Evrim Kaya, Venedik'ten bildiriyor.
Alejandro González Iñárritu’nun son filmi ‘Birdman’in iki başrol oyuncusu Micheal Keaton ve Edward Norton başta olmak üzere, oyuncular da başarılı performanslar sergiliyor.
EVRİM KAYA
evrimkaya@agos.com.tr
Dünyanın en eski uluslararası film festivali, Venedik’te 71. kez yapılıyor. 1932’den beri festivale ev sahipliği yapan Lido Adası’ndaki Palazzo del Cinema (Sinema Sarayı), faşizm döneminden bugüne neredeyse tamamen aynı kalmış bir yapı. Mermer sütunların uzandığı yüksek tavandaki ampuller bile pek değişmemiş gibi; birçoğu titriyor ya da hiç yanmıyor. Festival de Venedik gibi; ihtişamlı ama yorgun, fakir ama gururlu, parlak günlerle dolu meçhul bir geçmişte kalmışa benziyor. Bugün ‘Altın Aslan’ adını taşıyan büyük ödülün bir zamanlar Mussolini Kupası adıyla verildiği düşünülürse, dünyadaki değişimlere hayıflanmak zor.
Bu atmosferin ortasında başka bir evrene serilmiş gibi duran kırmızı halıda eteklerini tutarak yürüyen Hollywood yıldızları birer birer yerlerini almaya başladı. İlk yıldızlar geçidi, açılış filmi ve ana yarışmacılardan ‘Birdman’in basın toplantısı sırasında yaşandı. 2000 yılında çektiği ‘Paramparça Aşklar Köpekler’le neredeyse bir gecede uluslararası bir yıldıza dönüşen Meksikalı yönetmen Alejandro González Iñárritu, sonrasında çeşitli ülkelerde, uluslararası yıldızlarla çektiği, biraz yüzeysel ve ziyadesiyle duygusal filmlerle yeni hayranlar kazanırken, çıkışını heyecanla karşılayan kimi izleyicilerini de kaybetmişti. Bir süper kahraman filmi olan ‘Batman’le (Yarasa Adam) hatırlanan Micheal Keaton’ın başrolünde yer aldığı ‘Birdman’ (Kuş Adam), onlardan farklı olarak mizahın ön planda olduğu bir film. Biçimsel olarak her zaman biraz yenilikçi ve ziyadesiyle ustalıklı olan yönetmen, kendine has dokunuşlarıyla, bu filmde de, Iñárritu filmlerinin o hiç düşmeyen temposunu koruyor. Filmin iki başrol oyuncusu Micheal Keaton ve Edward Norton ve alışılmadık derecede ciddi bir rolde karşımıza çıkan Zach Galifianakis başta olmak üzere, oyuncular da başarılı performanslar sergiliyor. Ancak –belli ki bütün oyuncularda olduğu gibi– gerçeklik algısı zayıf, narsist ve cahil bir aktörün, kendi yazıp yönettiği Broadway oyununu sahneleyerek, olmayan entelektüel yetilerini kanıtlamaya çalıştığı hikâye, umulduğu kadar ilginç değil. Bütün mizahına rağmen aslında kendini epey ciddiye alan filmin vermeye niyetli olduğu mesajlar da yeni bir şey söylemiyor. Yine de, iyi bir kurguyla, filme tek bir plandan ibaret süsü verilmiş olması gibi kimi ayrıntılar ilgi çekmeyi başarıyor. Filmin bütününe caz havası veren ve yer yer her şeyin önüne geçen bateri müziği de başarılı. Micheal Keaton’ın canlandırdığı, gözden düşmüş süper kahraman, kaçınılmaz olarak, akla biraz ‘Sunset Bulvarı’nın Norma Desmond’ını getiriyor ve Palazzo del Cinema’nın ucuz boyadan yaldızlarına çok yakışıyor.
Nerde o eski Makhmalbaf...
Venedik’in bir başka iddialı bölümü olan ve bu yılki jürisinde FIPRESCI Başkanı Alin Taşçıyan’ın da yer aldığı Orizzonti’nin açılış filmi ise, İran sinemasının önemli isimlerinden Mohsen Makhmalbaf’ın Gürcistan’da çektiği ‘The President’ (Başkan). Hayali bir ülkede devrilen bir diktatörün kamufle olarak halkın arasına karışmasını ve torunuyla birlikte verdiği hayatta kalma mücadelesini anlatan filmin inandırıcılıktan uzak senaryosu ve vasat görselliği, Makhmalbaf’ın sinemaya yeni bir soluk getirdiği gençlik günlerini aratıyor.
Önümüzdeki filmlere bakalım
Bir başka ilgi çekici bölüm Giornate degli Autori, açılışını, iki yıl önce ‘Pieta’ ile Venedik’in büyük ödülü Altın Aslan’ın sahibi olan Güney Koreli yönetmen Kim Ki-duk’un son filmi ‘One on One’ (Teker Teker) ile yaptı. Felsefi olarak vasat bir fikrin etrafında örülü olan film, zayıf diyalogları, abartılı oyunculukları, lüzumsuz şiddeti ve vasat görüntüleriyle de heyecan yaratmaktan uzaktı.
Özetle, üç önemli bölüm vasat filmlerle başladı, ancak önümüzde heyecan verici filmler yok değil. Bu arada, misafirlerini alışılandan soğuk ve gri bir havayla karşılayan kent de güneşle aydınlanmaya başladı. Hatırlatalım, bu yıl ana yarışmada Fatih Akın’ın, soykırımda hayatta kalmayı başaran bir Ermeni’nin kızlarını bulma çabasını anlatan filmi ‘The Cut’ ile Kaan Müjdeci’nin ilk filmi ‘Sivas’ da var. Sırasıyla 1 ve 3 Eylül’de izleyici ile buluşacak filmlerin kaderini, besteci Alexandre Desplat’nın başkanlığındaki jüri belirleyecek. (Jüride yazarınızın naçizane favori yönetmeni Elia Suleiman da yer alıyor. Bugüne dek çektiği tüm filmlerde kendisi de rol alıp, hiç konuşmayan başkahramanı E.S.’yi canlandıran Suleiman’ın, Fatih Akın’ın sessiz başkahramanı Nazaret’i sevip sevmeyeceğini de bekleyip göreceğiz.)