Dubravka Ugresic, kitap fuarlarında kitaptan ziyade ‘genç yazar eti’ seçildiğini, fuarların edebiyatla alakası kalmadığını, kitabın giderek metalaştığını ve edebiyatın bu acımasız liberal kapitalist düzene terkedildiğini tartışıyor.
HALİL TÜRKDEN
Eğer Thomas Mann bugün yazmış olsaydı ABD’de kitabını basacak bir yayınevi bulamazdı; ona kitaplarının yeterince seksi olmadığı söylenirdi.” Bu sözler zihnen ve vicdanen Avrupalılaşmamış, 20. yüzyılın en önemli Hırvat yazarlarından Dubravka Ugresic’e ait.
Şiir tanrılarının, edebiyat kodamanlarının, Hollywood Proustlarının ve keyif endüstrisinin kalbine doğru Adornovari bir üslup ve yaklaşımla yazıyor Ugresic. ‘Okumadığınız İçin Teşekkürler’de, yer yer iğneli, yer yer de Sovyet geçmişine özlem duyan bir dille yazan Ugresic hınzır bir edebiyat casusu gibi... Onu Zagrebli bir öğretmenin kimsesizliği içindeki kimlik arayışını anlattığı ‘Acı Bakanlığı’ kitabından hatırlayacaksınız.
Nasıl dertli olmasın ki…
Ugresic edebi demokrasiden ve kitapçı raflarında artan kapak sayısından oldukça dertli. Nasıl dertli olmasın ki… Daha çok kitap, daha iyi ve daha çok edebiyat anlamına mı gelmeli? Yayın şemsiyesi altında ajanslar, editörler, dağıtımcılar ve yazarlar neyin peşinde? Ve elbette en kritik soru karşımızda duruyor: Edebiyat öldü mü? Ugresic, ‘Okumadığınız İçin Teşekkürler’de bir mahkeme kuruyor ve bu mahkemede edebiyata darbe vuranları, onun her gece beraber yatağa girdiği Rimbaud, Tolstoy, Wilde ve Joyce’a kıymaya çalışanları yargılıyor.
Geçtiğimiz günlerde bir söyleşide, “Gereken değerin gösterilmediği kitaplar var mı?” sorusunu cevaplamıştım. ‘Okumadığınız İçin Teşekkürler’ tam da o cevabımın üzerine denk geldi. Dünyayı yeniden ve yeniden kurtarmaya çalışan tarihsel romanlar, insan ruhunu satılığa çıkaran ve insana çizgileri çoktan çizilmiş bir yaşam pazarlayan kişisel gelişim kitapları, 140 karaktere sığdırılan çerez öyküler ve köşe yazılarını derleyip gazeteden aldığı telifi 5-10 katına çıkarmaya çalışan yazarlar… Bir kitapçıya girdiğinizde okumak istediğiniz tür ve tema konusunda kararsızsanız sizi önüne çeken raflarda bunlar vardır. İşte Ugresic bu rafların önünde durup küresel kitap piyasasından kafası bunalmış bir şekilde, bu çarkın her dişlisine öznel, çoğunlukla kinayeli ama eğlenceli bir biçimde dokunuyor.
Ugresic, kitap fuarlarında kitaptan ziyade ‘genç yazar eti’ seçildiğini, fuarların edebiyatla alakası kalmadığını, kitabın giderek metalaştığını ve edebiyatın bu acımasız liberal kapitalist düzene terkedildiğini tartışıyor. Adorno’nun yıllar önce temelini attığı soruyu açıkça soruyor: “Kültür ürünlerini kim, kime, nasıl pazarlıyor?”
Siyaset ve paranın ettiği
Ugresic’i bir yayıncı ve bir okur olarak anlıyorum, anlayabiliyorum. Peki, ama siyaset ve para edebiyatı nasıl bu kadar ağır yaraladı?
Endüstriyel fabrika emeğinin rolünün azaldığı bu düzende, iletişimsel ve duygulanımsal olan, maddi olmayan bir kognitif emek sömürüsü ve güvencesizleşme kendini gösterdi. İşçi hareketleri paralelindeki siyasi gücün zayıflamasıyla beraber, kapitalist sistemdeki emek ilişkilerinin malum güvencesizliği ve acımasız sömürge yeniden ortaya çıktı. Bu bağlamda, yeni bir görüngü tespit edilir ve bu görüngüde güvencesiz emeğin nasıl koşullarda işlediğini görebiliriz. Uzun lafın kısası, Ugrešic’in bu piyasa eleştirisinin yolu her hâlükârda küresel üretim mekanizmasının siber uzamı üzerine tartışmalara çıkacaktır.
Bugünün dünyasında değişen biçim, insansızlaştırılmış bir zamanı, yani insandan ve ruhtan yoksun bir edebiyatı getirir. Bu noktada, Ugrešic’in eleştirisinin zayıf yanı ortaya çıkıyor. Çünkü ekonomik koşulların yayıncılıkta nasıl bir dönüşüm tüneli açtığını ele almayı unutuyor. Bilgiye ve zihne dayalı bir emek alanına geldiğinizde, bir insanı günde sekiz saat için satın almanıza artık gerek yoktur; sermaye artık insanları işe almak yerine insanların birbiriyle değiştirilebilir ve geçici hamillerinden ayrılmış zaman dilimini satın alır.
İyi edebiyat öldürülemez zira…
Özetle, bir gün bir süpermarketin parfümeri reyonunda, edebiyatı bulabilirsiniz. Elinize aldığınız kitabın kapağında edebiyattan ve hikâyesinden ziyade, yazarın seksi, can alıcı yüzünü göreceksiniz. Panik yapmayın, edebiyat ölmemiştir. İyi edebiyat öldürülemez zaten, edebiyat bir çabadır. Gerçeklerden yola çıkarak, estetik bir kaygıyla yolda olmalıdır. Malzemesi dil, kaynağıysa yaşantılarımız ve hayal gücü olan bir sanat uğraşıdır.
Milan Kundera, bir gün herkesin yazacağını ama kimsenin dinlemeyeceğini söylemişti. Öyle ki, piyasa bu ütopyayı doğruluyor. Öte yandan, bütün bu ticari çark içinde acı bir gerçek barındırıyor: Cazibe genel bir yoksunluk, bir eksiklik göstergesidir. Yazın yeteneği, ancak edebi kültürün olmadığı bir yerde çekim gücüne sahip olabilir.