Adını sen koy bu şarkının

Karin Karakaşlı'dan Yıldız Tilbe'ye mektup var: 'Başka ne diyeyim ki?.. Yahudi, Ermeni, Rum arkadaşlarına bir sor isterim. 'Sizce bu yazdıklarımda nefret var mı? Sizi yaraladı, kızdırdı mı?', 'Yok caaanım, nerden çıkarıyorlar?' diyen olursa, bil ki dostun değil. Çünkü dilimizin güzel deyişiyle “Dost acı söyler” Sana doğru ses edenler, ille de dostun bir gülü ile incinenlerdir.'

KARİN KARAKAŞLI 

Sevgi de aşk da sevdiğinin adıyla başlar. O ismin harflerinde, seslerinde içini titreten bir şeyler bulursun. Kalbinin bir isme heyecanla çarptığını farkettiğin anda da duygunun adını koyarsın. Her şey ismi ve cismiyle yerine oturur.

Tersi de geçerlidir; ayrılık zamanı geldiğinde o sayıkladığın ismi söyleyemez hale gelirsin. Üçüncü tekil şahıs devri başlar. Şu ‘şimdi sen de artık herkes gibisin’ hali.

Kırk yıl düşünsem, adının yanına Hitler’in ilişeceği aklıma gelmezdi. Yani adı sen olanın “Allah Hitler'den razı olsun bunlara az bile yapmış ne kadar haklıymış adamcaaz” diyeceği… “Bu Yahudilerin sonunu gene Müslümanlar getiricek Allahın izniyle az kaldı azz” diye devam edeceği.

İnsan aklı, bilirsin işte, hayli tuhaf. İki gündür ilkokul beşinci sınıftaki halime ışınlandım. Dile kolay, ana okulundan itibaren bir arkadaşı en yakınım bellemişim, birlikte mezun oluyoruz. Sonrası da artık iki kişilik bir yol, öyle bilmişim. Sonra günlerden bir gün sınıftan bir arkadaş elinde minik bir kağıtla geldi. Baktım benim can dostumun el yazısı. Yazıyı tanıdıktan sonra sözleri okumaya davrandım. Beni nasıl kıskandığını, nasıl hor gördüğünü gösteren bir dolu satır…

Gıybet sevinci diye bir şey var. Ve çocuklar zalimdir. O günden sonra onu bir daha görmedim. İnsanlara güvenmemeyi öğrendim, mezun oldum.

İşte iki gündür yazdıklarına bakarken hep çocukluğumun o ilk hayat döngüsüne gidiyorum. Her milatta bir döngü kendi üzerine kapanır, sen sana ait bir hayat parçasının daha izleyicisi haline gelirsin.

Bu yazıyı bana rağmen yazdıran ne?.. Çünkü öncekini yazmış bulundum. Hani iki gündür benimle dalga geçmek isteyenlerin ‘güzelleme’ diye nitelendirdiğini... Güzelleme nedir bilmem, ben sadece sevmiş bulundum. Senin sesinde aşığı olduğum, hayatımı adadığım ama kimi zaman da sınırlarına tosladığım yazı ve sözden azade, kuş olmayı buldum. Senin düzene karşı koyma halini, hesapsız kitapsızlığını ve daha nice özelliğini sevdim. Sevdiklerimi, ilham aldıklarımı yazdım dilim döndüğünce. Şarkını yazı, sesini söz kılmak geldi içimden.

O yazının epeyi uzunca bir bölümünde de varlığı benim için Hrant Dink’in öldürülüşü sonrası patlattığı “Bölücülük borusu ötmez Karadeniz’de/Bırakın çan çalmayı Ermenici olmayı/Millet böyle dolmayı yutmaz Karadeniz’de/O gün öyle desinler bugün böyle desinler/Fatihalar Yasinler bitmez Karadeniz’de” güfteli ‘Plan Yapmayın Plan’ ile yaftalanmış İsmail Türüt’ün programında verdiğin ayarı yazmıştım. Hani nasıl da türkülerle ona ‘Kürt-Ermeni-Alevi Bermuda Şeytan Üçgeni’ yaşattığından, acıları nasıl şifalandırdığından bahsetmiştim.

Ya işte, oradan bu kareye zıpladık birden. İşid’in Rojava’da Kürtlere kan kusturduğu, memlekette Kürtlere ve Alevilere yönelik kıyım politikalarının zerre hesabı verilmemiş günlerde, biz senin bu satırlarına zıpladık.

Şimdi ben sana devlet ile insanı, devlet ile bir halkı bir tutmanın tehlikesini ve haksızlığını mı anlatayım? İyi de, zûl sayarım. Sen ki tekil hikâyelerin anlatıcısı, insan ruhunun kaşifisin, bunu zaten bilmen gerekir. E o zaman “İsrail’de yaşıyanlarla burda yaşayanlar farklı burdakiler bize silah doğrultmuyor ordakiler elinden silahı bırakmıyor İsrail’i savunanlar oraya hade” demeni nereye koyayım? Bunun kısa tercümesi ‘Ya sev ya terket’tir ki ben o lafı da Hrant Dink’in vurulduğu kaldırımdan bilirim. 

Bakıp duruyorum yazdıklarına. “Siz özür dilediniz mi gemide öldürdüğünüz insanlarımız için gözümüze soka soka” derken yine İsrail devleti ile bütün Yahudileri ve Türkiye Yahudilerini bir tutuyorsun. “Bu yüzden az bile dedim, özürmüş” diye kestirip atıyorsun. Sana her zaman her şekilde vurmak isteyenleri at bir kenara, seni sevenlerin neye kırıldığını, neye inanamadığını göremiyorsun.

Oysa “Türk Musevi cemaati önce buradaki huzurları için Müslümanlara teşekkür etsin aynı huzuru Filistin’e de istesinler İsrail’i kınasınlar” dediğinde, alayına direndiğin iktidarların bir benzerine dönüşmüş, çıkıp had bildirmiş olmuyor musun? Kime? Sen kadar bu toprakların vatandaşı olan Türkiye Yahudilerine.

Onlardan biri, seni çok sevmiş bir Türkiye Yahudisi avukat genç kadın Rita Ender anlattı. Fazla vaktini almaz, bütün yazıyı bir oku isterim.

Orada bir yerde diyor ki Rita: “İşte böyle, insan ancak sevdiği karşısında kırılır. Kadını da erkeği de, çocuğu da yaşlıyı da en çok sevdiği, inandığı, güvendiği kişiler incitebilir. Bu yüzden bazı Türkiyeli Yahudiler kızmak bir yana çok kırıldı. Çünkü Yıldız Tilbe’yi çok seven Türkiyeli Yahudiler var. Politik duruşunu beğenen, görüşlerini paylaşan, içtenliğini alkışlayan, sözlerine gülen-ağlayan; onu takip eden, ona hayran olan Türkiyeli Yahudiler var.

Korkan insanlar titrerler ve sesleri kesilir. Tacize uğrayan bir kadının çığlık atamaması, boğazının o anda düğümlenmesi gibi, aynı. İşte tam da bu yüzden, hangi siyasi görüşte –antisiyonist dahil- olursa olsun, Türkiyeli Yahudiler yine bu hisle çığlık atamayabilirler. Ama içlerine attıkları, atmak zorunda oldukları-olacakları ve içeride bir yerlerin çok kanadığı, çok kanayacağı kesin.”

Devletlerin zulmünü mü anlatayım sana? Zûl sayarım. İsrail devletinin kıyıcı politikalarına isyan etmek zaten insan olmanın gereği. Ama bilir misin ki, bu ülkenin Hıristiyan vatandaşları Ermenistan, Diaspora, İsrail ve Yunanistan politikaları ile bir tutulmanın ve sürekli vatan sevgisi kanıtlamanın baskısından usanmıştır. Hele ki kendilerine reva görülen hiçbir sistematik zulüm için bir kez olsun bu devletten bir özür, bir insani telafi gelmemişken?..

Diyorsun ki “En iyi anlaştığım arkadaşım ve en iyi menajerim Anuş Bakış Ermeni Hıristiyanıydı çook iyiydi keşke bütün insanlar onun gibi olsa dünya cennetti… Çok sevdiğim ve çok özel şeyler paylaştığım Yahudi arkadaşlarım da oldu iyilerdi güzellerdi en güzel kıyafetlerimi hala Yahudi mağazalardan alırım”

Oysa arkadaşlarımızı kimlikleriyle saymayız aslında, değil mi? Onlar bize candır, tanımları da bu kadardır. Çünkü sevgi de güzel bir şarkı kadar yalındır, fazlalık kaldırmaz. Ben kimi böyle yazılması mecbur yazılar ve sergilenmesi elzem duruşlarla hayatımın istemediğim kadar çokça bölümünü kimlik politikalarının prangasına hapsolmuş geçirirken, senin şarkılarında sadece insan, sadece kadın olabilmenin minnetini duydum. Ama bak şimdi, sen Müslümanlar dedikçe Hıristiyan, sen Yahudiler dedikçe Ermeni oldum. Bu yazıyı yazmaya mahkûm oldum.

Öncekinde demişim ki: “Aşksız ve Yıldızsız yaşayamayanlar kervanında, gözümün feri söner gibi olduğunda ona sığınırım. Şarkılarına hâlâ ağlayabilmek, saflığımı koruyabildiğime delalettir. Varsın enayi desinler, çıkar deliler gibi dans ederiz birlikte yedi düvele karşı. Biliriz ki bu dünya hiçbir zaman yörüngesine oturmayacak. Yıldızla birlikte zembereğinden boşalmaya talip oluruz. Hep ‘Delikanlım’ı söyleriz hayatın ortasında.”

Şimdi adını söylemek ağır geliyor. Şarkılarını dinlemekten bahsetmeyeyim bile. Kıssadan hisse anladığım, ölülerden şaşmamam gerektiği. Zaten Allah seni inandırsın, sevdiğim ölüler, sevdiğim yaşayanlardan çok. Hayattakileri sevmenin, hele de yazıya dökmenin bedeli ağır oluyor. Böyle kalıyorsun sonra.

Başka ne diyeyim ki?.. Yahudi, Ermeni, Rum arkadaşlarına bir sor isterim. “Sizce bu yazdıklarımda nefret var mı? Sizi yaraladı, kızdırdı mı?”

“Yok caaanım, nerden çıkarıyorlar?” diyen olursa, bil ki dostun değil. Çünkü dilimizin güzel deyişiyle “Dost acı söyler” Sana doğru ses edenler, ille de dostun bir gülü ile incinenlerdir.

Elimde çocukluğumu bitiren gıybet sevinci not kağıdı ile sana bakıyorum. Ve bu kez seni değil, sana yazıyorum. Kulak verip vermemek, sözü eğip bükmeden içindeki şarkıyı işitmek senin bileceğin iş.

Diyeceğim o ki, benden bir şeyler eksildi. Dayandığım, yaslandığım bir şeyler musluk deliğinden aktı gitti.

Sen her halûkarda, kal sağlıcakla.

Kategoriler

Güncel Azınlıklar