Altın Aslan bu yıl İsveçli yönetmen Roy Andersson’un ‘A Pigeon Sat on a Branch Reflecting on Existence’ adlı filmine gitti. Andersson’un, ‘İnsan olmak ne demektir?’ sorusuna yanıt aradığı üçlemenin son halkası olan film, daha önce çektiği kısa filmler ve yüzlerce reklam filmiyle de zenginleştirdiği kendine has evrene bir katkı niteliğinde. Andersson’la hayatın anlamını ve İsveçlileri konuştuk.
EVRİM KAYA
evrimkaya@agos.com.tr
-
On beş senelik bir üçleme nihayet tamamlandı. Bu filmi ilk iki filmden ayıran şey nedir?
Bu film önceki iki filmden daha şakacı. İnsanların eğlenmesini, hem de biraz rahatsız olmasını umuyorum. Kendilerini güvende hissetmesinler istiyorum, o hiç değişmedi. O anlamda, ilk iki filmden çok farklı değil aslında.
-
Filme adını veren güvercini filmin başında görüyoruz. Doldurulmuş bir kuş bu. Neden güvercin?
Güvercin, kendimin bir yansıması. Bir gün mutfakta oturmuş, filmin fikrini doğru şekilde ifade etmeye çalışıyordum. Bir şekilde tıkandım, ilerleyemiyordum. Birden pencereden dışarı baktım ve bir güvercin gördüm. Benimle aynı yükseklikte bir dala oturmuştu. “Belki o güvercin de şu anda o dalda oturmuş, hayatın anlamını ifade edecek bir cümle bulmaya çalışıyordur” diye düşündüm.
-
Şimdi nasıl ifade ediyorsunuz o fikri? Hayatın anlamı nerede gizli?
Üç ana teması var filmin. Hep döndüğüm meseleler bunlar. İlki kırılganlık. İnsan çok kırılgan bir şey. İkincisi aşağılanma. Aşağılanma görmekten nefret ederim. Üçüncüsü de empati eksikliği. Bunlar birbiriyle bağlantılı temalar elbette. Kırılgan varlıklar çok çabuk rencide olur. Empati yokluğu aşağılamayı getirir. İnsan deyince aklıma bu üç şey geliyor. Hayatın anlamı da buralarda bir yerde.
-
Aptallıktan da çok yakındığınızı duydum...
Çeşit çeşit aptallık var. En kötüsü perspektif yokluğu. Bu çok tehlikeli bir şey. İnsanlar kendini gelecekten sorumlu hissetmiyor artık. İsveç’te kimse meşe ağacı dikmiyor, çünkü meşenin yetişmesi yüz yılı buluyor. Bin yaşında meşe ağaçlarımız var oysa, birileri onları ekmiş. Artık kimse o geleceğe dönük perspektife sahip değil maalesef.
-
Cahil ya da aptal olsalar da, o karakterlere sevgiyle yaklaşıyor gibisiniz...
Ben herkesi seviyorum galiba, çünkü aslında herkes çok kırılgan.
-
Filmlerinizin kendine has kısa diyaloglara dayanan bir mizahı var. İsveç’e has bir mizah mı bu?
İsveç yoksul köylülerden oluşan bir tarım toplumuydu. Soylular dışındaki halk hiç eğitimli değildi. Soğuk ve yoksulluk çok belirleyiciydi. Çok az konuşan bir toplumdan söz ediyorum. İsveçliler sessizliklerini nadiren bozarlar.
-
Soğuktan dolayı tutumlu davranmaya mı çalışıyorlar?
Yazı bekliyorlar, o da nedense gelmiyor bir türlü.