Geçen Nisan’da Tarih Vakfı Yurt Yayınları’ndan sessiz sedasız bir kitap çıktı: ‘Deliler ve Doktorları.’ Kitabın yazarı Rüya Kılıç, Geç Osmanlı ve Erken Cumhuriyet Döneminde delilere ne yapıldığını anlatmakla kalmıyor, incelediği pek çok belgenin satır aralarını da gözlemleyerek iktidarın delilik algısı ve bu algının oluşum, değişim, yeniden kurulma süreçlerini irdeliyor.
EZGİ BERK
Delilik deyince aklımıza ilk olarak Foucault gelir. Deliliği iktidar ve özne bağlamında tartışan yazar, deliliğin tarihine dair hacimli kitabın da yaratıcısıdır. Peki yaşadığımız topraklarda delilik algısı nasıldı diye düşündüğümüzde ne düşer zihnimize? İşte böyle gündelik yaşama, insanların hayatın akışı içerisinde denk geldikleri sorunlara kafa yoran, onları irdeleyen çalışmalar son dönemlerde Türkiye’de de mevcut. Bunlardan biri de delilik üzerine.
İktidarın delilik algısı
Geçen Nisan’da Tarih Vakfı Yurt Yayınları’ndan sessiz sedasız bir kitap çıktı: ‘Deliler ve Doktorları.’ Kitabın yazarı Rüya Kılıç, Geç Osmanlı ve Erken Cumhuriyet Döneminde delilere ne yapıldığını anlatmakla kalmıyor, incelediği pek çok belgenin satır aralarını da gözlemleyerek iktidarın delilik algısı ve bu algının oluşum, değişim, yeniden kurulma süreçlerini irdeliyor.
Zengin arşiv malzemesi, dönemin doktorları, onların hayatları, kendi yazıp çizdikleri, öğrencilerinin hatıratları, fotoğraflar, Osmanlı’ya gelen yabancı doktorlar kitabın kaynakçasını oluşturan listenin içinde. Böylece büyük sonuçlar çıkarıp kesin yargılarda bulunan kitaplara inat, köşeye atılmış, değersizleştirilmiş ne kadar kaynak varsa karşılaştırılarak okunmuş, âdeta bu yazılı malzeme dile gelmiş.
Bütün bu malzemenin titiz bir tasniften geçtiği belli. Dönemin doktorları ve gerek Avrupa’da gerek Osmanlı’daki tıp eğitimi hakkında ayrıntılı bilgi verilmesi ilerleyen bölümlerdeki bîmarhane ve akıl hastaneleri hakkındaki veriyi tamamlar nitelikte. Kitapta, Osmanlı’nın en önemli bîmarhanesi diyebileceğimiz Toptaşı Bîmarhanesi’nden Cumhuriyet’in akıl hastanesi Bakırköy Emrâz-ı Akliye ve Asabiye Hastanesi’ne (günümüzde tam adı Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim Araştırma Hastanesi’dir) geçişte modernizm kavramının belirleyici rolüne, tepeden inme konumuna insandan yana tutum alınarak nesnel yaklaşılmış.
Yazar, okurlara kendilerini hasta, doktor, öğrenci, refakatçi, hastane personeli, mahallede yaşayan herhangi biri yerine koyma fırsatı sunuyor. Bu çok yönlü okuma fırsatı, teorik bilgilerle sıkıcı hale gelmesi kaçınılmaz bir konuyu zevkle okunulası kılmış. Belgelerde yer alan olaylar anlatılırken diyalogların olduğu gibi alıntılanmış olması, günümüz yaşamıyla geçmiş arasında kuvvetli bir bağ kuruyor. Sanki iki gün önce dolmuş beklerken kuyrukta konuşanlara kulak kabarttığımızda duyduklarımıza benzer konuşmalar var.
Çocukluğumuzdan beri belleğimizde kopuk kopuk yer alan tarih imgesi, günümüzle birleşiyor. Ötekileştirdiğimiz, kiminin hayranlık kiminin öfkeyle anımsadığı tarih kitapları anlamsızlaşarak ‘sıradan’laşıyor. Çünkü bu kitapta insanlar var. Sahici, günlük yaşamda karşımıza çıkan, çıkabilecek kişiler anlatılmış.
Örneğin, deli taklidi yaparak askerden kaçanların ve bunun için doktorların nasıl seferber olduğunun hikâyesi bu satırlarda. Hatta Raşid Tahsin’in Berlin Emrâz-ı Akliye ve Asabiye Kongresi’ndeki sunumunda çeşitli hastalıkların azınlıklar ve Türkler’de görülme sıklığına dair karşılaştırmaları da günümüzdeki azınlık algısına ayna tutuyor: “Hezeyan-ı i’tisafi (Paranoya) Ermenilerde oldukça yaygındır. Araplar arasında bu hastalığa rastlanmakla birlikte Musevi ve Rumlarda tesadüf enderdir. İhtinak-ı rahim (Histeri), Müslüman kadınlar arasında oldukça yaygındır. Erkeklerde de rastlanmaktadır. Ancak Ermenilerde enderdir.”
‘Deliler ve Doktorları’nda pek çok şey öğrenip pek çok soru işareti edinmemiz cepte, tarihin nasıl anlatılacağına dair alıştıklarımızın dışında bir yöntem görüyoruz. Deliler ve onlara deli diyenler hakkında ikna olmadığınız eski anlatıları tekrar gözden geçirip yeni bakış açıları edinmek isterseniz ‘Deliler ve Doktorları’ tam da aradığınız kitap.