallayarak ve çığlıklar atarak ilerliyor. Bir insana rastladıkları anda, bu zavallılardan birçoğu dizleri üzerine çöküp yardım dileniyor ve kurtarılmayı istiyor ya da çocuklarını almaları için sunuyorlar. 56 derecelik sıcaklıkta ve susuz gerçekleşen bu yürüyüşlerde çoğu yorgunluktan ölüyor – geriye kalanların da ölümü kesin.”
3 Ocak 1916 yılındaki raporundaysa Rössler, Ermeni soykırım kurbanlarının bölgede hayatlarını nasıl kaybettiklerini detaylı olarak aktarıyor: “Daha önceki raporlarında defalarca belirttiğim, Ermenilerin cesetleri gömülmeden yol kenarlarında bırakıldıkları ve vahşi hayvanlara yem oldukları, son olarak aldığım sözlü haberlerle, hatta hasta ve bitkin Ermenilerin de açık havada konaklarken kimse onlarla ilgilenmediği için henüz yaşar haldeyken köpekler tarafından yenmeye başlandıkları artık şüphe götürmez sayılabilir. Buna ilişkin bir kanıt, Arab Punar’da bulunan yaşlıca ve mutlak güvenilir bir Alman mühendisin oradan Harab Nass’a giderken yolda yaptıkları gözlemlerdir. Gözlemler hem kendisi tarafından hem de mahiyetindeki yerel memurları tarafından yapılmıştır. Bu mühendisin adı, istenirse bildirilmek üzere bizde saklıdır. Bu iki mahal arasındaki yol öylesine çürümüş ceset kokmaktaymış ki, bu yolu atla kat etmek zorunda kaldığında yüzünü çok kez bağlamak zorunda kalmış.”
'Gece yüzlerce insan ölmüştü'
Urfa’dan Suriye çöllerine uzanan yolun üzerinde yer alan bölge çoğu soykırım kurbanı için ölüm yolculuğunun son durağı oluyordu. Soykırımdan kurtulan 1902 doğumlu Suren Sargsyan, Verjine Svazlian’ın çalışmasında ölüm yolculuğunu şöyle anlatıyordu: “Bizi Urfa’ya götürdüler, oradan da çöle, ıssız, sadece birkaç ağacın bulunduğu bir yere sürdüler. O gece yağmur yağdı ve soğuk bir rüzgar esti. Gece yüzlerce insan ölmüştü. Kürtleri getirip onlara büyük bir çukur kazdırdılar. Kürtler ellerinde iplerle halkın arasına daldılar; hastaları ezerek, ölü ya da diri kim yere yatmış ise boynuna ip geçirip çeke çeke götürerek çukura atıyor sonra da geri dönüyorlardı. Hatta canlı olanların bile boynuna ip geçiriyor, götürüp çukura atıyorlardı. O insanların yakınlarının feryatlarına ve çığlıklarına kulak asmıyorlardı. Oradan biri tekrar güneye, başka ıssız bir yere sürdüler. Tifoya yakalanmış kadınlar, “su verin” diye yalvarıyorlardı.”
Katliamın yaşandığı bölge yıllar sonraysa Ermeniler için farklı bir anlam kazandı. Ermeni nüfus için bölgede iki okul açılıyordu. Biri Khrimian İlkokulu diğeri ise AGBU Avedis Sarafian Okulu’ydu. 1927’de açılan Khrimian, 1962’ye kadar eğitim verirken, 1950’de eğitime başlayan AGBU Avedis Sarafian Okulu 25 yıl açık kaldı.
Bu süreçte bölge pek çok aile için Ermenistan’a gitmeden önce yaşanan yerlerden biri haline geliyordu. Onlardan biri de soykırımdan kurtulan 1903 Urfa doğumlu Nıvard Petros Ablaputyan’dı. 1915’te babamı ve erkek kardeşi öldürülerek Der Zor’a sürgün edilenler arasında yer alan Ablaputyan, o dönem başından geçenleri şöyle anlatıyordu: “Ağlama, sızlama, feryatlar, gözyaşları… sanki Tanrı bize darılmıştı. Sürgüne götürüyorlardı… Erkek kardeşim yedi yaşındaydı; aldığı bir kamçı darbesinden öldü. Der Zor yakınlarındaki köylere vardık… Askerler kimde para olduğunu görüp, parasını elinden alıyor, onu dövüp öldürüyorlardı. Çocukları tutup, ateşe atıyorlardı. “Canlı Ermeni piçi bırakmayacağız” diye bağırıyorlardı.”
1931’de Der Zor’da evlenen Nıvard Petros Ablaputyan’ın da yolu Ermenistan’a gitmeden önce pek çok 1915 mağduru gibi Arap Punar da denilen Kobanê’ye düşüyordu: “1943’te Arab Punar’a taşındık, sonra Halep’e, Sonra Cırablus’a, en sonunda da Ermenistan’a geldik. Çok büyük zorluklarla karşılaşarak köyden Yerevan’a taşınabildik… Bize bir arsa verdiler; Arabkir’in Bancaranots mahallesinde ev inşa ettik. Sanki Tanrı bize sabır verdi de, o günlere dayanabildik.”